6 Aralık 2008 Cumartesi
EDEBİYAT VE SİYASET
BEDREDDİN MAHİR
7 Aralık 2008
Edebiyat yazıyla mı başlar, şekillerle mi, dille mi? Oldukça tartışılabilir bir konu duvarlara şekil betimlemeleri yapmak ne kadar edebiyat değildir, Mısır hiyeroglofi ne kadar sanat ve edebiyat değildir. Bunlar tartışma götürebilir şeylerdir. Buna sizler Nassı ekleyin, yani vahiyle indirilen Kuranı ve ondan önce Müslümanların Kabe’sinde uzak bir geçmişten beri asılı olan “Muallakat el Sebaa” şiirlerini (asılı yedi şiir) ekleyin.
Tartışmanın yönü ve boyutu birbirinden farklı olsa da edebiyat, duvarda da, sokakta da söylem ve yazılı olarak da insanı ilgilendiriyor. İnsanı da toplumsal bir varlık olarak ilgilendiriyor. Toplumu ve toplumsal işleyişi her yönüyle ilgilendiriyor.
Bir yanıyla edebiyat bir sonuçtur. Öncüllerinin birikimi üzerinde dökülendir. Öncülleri ise nesnel olan maddi olan tüm gerçeklerdir, oradan yansıyan düşüncedir. Ve düşüncenin bir biçimde ilgilisine aktarımıdır. Bu aktarım bazen yazıya dökülmeden yapılan bir konuşma olabileceği gibi bazen de ciltler dolusu yazıdır, işarettir, belgedir. Tarih kuşaktan kuşağa bu sıralama içinde akıp gelmektedir. Bu yanıyla insanın yaşam içinde her yönüyle ilgilidir. Bu ilgi yükselen bir spiral hareketi gibidir, bazen dairesel, kendi yerinde sayan olsa da.
İnsanı ilgilendirin hiçbir alan ve dal edebiyatsız birikim yapamaz. İlerleyemez. Bu alanların tüm üzerlerinde yükseldikleri nesnel ortamı bir biçimde yansıttıkları gibi, yönelimlerin merkezinde de siyasetin bir biçimine bağlı olarak işlev görürler. Edebiyatın bu yanını bilmek edebiyatta diyalogun en önemli yanıdır; feodal dönemin edebiyatını bu günün edebiyatından ayırırken iki dönem arasındaki ilişki farkını olduğu kadar bunun sonucu oluşan siyasal farklılıklara da işaret etmiş oluruz. Bu aynı tarihi kesit içindeki edebiyat karşılaştırmalarında da geçerlidir. Edebiyat hiçbir siyasi kaygı olmadan yazılan herhangi bir metinde, şiirde, öykü yada denemede bir biçimde siyasal bir konumlanışı yansıtır; aşkı kavramını, tanrıya atfen kullanmak ile karşıt cine yöneltmek ya da davaya yöneltmek arasındaki fark sonuçta siyasal bir fark olarak tecelli eder.
Edebiyatın tarih indinde önemi buradan gelir. Böylesi bir işlevi olmayan edebiyatın tarih içinde kayda değer bulunmadığı da çok açıktır. Edebiyat algının yansımasıdır. Her ne yol ve araçla olursa olsun algılarımızı yansıtırken kendimizden ona kattığımız değerler olur: Buna siz ham olan veriyi makyajla en iyi şekilde yansıtmaktır. Bu yansımaları gerçekleştirirken birçok şeye dikkat etme gibi bir zorunluluk olsa da sonuçta algının ortaya konuşunda hatalarıyla sevaplarıyla bir değer katımı olacaktır. Bu yüzden edebi bir çaba gerçeklikle bağı oranında bu değerleri yükseltir yada aynı değerler nedeniyle gerçekten koparak anlamsız ve iz bırakmayan bir veri olur.
Tarihi irdelediğimizde edebiyatın tarih içindeki yerini bu yanıyla dört ayağı üzerine oturtmak mümkün olacaktır. Siz edebiyat diye ne yapmak isterseniz yapınız ama yaptığınız gerçeği yansıtma adına yola çıktığı andan ve bunu gerçekleştirebildiği oranda bir sosyal veri olarak yaptığınız kendinizden katılan değerle büyüdüğünü göreceksiniz tersi ise sizi de sürükleyip giden bir akıntının teferruatı haline getirecektir.
Toplumsal yaşam bir tür siyasal yaşamdır. Birden çok insanın birbiriyle ilişkisi mutlak olarak siyasal bir ilişkidir. İster farkında olunsun ister olunmasın ister doğrudan ister dolaylı olsun tümü siyasal bir ilişki olarak var olur. Böylece süreç bir dairesel hareket olarak insan yaşamında yerini alır; artık toplumsal ve insan tüm ilişkilerimiz belli bir siyasal yönelimin derin izleriyle kendini ikame etme durumunda olur. Ekonomik yaşantımızın kararları ve yönelimleri, akrabalık ilişkilerimizin belirlenmesi miras işlerimizi ve bil cümle sosyal ilişkilerimizi siyasal bir ilişkinin farklı frekansları olarak kendilerini belirlerler.
İnanıcımız bile bu yönde bizleri kuşatır. İslamın fıkıh dalı bunu anlatan önemli bir veridir; vahi emri olarak kitaplaşan kuran açık ve net olarak insana ait tüm ilişkilere yön verme iddiasında yerini alır, Siyaset güder yol yordam güder emir verir kural belirler.
Siyaset yaşamın böylesine iç içe olduğu bur unsur olması onun her şey olduğu anlamına gelmiyor. Siyaset alanının dışında kategorik olarak farklı sayılabilecek binlerce insani alanımızda bulunmaktadır. Bunlardan biri de edebiyattır.
Edebi olan gerçeğin betimlenmesinde bin bir yolu olana bir alandır. Öyküleriyle, şiiri ve romanıyla düz yazı kısa hikayeleriyle sanat için sanat kaygısı toplum için sanat duyarlılığıyla bu bin bir yol istesek de istemesek de siyasetin birer aracı olarak kendini gösterecektir.
Edebiyatı siyaset dışında bir kategori olarak belirmekle, onu siyaset araçlarından biri olarak görme arasında bir çelişki varmış izlenimi görülebilir. Ama gerçek öyle değildir. İnsan biyolojisinin kategorik olarak birbirinden ayrı birçok unsuru olmasına rağmen bir bütün olarak insanı oluşturması gibidir siyasetle edebiyat ilişkisi. Bu noktada kimin bütünü kapsadığı da önemli değil önemli olan bu iç içeliktir. Bu iç içelikten kaçınmanın mümkün olmadığının anlaşılmasıdır.
Yaşama bu pencereden bakmak özel olarak edebiyatı siyasete çekmek de değildir tersi de. Ancak bütün bu anlatımların ulaşacağı tek bir yer vardır o da siyasetin edebiyatı taşımasından çok daha fazla, edebiyatın siyaseti taşıması noktasıdır. Bu ve bunun yükümlendiği işlevlerdir.
Bu noktadan itibaren edebiyat fiili olarak rolünü edebiyatçıyla oynaması noktasına gelmiş oluruz.
Bir kategori olarak yaşam içinde edebiyat çok soyuttur. Fiili olarak edebiyat ise onu üreten beyinlerin algılarıyla yakından ilgilidir. O beyinlerin verili koşullarda içinde bulundukları etkileşimler ve tarih içinde kendilerine bir biçimde ulaşmış bilgilerin senteziyle etkin hale gelirler. Orhan Pamuk’un İstanbul betimlemeleri İstanbul tarihinin var olmasıyla ilgili ve bu tarihin Orhan Pamuk beyin algılarına bir biçimde eklemlenmesiyle ilgilidir; bu noktada şu ya da bu kaygılarla Orhan Pamuk ya da bir başkasının siyaset yapıp yapmadığı yönündeki soruya olumlu ya da olumsuz cevap vermesinin bir önemi kalmaz.
Toplumsal bir varlık olan ve edebiyat kategorisin de kendine yer bulan her insan siyasetle de yakından ilgili olmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyeceğim. Bunu edebiyat ya da edebiyatçı iddia etmese de inkar etse de gerçek budur.
Toplumun ilişki ve çelişkilerine belli bir yol ve yordamla betimlerken yapılan edebiyatın içinde ruhunda mesajında bir siyaset vardır bir yol ve bir yordam vardır. Bunu yapmaksızın edebiyatta yapılamaz. Bu noktadan itibaren siyaset ve edebiyat iç içedir.
Toplumsal kaygı duyup duymamasının da bir önemi yoktur, edebiyat bireysel bir işlevde, bir platonik aşkı bile anlatırken o toplumun birey üzerinde yer alan bütün etkilerinin bir sentezini anlatır. .Bu anlatım ne kadar dekoratif ve edebi mahiyet derinliklerinde dolaşsa da bu etkiden kurtulamaz. Bu nedenle binlerce yılın derinliklerinden gelen Homeros’un eserlerinden de, insan ilişkilerinin çok boyutlu yapısını ve siyasallığını yakalama şansı edindik.
Bu gün bu işlev her zaman olduğu gibi güçlüce devam etmektedir. Edebiyat, gerçeği betimleme sonucunda ortaya konmuş siyasal bir mesajdır Edebiyat, Siyasetin bin bir aracından biri olarak kendini ikame edendir. Edebiyatın insan erdem ve ilişkilerine yönelik siyasal algıları doğru yansıtsa da yansıtmasa da gerçekliği budur; edebiyat bir biçimde siyasal bir mesajdır. Bundan da anlaşılması gereken şey edebiyatta doğru mesaj, hangi estetik kaygılarıyla yapılmış olarsa olsun, mesajın gerçekçiliği yansıtma oranına bağlıdır. Bu da mesajın doğru bir siyasal zemine oturması, doğruyu iletmesi demektir. Toplumun çıkarlarıyla kesişmesi demektir doğduğu yere ait işlevini yerine getirmesi demektir.
Sonuçları itibariyle siyasal bir kaygı taşamayan edebiyat gerçekte yoktur.
7 Aralık 2008
Edebiyat yazıyla mı başlar, şekillerle mi, dille mi? Oldukça tartışılabilir bir konu duvarlara şekil betimlemeleri yapmak ne kadar edebiyat değildir, Mısır hiyeroglofi ne kadar sanat ve edebiyat değildir. Bunlar tartışma götürebilir şeylerdir. Buna sizler Nassı ekleyin, yani vahiyle indirilen Kuranı ve ondan önce Müslümanların Kabe’sinde uzak bir geçmişten beri asılı olan “Muallakat el Sebaa” şiirlerini (asılı yedi şiir) ekleyin.
Tartışmanın yönü ve boyutu birbirinden farklı olsa da edebiyat, duvarda da, sokakta da söylem ve yazılı olarak da insanı ilgilendiriyor. İnsanı da toplumsal bir varlık olarak ilgilendiriyor. Toplumu ve toplumsal işleyişi her yönüyle ilgilendiriyor.
Bir yanıyla edebiyat bir sonuçtur. Öncüllerinin birikimi üzerinde dökülendir. Öncülleri ise nesnel olan maddi olan tüm gerçeklerdir, oradan yansıyan düşüncedir. Ve düşüncenin bir biçimde ilgilisine aktarımıdır. Bu aktarım bazen yazıya dökülmeden yapılan bir konuşma olabileceği gibi bazen de ciltler dolusu yazıdır, işarettir, belgedir. Tarih kuşaktan kuşağa bu sıralama içinde akıp gelmektedir. Bu yanıyla insanın yaşam içinde her yönüyle ilgilidir. Bu ilgi yükselen bir spiral hareketi gibidir, bazen dairesel, kendi yerinde sayan olsa da.
İnsanı ilgilendirin hiçbir alan ve dal edebiyatsız birikim yapamaz. İlerleyemez. Bu alanların tüm üzerlerinde yükseldikleri nesnel ortamı bir biçimde yansıttıkları gibi, yönelimlerin merkezinde de siyasetin bir biçimine bağlı olarak işlev görürler. Edebiyatın bu yanını bilmek edebiyatta diyalogun en önemli yanıdır; feodal dönemin edebiyatını bu günün edebiyatından ayırırken iki dönem arasındaki ilişki farkını olduğu kadar bunun sonucu oluşan siyasal farklılıklara da işaret etmiş oluruz. Bu aynı tarihi kesit içindeki edebiyat karşılaştırmalarında da geçerlidir. Edebiyat hiçbir siyasi kaygı olmadan yazılan herhangi bir metinde, şiirde, öykü yada denemede bir biçimde siyasal bir konumlanışı yansıtır; aşkı kavramını, tanrıya atfen kullanmak ile karşıt cine yöneltmek ya da davaya yöneltmek arasındaki fark sonuçta siyasal bir fark olarak tecelli eder.
Edebiyatın tarih indinde önemi buradan gelir. Böylesi bir işlevi olmayan edebiyatın tarih içinde kayda değer bulunmadığı da çok açıktır. Edebiyat algının yansımasıdır. Her ne yol ve araçla olursa olsun algılarımızı yansıtırken kendimizden ona kattığımız değerler olur: Buna siz ham olan veriyi makyajla en iyi şekilde yansıtmaktır. Bu yansımaları gerçekleştirirken birçok şeye dikkat etme gibi bir zorunluluk olsa da sonuçta algının ortaya konuşunda hatalarıyla sevaplarıyla bir değer katımı olacaktır. Bu yüzden edebi bir çaba gerçeklikle bağı oranında bu değerleri yükseltir yada aynı değerler nedeniyle gerçekten koparak anlamsız ve iz bırakmayan bir veri olur.
Tarihi irdelediğimizde edebiyatın tarih içindeki yerini bu yanıyla dört ayağı üzerine oturtmak mümkün olacaktır. Siz edebiyat diye ne yapmak isterseniz yapınız ama yaptığınız gerçeği yansıtma adına yola çıktığı andan ve bunu gerçekleştirebildiği oranda bir sosyal veri olarak yaptığınız kendinizden katılan değerle büyüdüğünü göreceksiniz tersi ise sizi de sürükleyip giden bir akıntının teferruatı haline getirecektir.
Toplumsal yaşam bir tür siyasal yaşamdır. Birden çok insanın birbiriyle ilişkisi mutlak olarak siyasal bir ilişkidir. İster farkında olunsun ister olunmasın ister doğrudan ister dolaylı olsun tümü siyasal bir ilişki olarak var olur. Böylece süreç bir dairesel hareket olarak insan yaşamında yerini alır; artık toplumsal ve insan tüm ilişkilerimiz belli bir siyasal yönelimin derin izleriyle kendini ikame etme durumunda olur. Ekonomik yaşantımızın kararları ve yönelimleri, akrabalık ilişkilerimizin belirlenmesi miras işlerimizi ve bil cümle sosyal ilişkilerimizi siyasal bir ilişkinin farklı frekansları olarak kendilerini belirlerler.
İnanıcımız bile bu yönde bizleri kuşatır. İslamın fıkıh dalı bunu anlatan önemli bir veridir; vahi emri olarak kitaplaşan kuran açık ve net olarak insana ait tüm ilişkilere yön verme iddiasında yerini alır, Siyaset güder yol yordam güder emir verir kural belirler.
Siyaset yaşamın böylesine iç içe olduğu bur unsur olması onun her şey olduğu anlamına gelmiyor. Siyaset alanının dışında kategorik olarak farklı sayılabilecek binlerce insani alanımızda bulunmaktadır. Bunlardan biri de edebiyattır.
Edebi olan gerçeğin betimlenmesinde bin bir yolu olana bir alandır. Öyküleriyle, şiiri ve romanıyla düz yazı kısa hikayeleriyle sanat için sanat kaygısı toplum için sanat duyarlılığıyla bu bin bir yol istesek de istemesek de siyasetin birer aracı olarak kendini gösterecektir.
Edebiyatı siyaset dışında bir kategori olarak belirmekle, onu siyaset araçlarından biri olarak görme arasında bir çelişki varmış izlenimi görülebilir. Ama gerçek öyle değildir. İnsan biyolojisinin kategorik olarak birbirinden ayrı birçok unsuru olmasına rağmen bir bütün olarak insanı oluşturması gibidir siyasetle edebiyat ilişkisi. Bu noktada kimin bütünü kapsadığı da önemli değil önemli olan bu iç içeliktir. Bu iç içelikten kaçınmanın mümkün olmadığının anlaşılmasıdır.
Yaşama bu pencereden bakmak özel olarak edebiyatı siyasete çekmek de değildir tersi de. Ancak bütün bu anlatımların ulaşacağı tek bir yer vardır o da siyasetin edebiyatı taşımasından çok daha fazla, edebiyatın siyaseti taşıması noktasıdır. Bu ve bunun yükümlendiği işlevlerdir.
Bu noktadan itibaren edebiyat fiili olarak rolünü edebiyatçıyla oynaması noktasına gelmiş oluruz.
Bir kategori olarak yaşam içinde edebiyat çok soyuttur. Fiili olarak edebiyat ise onu üreten beyinlerin algılarıyla yakından ilgilidir. O beyinlerin verili koşullarda içinde bulundukları etkileşimler ve tarih içinde kendilerine bir biçimde ulaşmış bilgilerin senteziyle etkin hale gelirler. Orhan Pamuk’un İstanbul betimlemeleri İstanbul tarihinin var olmasıyla ilgili ve bu tarihin Orhan Pamuk beyin algılarına bir biçimde eklemlenmesiyle ilgilidir; bu noktada şu ya da bu kaygılarla Orhan Pamuk ya da bir başkasının siyaset yapıp yapmadığı yönündeki soruya olumlu ya da olumsuz cevap vermesinin bir önemi kalmaz.
Toplumsal bir varlık olan ve edebiyat kategorisin de kendine yer bulan her insan siyasetle de yakından ilgili olmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyeceğim. Bunu edebiyat ya da edebiyatçı iddia etmese de inkar etse de gerçek budur.
Toplumun ilişki ve çelişkilerine belli bir yol ve yordamla betimlerken yapılan edebiyatın içinde ruhunda mesajında bir siyaset vardır bir yol ve bir yordam vardır. Bunu yapmaksızın edebiyatta yapılamaz. Bu noktadan itibaren siyaset ve edebiyat iç içedir.
Toplumsal kaygı duyup duymamasının da bir önemi yoktur, edebiyat bireysel bir işlevde, bir platonik aşkı bile anlatırken o toplumun birey üzerinde yer alan bütün etkilerinin bir sentezini anlatır. .Bu anlatım ne kadar dekoratif ve edebi mahiyet derinliklerinde dolaşsa da bu etkiden kurtulamaz. Bu nedenle binlerce yılın derinliklerinden gelen Homeros’un eserlerinden de, insan ilişkilerinin çok boyutlu yapısını ve siyasallığını yakalama şansı edindik.
Bu gün bu işlev her zaman olduğu gibi güçlüce devam etmektedir. Edebiyat, gerçeği betimleme sonucunda ortaya konmuş siyasal bir mesajdır Edebiyat, Siyasetin bin bir aracından biri olarak kendini ikame edendir. Edebiyatın insan erdem ve ilişkilerine yönelik siyasal algıları doğru yansıtsa da yansıtmasa da gerçekliği budur; edebiyat bir biçimde siyasal bir mesajdır. Bundan da anlaşılması gereken şey edebiyatta doğru mesaj, hangi estetik kaygılarıyla yapılmış olarsa olsun, mesajın gerçekçiliği yansıtma oranına bağlıdır. Bu da mesajın doğru bir siyasal zemine oturması, doğruyu iletmesi demektir. Toplumun çıkarlarıyla kesişmesi demektir doğduğu yere ait işlevini yerine getirmesi demektir.
Sonuçları itibariyle siyasal bir kaygı taşamayan edebiyat gerçekte yoktur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder