Türkiye Cumhuriyeti düşünce çeşitliliğini kapsamaktan acizdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünce düşmanlığı sabıkası bilinen bir gerçektir; bu Cumhuriyette farklı olmak bir ayağı mezarda olmak gibidir.
Osmanlıdan çıkıp geldiği haliyle farklı bir yaşam planı üzerine kurulacağı iddiasında olan Cumhuriyet, aslına dönmekte gecikmedi. Ortak ülkemiz birimizin ülkesi olma dayatmasına yöneldi. Düşünceyi tek partide tutsak etmekten, II. dünya savaşının arifesine uygun bir faşizanlıkla azınlıkların, farklılıkların fiili tasfiyesine koşuldu. Hatay’ın ilhakı, 6 -7 Eylül 1955 olayları birbirini takip eden tek boyutlu bir aklın Osmanlı bilinçaltından gelip, Cumhuriyetin rahmeti altında yaşayanlara saplanmış bir mızrak gibi kendini gösterdi. O günden bu güne, düşünceye vurulan zincirin seyri seferi kıyımlar, baskı ve kovuşturmalar, sürgünler, tehcir ve tenkillerle sürmüştür.
Farkı olmak yasaktı. Kimse farklı olmayacaktı, farklılık gerekirse de kendileri bunu temsil edecekti. Bir başka tarihsel bilinçaltı algısıdır bu. Bu akıldan düşünce farklılıklarını, diyaloglarını, sentezlerini algılamayı, barışa ait bir şeyi beklemek ikna edici bir siyasal tutum olmaktan çıkmıştır. Ciddi bir kırılma olmadan da bu aklın bu algıların değişimini beklemek mızrağı çuvala sığdırmak kadar gibidir.
Siyasette tek boyutluluğu aşamayan farklılıkları içselleştiremeyenler hangi söylemler ardında saklı olursa olsunlar, toplumsal ilerlemenin özü olan düşünce özgürlüğüne karşı yasaklarıyla çıkacaklardır. Türkiye, AKP’nin rahmeti altında bu gerçekle karşı karşıya kalmıştır.
****************************************
24 Ekim 2008 itibariyle Türkiye blogger girişlerini yasakladı. AYRI VARLIK blogumuz da Türkiye’den izlenemez oldu.
MGK toplantısı ardından gelen bu yasak kararını aynı anda ülke çapında ağır bir operasyon ve kovuşturma süreci takip etti. Ölü, diri aranan bulunan, eski yeni öne çıkmış herkesin üzerine bir kez daha gidildi.
Bütün bu olanlar Aktütün hadisesi sonrasında gündeme gelmesi, esasında ne ilk ne de sondu. Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünce düşmanlığı sabıkası bilinen bir gerçektir; bu Cumhuriyette farklı olmak bir ayağı mezarda olmak gibidir. Bu düşmanlığını zaman zaman takrir-i sükun yasalarıyla, zaman zaman varlık vergileriyle, 6-7 Eylül olayları, ilhak ve işgallerle ve de sınır ötesi operasyonlarla göstermiştir.
Üzerinde hüküm sürdüğü toprakları yaşama ilk kez açmamış olanların, hırsız fenerinin soluk ışığıyla, insanlık tarihine güneş ışını gibi uygarlık bahşeden halkları yönetmesinin handikapları sık sık böyle nüksedip duruyor. Bir kompleks gibidir bir sendromdur bu. Üzerinde egemen olunan toprakların yerlileri özgürlük isterken taşınan korkularla ülke yönetmektir bu. Bu tedirginliğin tetiklediği korkularla siyaset yapmayı denemek sonu bir iç savaşa dönecek riskli bir maceranın bataklığına saplanma anlamına gelir. Düşünce özgürlüğüne saldırı bunun tafsilatıdır.
Dünden Bugüne
Osmanlıdan çıkıp geldiği haliyle farklı bir yaşam planı üzerine kurulacağı iddiasında olan Cumhuriyet, aslına dönmekte gecikmedi. Ortak ülkemiz birimizin ülkesi olma dayatmasına yöneldi. Düşünceyi tek partide tutsak etmekten, II. dünya savaşının arifesine uygun bir faşizanlıkla azınlıkların, farklılıkların fiili tasfiyesine koşuldu. Hatay’ın ilhakı, 6 -7 Eylül 1955 olayları birbirini takip eden tek boyutlu bir aklın Osmanlı bilinçaltından gelip, Cumhuriyetin rahmeti altında yaşayanlara saplanmış bir mızrak gibi kendini gösterdi. O günden bu güne, düşünceye vurulan zincirin seyri seferi kıyımlar, baskı ve kovuşturmalar, sürgünler, tehcir ve tenkillerle sürmüştür.
Farkı olmak yasaktı. Kimse farklı olmayacaktı, farklılık gerekirse de kendileri bunu temsil edecekti. Bir başka tarihsel bilinçaltı algısıdır bu. Bu akıldan düşünce farklılıklarını, diyaloglarını, sentezlerini algılamayı, barışa ait bir şeyi beklemek ikna edici bir siyasal tutum olmaktan çıkmıştır. Ciddi bir kırılma olmadan da bu aklın bu algıların değişimini beklemek mızrağı çuvala sığdırmak kadar gibidir.
21. yy da iletişim gelişmeleri farklı bir boyut kazanmıştır. Önceki yüz yıla aitmiş gibi görünen kimi özgürlük hareketlerinin bilgi çağının bir parçası olarak kendini ifade etmesi gündeme gelmiştir, bir ulusal sınır bir ulusçu teklikten çıkmış genel kapsayıcı bir demokratik hareket olmuştur. Eksikliklerine rağmen gerçeklerin kayalarına çarparak yontulup tek boyutlu olmaktan çıkmıştır. Bunu en azından düşünsel olarak içselleştirmeye yönelmiştir. Bu yanıyla, ortak ülkemizin özgürlük hareketini farklılıklarımızın birlikteliği içinde algılamak yanlış değildir. Bu yanıyla da düşünceye milliyetçi duyguların esiri olarak sınır koymanın geçerli olmayacağı açıktır. Bir süre bu etkilerin sokaklardaki yansımalarına bakıp kalıcı olduğu düşünülmemelidir. Önceki yüz yılda çok kolayca bir iç savaşa dönüşebilecek bu günkü verilerin farklı etnik toplumların sağduyusuyla dizginlenmesini başka bir şeyle izah etmek güçtür; “birbirimizden kız alıp vermişiz” hikayeleri bu noktada ayrıntı bile değildir.
Bu aynı zamanda bir ulusal özgürlük çabasının “21. yy dışı, ilkel milliyetçi bir kalkışma” olmadığına da önemli bir göndermedir. Sınırları, ulusal ve ülkesel yasaları ve etkinlikleri aşmanın başka bir anlamı yoktur. Kürt özgürlük hareketi bu yanıyla bölücü ve milliyetçi bir hareket değildir. Bir insan hakları hareketidir, bir kolektif kimlik mücadelesi, sosyal-siyasal bir duruşu hareketidir. Bu hareketin oluşturduğu atmosfer ortak ülkemizin en önemli demokrasi dinamiği olarak da tecelli etmektedir. Bu açıdan düşünceye saldıranların gerekçesi olarak işaret edilmesi normal olduğu kadar, yalanların en komiğidir de.
Dün “sol iktidarı ele geçirmek üzereydi”, “biz gelmeseydik komünizm gelecekti” diye yapılan, bu gün “Kürtler geliyor” diye yapılmaktadır. Gerçekte ise düşünceye karşı saldırı, belli bir akıl türünün bu topraklarda konumlanışının kendine özgü dışavurumundan ibarettir; barış içinde bir arada yaşamayı içselleştirmemenin, tek boyutluluğu dayatmanın da doğal sonucu bu davranıştır. Bu ise siyasette at gözlüğüyle yürüme gibi bir sonuç üretmektedir. Sosyal, siyasal sorunlarımızı çözüme güvenlik açısından, savaş ve askeri açıdan yaklaşmanın onanmaz duruşu buradan gelmektedir.
Yasaklar tarihte hiçbir toplumu ileri götürmemiştir. Yasakların başladığı yer gerilemenin de başladığı yerdir. Bu süreci besleyen nesnel nedenleri ortadan kaldırmadıkça öznel dinamiklerin artmasın önlemek mümkün değildir; yasakları yasakların izlemesi, güvenlik önlemlerini artan kovuşturmaların takip etmesi çatışmaları savaşların izlemesi de bundandır. Bu süreci ortak ülkemizde derinleştirenler, egemenlikleri tek boyutlu sürdürmek isteyenlerden başkası değildir: bir bölücülük varsayımı gerçek ise o da bunların işidir. Bölücülük, farklılıkları güç olarak algılama yerine onları yok etmeye yönelmenin siyasal sonuçlarıdır. Bunun her düşünceye karşı tepkili ve yasakçı olarak yansıması kaçınılmazdır. İnternet ortamını kovuşturmaya yönelik akılda bunun tezahürüdür.
Türkiye Cumhuriyeti düşünce çeşitliliğini kapsamaktan acizdir.
Düşünceye saldırı belli bir tarihin içinden çıkıp gelen tüm siyasal yönelimlerin temel işlevi gibidir. Bu akıl, sadece belli tarihi kesitlerde öne çıkan sorunların düşüncesini kırma gibi bir eğilim içinde de değildir. Saldırısını toptancı yöntemlerle ve korkuların gerginlikleriyle yapmaktadır. Dün komünistler geliyor heyulasına karşı gösterilen tepkide Kürtler de azınlıklarda mağdur edilirken, bu gün Kürtlere karşı saldırıların yanı sıra ortak ülkemizin tüm özgürlük ve demokrasi hareketlerine karşı bir saldırı olarak yürümektedir. Bilgi çağının insanlığa, toplumlara ve bireye kattığı iletişim gücünün yaratıcı etkinliğine uzanan bu saldırılar gerçekte bilimsel verilerin sosyal siyasal ilişkilerdeki işlevlerini sınırlamaya yönelik akıllara ziyan bir saldırı olarak belirmektedir. Bu aynı zamanda bilimsel ve teknik gelişmelerin açtığı ufuklara karşı egemenlerin tutumunu izah eden bir belirtidir.
Bilgi çağının araçlarını da düşünceye saldırı amacıyla yasaklar kapsamına almak anlamsız olduğu kadar olduğu kadar, işlevsizdir. Bir yeni uygarlığın bir yeni sistemin bir yenilenmenin aracı olarak bilgi çağının iletişim araçlarını durdurmak eski toplumun boyunu çok aşan bir tavırdır. Bu araçları ulusal ölçekte güvenlik önlemi kapsamında ele alarak onlara getirilen yasakla engellenmesi mümkün değildir. Bu araçların kitle iletişiminde yarattığı devrimle oluşan, birbirine alternatif o kadar çok etkinlik bulunmaktadır ki, bir yerden kapanan kapıları bin bir yerden açmak bir PC tuşuna tıklamak kadar kolaydır. Bu nedenle düşünce özgürlüğüne net ortamında yasak koymak aptalların işi değilse, kaybetmişlerin işi olduğu kesindir.
Sonsuz ihtimallerin yarattığı olanaklarla mücadele ancak daha iyi daha ileri bir düşünceyle olabilir. Bu konuda kendine güvenmeyenlerin hiçbir çabası başarı şansına sahip değildir. İnternet ortamının bin bir aracıyla, halkına ev ev, büro büro, kişi kişi ulaşılabildiği bir dünyada tarihin tekerleğini tersine çevirmenin olanağı yoktur:
Bu çağın düşünce özgürlüğünü sınırlayabilecek, yasaklayabilecek bir kudret, ne kapitalist sistemlerinin ne de ulusal devlet üzerinde kurulu egemenliklerinin hiç bir aparatında mevcut değildir. Bu güç artık topluma ilerleme düşünceleri sunanların bunun küresel ölçekte sentezleyebilenlerin elindedir. Ve sonuç almak ne kadar gecikse de, mutlaka başarıya ulaşacaktır.
AKP–Ordu İttifakı
Siyasette tek boyutluluğu aşamayan farklılıkları içselleştiremeyenler hangi söylemler ardında saklı olursa olsunlar, toplumsal ilerlemenin özü olan düşünce özgürlüğüne karşı yasaklarıyla çıkacaklardır. Türkiye, AKP’nin rahmeti altında bu gerçekle karşı karşıya kalmıştır.
AKP artık Orduyla el ele yasakların baskı ve kıyımların iktidarıdır. Ne evrensel insan hakları yasa ve kurumlarının ne de bu türden toplulukların bir unsuru olma çabasındadır. Hiçbir zaman da bu çabalarda olmamıştır. Olan her güçsüzün iktidar yürüyüşünde halkı kazanmak için yaptığı manipülasyonlardır. İlk eğirlimde bu maske düşmüştür. İlk kırılmada da çirkin bir askeri kıyım aygıtının yürütme organı olmaya adaydır. Ülkemizdeki gelişmeler AKP’nin siyasal işlevinin nereden nereye nasıl geldiğine de önemli veriler sunmaktadır. Din bezirganlığı ise, bilenen tarihi süreciyle tanrının görünmemesinden kaynaklanan prestijini halkın geleneksel eğilimlerini yönlendirme amacı taşımaktan başka bir anlamı yoktur.
AKP’nin iktidarını pekiştirme sürecinde Orduyla girdiği ortak paydada farklılıklara karşı bir kıyım anlamı taşıması ve bunun farklı düşünceleri iletişim araçlarında da takip edecek bir boyut alması, bir sonun başlangıcına işaret olarak algılanmalıdır. Bu ülke, bu hikayeyi 1950-60 sürecinde, 1970-80 sürecinde bir biçimde yaşadı. Şimdi sahnelenen ise önceki yaşanmış hikayelerin kırılmasından çok farklı bir boyut alacak gibidir. Ortak ülkemizde ortaya çıkacak tüm olumsuz sonuçların sorumluları da kendileri olacaktır.
Bu meyanda sık sık yerel seçimleri yaptığımız vurgu ve son düello tanımlaması yerli yerine oturmaktadır. Yerel seçim düellosu gerçekte ülkemizin çok önemli bir dönemeci olacaktır. Düne kadar bu dönemeci başarıyla kat edeceği sanısında olan AKP-Ordu ittifakı artık sonuçtan hiçte emin değildir. Devletin tüm bütçesini bu kirli amaç için harcasalar da artık bu senaryolar tutmayacaktır.
Bu düelloda özgürlük ve demokrasi güçleri özellikle de Kürt halkı hepimiz adına dik duracaktır. Yerel seçim sonuçları, ne türden bir başarısızlık olursa olsun iktidarın pompaladığı söylemlerin inandırıcılığına bir darbe olarak tecelli edecektir. Ordu geri dönüşü olmayan yaralarıyla, yalan ve abartmalarıyla bu savaşı askeri açıdan bile kazanamayacak çapsızlıkta olduğunu gösterdi. AKP ise iktidarını pekiştirdikçe, ülkemiz sorunlarına yaklaşımdaki ikircimlikleri açığa çıktı, Fırat’ın ötesi ile berisi arasındaki siyasi aldatmacalarının orduyla aynı ray üzerinde bir tek boyutlu milliyetçilik olduğu anlaşıldı.
Anadolu mozaiğini ortak bir amaç ve çıkar birliği içinde yönetmekten aciz olanların egemen oldukları bir ülkede yaşam, farklı arayışları ve düşünce farklılıklarının farklı eylemlere yönelmesini gündeme getirmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu dağılmayı halkların lehine toplamak ise halkların ortak çıkarlarını temsi eden sosyal ve siyasal yönelimlerle mümkündür. AKP hiçbir zaman bu yerde olmadı ve olmayacaktır. Düşünceye ve onun araçlarına yönelin son saldırıları bu kapsam içinde ele almamız gerekiyor.
MGK toplantısı ardından ortaya çıkan gelişmeler, bir kez daha bu ülkede bu sistem var oldukça, seçilmişlerin değil atanmışların baskı ve diktaları karar sahibi olmaya devam edecektir. Bloglarımızın ülke içinde izlenmesine gelen yasaklar, bu ülkede verili sistem altında hiçbir iktidarın, evrensel bilgi ve düşünce sentezleri ve onların araçlarıyla ortak yaşanmayacağı mesajı verilmiş olunmaktadır.
AYRI VARLIK blogu kapanır, www.ayrivarlik.com açılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder