Artık kendinizi aldatmaktan vazgeçin. 4 Ekim 2008 Şemdinli-Aktütün muharebesinin kanlı bilançosu Kürt sorununu güvenlik önlemleriyle, ekonomik ve sosyal faaliyetlerle çözülmeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Bu tür olaylar her iki halkın sırtına kin kamburları eken birer kanlı kıyımdır. Devletin iflas eden Kürt siyaseti, askerin de gerillanın da şehit olmasına yol açan kirli savaşı üretmektedir.
Kürt sorunu, bir ekonomik sorun, bir iş ve aş sorunu, bir güvenlik sorunu değildir. Kürt özgürlük hareketi işsizlikten ve açlıktan doğan iradeci bir hareket değildir. Kürt sorunu, Kürtlerin gerçek bir ulus olmasını sağlayan dinamiklerin bu ulusun üyelerine yüklediği sorumluluğa karşı duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. Kürt ulusunun böylesi dinamiklerin doygunluğu olmasaydı bu savaş bir isyan olurdu, parladığı gibi de sönerdi. Kürt direnişini ısrarlı ve kalıcı yapan budur; bir ulusun özgürlük için tarihteki yerini belirleme mücadelesidir.
Bunu göz ardı etmek devletin tek boyutlu ırkçı politikasının sonucudur ve bunun kefaretini Kürt halkı kadar, Türk halkı ve Anadolu’nun diğer halkları da çekmektedir. Bütün bu kanlı kıyım ve inkarlara karşın, Kürt halkının her defasında yeniden özgürlük savaşına cömertçe kendi evlatlarını vermeye devam etmesi, ağır bedellere rağmen Kürt ulusunun haklı taleplerine bir işarettir. Bu gerçekleri öteleyerek ortak ülkemizde siyasal bir sonuç elde etmenin mümkünü yoktur.
Kürdistan dağlarında kanlı çatışmaların nedeni bu devlettir, bu ordudur. Halkı halka kırdırtmaya kadar devam eden inat, Kürtleri bir ulus ve ona ait haklar olduğu gerçeğini yok sayma siyasetinin, kirli savaşları kışkırtan sonucudur. Bu savaşın dağlarda iki silahlı güç arasında kalacağını düşünenler varsa da yanılmaktadır.
Bu savaş bir iç savaşa kadar gidebilir. İç savaş çıkınca da timsah gözyaşlarının abesle iştigal olacağı açıktır. Bunun önüne geçmek için keskin bir viraj dönülmelidir. O da, bir siyasi kararla bu kirli savaşın sona erdiğini ilan etmektir. Böylesi bir karara anlam verecek olan bilinç ise, Kürt sorununun ne ekonomik ne de sosyal hizmet ne de bir güvenlik sorunu olmadığını kavramaktan geçer.
Baskılara, inkar politikalarına, özgürlük ve demokrasiye karşı tutumlara son vermek üzere yeniden demokratik tarzda devleti yapılandırmaya yönelmek, bu sorunun gerçekçi çözümü için bir ilk adımdır.
Şemdinli-Aktütün muharebelerinin kanlı bilançosu, Ayvalık-Altınova şehir iç savaşına dönmesini engellemenin yolu, devletin ve ordunun demokratikleşmesine bu coğrafyadaki tüm farklılıkların eşitler olarak temsil edilmesine bağlıdır. Bunun dışındaki yollar bir kez daha bin kez daha asker-gerilla şehitlerine yol açacaktır. Bu da hızla yükselen kanlı iç savaş için bir zemin olacaktır.
Vuku bulması halinde İç savaş üzerine herkes bir şeyler yazacaktır. Bol keseden allemi cihanlar çıkacaktır. Ancak ben bu satırlardan böyle bir şeyin olmaması inancı ve umuduyla bir cümle yazmayı tercih edeceğim. O da şudur, İç savaşlar tarihi göstermiştir ki, bir tarafın diğer taraf üzerinde mutlak sonuç alan zaferi olmaksızın hiç bitmemiştir. (29 kez tekrar ettiği söylenen Kürt isyanını da bir ölçüde bu çerçevede görmek gereklidir) Bu çağda iç savaşın bir tarafın mutlak zaferiyle sonuçlanması mümkün olmadığı gibi, buna kimse izin vermeyecektir. Bu yüzden er ya da geç, geç kalındıkça da artan bir dış güç etkinliği altında, özellikle de süper güçlerin çıkarları doğrultusunda barış masasına oturulacaktır.
İki taraf sırtında ağır bir kin kamburu taşıyarak, dış müdahalelerin çıkar girdaplarına mahkum olarak barış diyaloğu ve anlaşmasına imza atacaktır. Bu her iki taraf için de adaletsiz, tarihi kinleri bağrında taşıyan onursuz bir barış olacaktır. Ortak ülkemizde yaşam için böylesi bir yolu denemek akıllara ziyan bir zorlamadır.
Kaçıncı kez yazacağız. Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değildir diye. Kaç kez tekrar edeceğiz Kürt sorunu ne ekmek ne aş sorunu değildir diye. Kaç kez askerin ölümü ile gerillanın ölümünü birbirinden ayrı tutmanın kimseye yararı olmayacaktır diye. Ortak bir ülkede eşitler olarak yaşamanın, bu tür denklemlerle hiçbir sorunun aşılamayacağını sürekli yazıp duruyoruz. Tekrar etmenin dayanılmaz ağırlığına rağmen bir kez daha tekrar edelim.
Kürt ulusu modern bir ulustur. Tüm ulusların taşıdığı özelikleriyle temyiz edilebilecek bir ulustur; dili, gelenek ve görenekleri, ruhi şekillenmesi, coğrafi birliği ve bu coğrafyadaki iktisadi alışverişiyle gerçek ve modern bir ulustur. Bu ulusu yok saymak, farklılığını ötelemek, varlık ve gelişim dinamiklerine devlete egemen olmanın avantajıyla yasak koymak, gelişim ve yükselişini durduramaz. Barbarlık çağlarında, feodal dönemlerde, ortaçağın en kasvetli kesitlerindeki barbarlıklarla başarılmamış bu girişimi, bilişim çağının iletişim etkinliklerinin gözü önünde başarmanın artık mümkünü yoktur.
Kürtleri asimile etmek olanaksızdır. Egemen ulus ve devletinin araçlarıyla böylesi bir başarı şansı tarihsel olarak kalmamıştır. Kürtler de bu yükseliş çağında yeryüzünün hiçbir güvenlik önlemi ve askeri baskısıyla diz çökmeyecek bir olgunluğa varmış bulunmaktadırlar; dünyayla bağları, insanlık aleminin siyasal, sivil toplumsal ve ekonomik kurumlarıyla öylesine iç içe geçmişler ki, alacakları ağır darbeler ve yaralara karşı dirençli olabilecek bir esnekliğe ulaşmışlardır.
Kürtler ortak ülkemizin resmen kabul edilmemiş eşitlerinden biridir. Bilmeyenlerin bilmesi gereken şey toprağın dili ve gücü olduğu ve bu gücün resmi her dayatmalarından daha gerçekçi, kalıcı ve varlığın açık tecellisi olduğudur.
İnsan toplulukları binlerce yıllık süreçler içinde bakir toprakları yaşama açarak onu anavatan haline getirirler. Bu eylemi tekrar ederek kuşaklar boyunca bu kazanımı doğayla aralarında bir ilişkiye çevirirler. Toprak ve üzerinde yaşayan halk böylesi bir anavatan ilişkisi aracılığıyla ortak bir dil kullanarak yaşam sürdürürler. Bu açıdan resmen tanınmasa da her ulusun yaşadığı ortak devlet altında toprakları üzerindeki varlığından ve bu varlığın tarihinden ve yaşama ilk kez açmış olmasından dolayı kazandığı anavatan hakkından kaynaklanan bir duruşa sahiptir. Bu duruş resmen kabul edilmese de o insan topluluğunu bir eşit haline getirir. Yazılı ve belgeli olmayan bu eşitlik, kendini alt kimlikte takınılan tutarlı davranışlarla gösterir. Devletin baskılarına karşı ortak duruşla gösterir. Bu duruşların daha çok belli bir toprak üzerinde ortaya konmasıyla da kendini ifade eder. Kürtler bunu on yıllardır bu topraklarda yaşamını sürdüren dosta da düşmana da göstermektedir.
Kürtler, ortak ülkemizin egemeni olan devlete, diğer eşitleri gibi vergisini ödemektedir. Maruz kaldığı tüm eşitsizliklere ve adaletsizliklere rağmen bu ortak ülkenin ordusunun var oluşuna ve kaynaklarının sağlanmasına katkı da yapmaktadır. Ortak bir ülküsü olmayan yani güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu iddiasında bulunduğu ülkenin mozaiğini temsil etmekten uzak amaç ve faaliyetleri olmasına rağmen bu orduya dolaylı olarak, verdiği vergilerle kaynak sağlamaktadır. Bu ordu ki Kürtlere ölümden, tenkil ve tehcirden başka hiçbir şey vermemiştir. Bu ordu ki, kendi vatandaşına karşı yabancı devletlerle işbirliği içinde sınır ötesi operasyon düzenleyen bir ordudur. Ordunun ülküsü tek boyutludur, bunun içinde hiçbir savaşta zafer kazanma şansına sahip değildir. Onlarca kez tekrar ededuran Kürt halk ayaklanmalarına karşı bu ordunun sicili eli kanlı bir sicildir. Ordunun bu konumlanışı, ortak ülkemizin sorunlarının derinleşmesinde kaoslara yönelmesinde temel unsurlardan biridir. Ölüm denklemleri üzerine kurulu bir siyasetin ordusu ortak ülkenin hiçbir sorununa çözüm gösteremez. Kürt sorununu bir Güvenlik sorunu olarak görmek, onlarca tekrarın gösterdiği gibi iflas etmiş bir siyasettir. Bu devletin ordusu, bu coğrafyada yaşayan farklılıkları temsil edebilecek bir ortak ülkü sahibi olmamıştır. Ordu, tarihi boyunca içte var olan adaletsiz ve dengesizliğin yarattığı halk ayaklanmalarını bastırmak gibi bir kendi vatandaşını katletme mekanizması haline gelmiştir. 1638 Viyana kuşatmasındaki gerilemeyle birlikte bu güne kadar da hiçbir savaşta başarı göstermemiştir; hep yenilmiş ve kaçmak zorunda kalmıştır. Çünkü haksız savaşlara yönelmiş ve üzerinde tepindiği toprakların ve halkların haklı direnişleriyle yenilmiştir. Balkanlardan, orta-doğuya her yerde aynı akıbete süre gelmiştir. bu ordunun, kesintisiz yenilgiler zincirine iç çatışmalarda vatandaşını katlederek başarı kazanma denemeleri de fiyaskoyla sonuçlanmıştır; başlangıçta ciddiye almadıkları, önemsemedikleri Kürt özgürlük hareketiyle on yıllardır baş edememenin sırrı buradadır.
Bu sır, bu topraklarda yaşayan halkların farklılıklarını temsil eden bir ortak ülkü sahibi olmamasında ifadesini bulur. Bu ordu, tek boyutlu bir ırkçılık üzerinde ortak coğrafyadaki eşitlerini yok etmek, onları düşman ilan etmek üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı da iç sorunların bastırılmasında bile güçsüzdür, eli kolu tutuktur, kendi kaynaklarına karşı bir savaş halindedir.
Öncekilerin bir tekrarı olan ve 4 Ekim 2008 itibariyle gündeme gelen Şemdinli-Aktütün karakolu baskınında ortaya çıkan kanlı tablonun sorumlusu da bu devlet ve bu ordudur.
Kürt halkının özgürlük isteğinden, kendi toprakları üzerindeki insani yaşam hakkından başka bir talebinin olmaması göz önüne alındığında, zulmün başlangıcında ve tırmandırılışında bu devletin inkarcı politikası yer almaktadır. Bu devletin ülküsüz ordusu da hezimet üzerine hezimetle haksız ve kirli bir savaşın maşası olduğunu göstermektedir.
Kürtler ise savunmadadır. Her canlı gibi bu insan topluluğu da var olma mücadelesini sürdürürken kendisine dayatılmış bu yıkım ve kıyama karşı savunma halinde tutum almaktadır. Bu açıdan Kürtleri suçlamanın ne adalet ne vicdanla ölçülür bir yanı yoktur. Kürt gerillasını suçlamak, onu terörist ilan etmek ise aynı şekilde insafsız bir tavırdır. Devletin dünyanın her tarafından halkının ödediği vergileri kullanarak silah alıp, kendi vatandaşını katletmek için kullanmayı görmezden gelip savunma ve hak talebinde olan bir halkın öz tepkisi olan gerillanın ferdi silahıyla gösterdiği direnmeyi lanetlemek, terör olarak tanımlamak aptalcadır. Savaşan iki tarafın olduğu koşulda bir tarafı terörist ilan etmek, olayın mantığına da aykırıdır. Üstelik Kürt tarafı birden çok kez ateşkes ilan etmesine karşın devletin kesintisizce saldırılarına devam etmesi karşı tarafı sadece yok edilmesi gereken silahlı çete olarak görmesi koşulunda adil bir tutum olamaz. Bu açıdan savaş karşıtı olmak iki tarafın aynı anda savaşa son vermesini talep etmeyi gerektirir. İki tarafında savaşçılarının anaları, aileleri ve ulusları olduğunu bilmek gerekir. Devletin medyası ve ordusuyla geliştirdiği tek taraflı yaklaşım ötekini daha da katı hale getirecek ve haklı direnişine güç katacaktır. Kürtlerin haklı olması bir yana, devletin bu tek boyutlu kirli siyasetine karşı birbiriyle kenetlenmesi var olmanın gerektirdiği sert direniş ve tutumu göstermesi doğal olan bir sonuçtur. Bunu bilmeyecek kader algı özürlü bir devletin altında ortak bir yaşamın mümkün olmadığını anlamak zor olmasa gerektir: bu Kürtler için değil tüm Anadolu etnik dokuları için de geçerlidir. Bu yanıyla Kürtlerin mücadelesini milliyetçi kürt mücadelesi olarak görmek yanlıştır. Bu mücadele ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak tespit etmek var olan tüm verilerin doğal sonucudur.
Kürt halkın direnişi ülkemizde hızla tırmanan AKP‘nin karanlık egemenliğine karşı tüm Anadolu hakları adına da bir duruştur. Özgürlük ve demokrasi için bir oksijen penceresidir. Bu gün Kürt halkının direnişi bastırılmış olsaydı ne “Cumhuriyet”ten geride bir iz kalırdı ne de karanlıklar altına giriş önlenebilirdi. Bu mücadelenin en önemli boyutu da “Son Düello” olarak belirlediğimiz yerel seçimlerde verilecektir. Yerel seçimlerin sonucu bir kez daha ortak ülkemizde Kürt halkının mücadelesinin ne anlama geldiğini göreceğiz; yerele seçimlerin galibi gelecek on yılların ülkemizdeki siyasal yönelimleri doğrudan belirleyeceğini burada tespit etmek yanlış olmayacaktır.
Kürt sorunu güvenlik sorunu olmadığı gibi, bir ekonomik sorun, bir iş ve aş sorunu da değildir. Kürt halkının haklı uğruna mücadeleye atılanlar, açlıktan, işsizlikten ve ya diğer ekonomik nedenlerden dolayı değil, tersine ulusal oluşumlarını ifade eden nesnel unsurların tokluğundan, bu dinamiklerin yarattığı sorumluluktan dolayı mücadele atılmışlardır. Bir ulusun olgunluk düzeyi yani dolgunluk düzeyi belli aşamaları geçmemiş ise, böylesi bir savaşın kararlı şekilde yürütülmesini sağlayacak ne bir siyasal örgütlenme ne de bu uğurda savaşacak militanların varlığı söz konusu olmazdı. Kürt halkının her defasında yeniden, cömertçe, özgürlük savaşına kendi evlatlarını vermeye devam etmesinin başka hiçbir anlamı ve izahı yoktur. Bu gerçeği bilmeden, bu gerçeği görmezden gelerek sorunlara gerçekçi çözümler üretmek mümkün değildir. Kürt ulusu, özgürlük savaşçılarının arkasında durmaktadır. Bunu da bin bir yolla fiilen hayata geçirmektedir. Başka türlü, on yıllardır süren bir savaşı ayakta tutmaya, taşıma suyla değirmen çevirmeye imkan yoktur.
Kürt sorununa bu gerçekçi açılardan bakınca görülecektir ki, dağlarda süren kanlı çatışmaların tek nedeni bu devlettir, bu ordudur. Halkı halka kırdırtmaya kadar devam eden inat, bu yok sayma siyasetinin, kirli savaşları kışkırtmasının sonucudur. Belli bir kırılma noktasından sonra da bu savaşın öyle muallakta kalmasını kimse beklemesin.
Bu savaşın dağlarda iki silahlı güç arasında kalacağını düşünenler varsa yanılmaktadır. Timsah gözyaşları dökmenin belli bir süreden sonra da hiçbir anlamı olmayacaktır. Bu savaş bir iç savaşa kadar gidebilir. Bu gidişi öncelikle kavramak gerek. Bu gerçekler kavranmayınca iç savaşın körüklenmesine katkıdan başka bir şey yapılmış olamaz. Bu tehlikenin olduğuna inanmak ve buna karşı durma iradesi göstermek gerek. Bunun en kestirme yolu, kim önce başladı, kim suçlu kim suçsuz demeden kestirmeden ve acilen savaşı durdurma kararı almak gerek. Bu bir siyasi karardır askeri değil. Siyasi irade gösterilmeden böyle bir kararı alınması mümkün değildir. Binlerce gerekçe koyulabilir ama sonuçta bu gerekçelere rağmen savaşı durdurma iradesi gösterilmese, yaklaşan iç savaşın önü kesilemeyecektir.
Bu amaçla keskin bir viraj dönülmelidir. Savaşa son verecek irade, ülkenin demokratikleşmesi için bir çıkış yolu, bir yol haritasıyla devletin demokratik tarzda yeniden örgütlenmesi, ortak ülkemizin mozaiği dikkate alınarak yapılmalıdır. Bunun tarih içinde en gerçekçi ikamesi devrimledir. Radikal önlemlerledir. Buna rağmen bir talep ve bu talebin arkasında duracak kitlelerin etkinliğiyle ilk adımları atılabilecek özelikleri sahiptir. Bunun da gecikilmeden yapılması gerektir.
Demokrasi birlik için güçtür bölücülük değildir. Farklılıklarımızı öteleyen onların hak ve istihkakını reddeden her milliyetçi eğilim gerçek bölücülüktür. Ulusalcıların handikapları da budur. Liberallerin handikapları ise hak uğruna direnişi, devletin terörüyle eşitlemelerinden mütavelit özgürlük hareketini kayıtsız şartsız teslim olma anlamına gelecek yaklaşımlarıdır.
Bu noktadan itibaren, yanlış siyasetlerin çağrıştırdığı tehlikeli gidişin önünü kesmek için acil tutumların alınması gündeme gelmektedir. Şemdinli-Aktütün muharebelerinin kanlı bilançoları (üçüncü kez bu alandaki çatışmalar iki taraftan 80 can aldığı bilinmektedir) Ayvalık-Altınova şehri iç savaşına dönmesini engellemenin yolu etkin siyasi iradeyle alınacak bir kararla savaşı durdurulması olacaktır. Bu yapılmazsa hiçbir suçlama ve karşıt suçlama iç savaşın önüne geçemeyecektir.
Vuku bulması halinde ise, iç savaş üzerine herkes birer alemi cihan kesilerek bir şeyler yazacaktır. Ancak bu satırlardan böyle bir şeyin olmaması inancı ve umuduyla bir şey yazmayı tercih edeceğim. O da şudur, iç savaşlar tarihi göstermiştir ki, bir tarafın diğer taraf üzerinde mutlak bir sonuç alan zaferi olmaksızın hiç bitmemiştir. (29 kez tekrar ettiği söylenen Kürt isyanını da bir ölçüde bu çerçevede görmek gereklidir.) Bu çağda iç savaşın bir tarafın mutlak zaferiyle sonuçlanması mümkün olmadığı gibi, buna kimse de izin vermeyecektir. Her iç savaş er ya da geç barış masasında noktalanacaktır. Savaşlar uzadıkça dış müdahalelerin çıkarları altına girmesi hızlanacaktır. Uzayan her savaş, tarafların zararına aracıların yararına bir çark haline gelecektir. Böylesi savaşlar sonuçta iki tarafın sırtında ağır kin ve intikam kamburları yaratarak barış masasında son bulurken, iki taraftan yitirilen gençlerin cesetleri üzerinde yükselmiş olacaktır. Yakın dönem İran-Irak savaşı, Lübnan iç savaşı içinde yaşadığımız bölgemizin birer örneği olarak karşımızda ders alınacak örnekleri oluşturmaktadır.
Ortak ülkemizin böylesi bir deneye ihtiyacı yoktur. Devletin çağ dışı siyasal tercihleri yüzünden sürüklenmekte olduğumuz bu karanlık ortam yıkıcı sonuçlara sahiptir. Yıkım hepimiz altında kalacağı bir sonuçtur. Buna karşı tutum almak özgürlük ve demokrasiden yana olmak ortak ülkemizde eşitler olarak ortak yaşamımız için zorunludur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder