16 Mayıs 2012 Çarşamba
ZAYIF HALKA
Hava yine kurşun gibi ağır…Bağır bağır bağırıyorum…İkinci anavatanım Suriye’yi katletmek istiyor hainler, herkesi duyarlı olmaya çağırıyorum…
1 Mayıs’tan bu yana enerji kaynağım düşük yoğunlukta. Bu hafta Cisir el Şuğur bölgesinde çatışmaları orta yerinde sınır boylarında arkadaşlarımla birlikteyim. Daha önce yola çıkarken aldığı enerji artık o enerji değil. Kara bir sis perdesi, belli belirsiz ama sarsıcı etkisiyle bir kırılma içinde. Güçlü bir zemin üzerinde yükselmeyen her tutku bir yerden sonra kırılabilir. Küçük bir taş parçası devrilmek için yeterli. Zemin güçlü ise Hz Alinin dediği gibi “beli kırmayan darbeler güçlendirir”. Algılarım, duyumsamalarım hissettiklerim böylesi bir sınav içinde olduğumuzu anlatıyor; bu kez Cisr el Şuğura aynı ışık saçan ben olarak gitmediğimi söylemekle yetineceğim. Bakalım…
Doğada her şey kendine ait bir denge ve paralellik içinde sürer. Bendeki haller bu bölgedeki hallerle de paralel…Birde kesif bir yağmur başladı, semadan… Artık her şey tam bir negatif uyumluluk içinde. Bu nedenle hayati riskler çok daha yoğun, sanki her an bir yerden bir kurşun yiyeceğim ve bunu engelleyecek takatim olmadığı sanısındayım; su testisi suyolunda kırılır…
Doğruları arkasında dik durmak sonu ne olursu olsun yürümek bir denge halidir; engelse göre tüm dengeler sunidir, mutlak olan harekettir. Hareket halindeki dengelerim adına yürüyorum… Bakalım…
Mücadele sevgi ve tutku gibidir. Engelleri aşa aşa yürür, beslenir büyür, korunur önlem alır, benim hallerim de öyle, bunu başarıyoruz bunu yükseltiyoruz; bu kendi dengelerimiz için olduğu kadar tarih ve halkımız karşısındaki sorumluluğumuzdur da… Bu sorumlulukla, her zaman olduğu gibi yolum bölge halkları ve ülkeleri için canlarını ölümüne sunan mücadele arkadaşlarımın yanına, çatışmaların merkezine, dağlara, vadilere, nehirlere, tarlaları yöneldi. Yine sınır bölgesinin amansız alanlarına, Türkiye’yi tarihi bir vebal altına sokacak çocuk katılı Erdoğan iktidarının eli kanlı şebekeleri sızdırdığı sınır bölgelerine ulaştım. Bu satırları yazarken dünden çok daha enerji dolu olduğumu belirtmeliyim. Yazımı düzenlerken bu satırları yazmasam duygularımı sansürlemiş olurum. Halkım için mücadele tutkularımın rolü de budur…
Birinci perde kapandı demiştim. Suriye başardı ama her şey böylece bitmedi. Bu ülkenin tarih serüveni komplolarla mücadele tarihi gibidir. Direnmenin bedeli vardı, Suriye’ye bu bedeli ödüyor. Yeni süreçte sisli bir hava var, kurşun gibi ağır dediğim de bu. İkinci perdenin senaryosu çok belirgin değil. Bunun için cehennemi bir denklem olan “yaratıcı anarşi”yle, terörle, kıyım ve yıkımla sokakların sıcak tutulmaya.
Bölge bu kez farklı bir yöntemle kaynatılıyor. Bitip tükenmez bubi tuzakları, uzaktan kumandalı patlayıcılar, yağmur gibi her köşeden çıkıyor. Bunun için çok kişiye gerek de yok, terör dar kadro işidir zaten. Dev bir kentte, geniş ve kalabalık bir ülkede bile bu işleri yapmak için az sayıda insan yeter. Bir dev kenti üç kişi kitler elini ayağın dolaştırır. Eylemler tarihini iyi bilenler de bilir ki, hiç kimse önceden ihbar yoksa eylem anında yakalanmaz. Kaçar gider ve eylemin etkisi yanına kar kalır. Terör de budur. Üç kişi bir ordunun yapamayacağını yapar… Hiçbir mevzide tutunamaz, kitlelere mesaj veremez, katle kazanmaza, ahlak vicdan tanımaz ama işi bu bütün bu insani değerleri yıkabileceğini göstererek korku salmaktır amaç. Dünya şer güçleri Suriye karşısında hezimete uğradıkça, sarıldığı tek yöntem bu oldu. 1980’li yılların aynı eli kanlı şebekesi olan Müslüman Kardeşler Örgütü, Saddam’ın şemsiyesi altında Suriye’yi kana bulayıp durdu; Bu günün Saddam’ı Amerikan, Katar, Suudi kuklası Erdoğan’dır…
Erdoğan yönetimi akıl sınırlarını zorlayan bir düşmanlık, Suriye’deki ölüm makinelerini çalıştırmaya devam ediyor. Amerika’yı, İsrail ve Avrupa birliğini çok gerilerde bırakan, kraldan çok kralcılık yaparak, adı Katar ve Suudi’den de önce anılan Türkiye, Suriye’deki iç karışıklıkların baştan itibaren en önemli kışkırtıcı unsuru olduğu ortaya çıkmıştır; bu öylesi bir boyut aldı ki Türk bayrakları her protesto ve kanlı eylemde boy gösterir oldu (bayrağı kanlı kıyımlara alet edenler, onu koruyamazlar, zulüm görenler böylesi istilacı bayrakları haklı olarak ayaklar altında çiğner) Türkiye kanlı elleriyle komşusu Suriye’ye hiçbir neden ve gerekçe olmadan saldırıp duruyor. Suriye ise, tarihinin uygar kimliğiyle sakince., soğuk kanlıca, komşuluğun gelip geçici bir şey olmadığı gerçekliğiyle halkını severek ama yönetimine dersler vererek davranmaya devam ediyor; küçük dersler, kof böbürlenmelerle, kof tehditlerle kendini küçük düşürenlere, elinin tersiyle itip “yapamayacağın şeye kalkışma” diyerek ders veriyor.
Ama Türkiye halkının iradesine rağmen korkunç bir sürükleniş içinde tarihi düşmanlıklara gidiyor. Bölgede ona biçilen askeri müdahale rolü, tarihe, coğrafyaya, dostluğa, kardeşliğe bir meydan okum olarak ikame ediliyor. Yakın günlerde Bağdat’ta patlayan bombalar kadar Şam’da yapılan intihar saldırıları ve insanlık dışı vahşetin Türkiye’nin parmak izlerini taşıyor. Erdoğan, komşularla sıfır sorunu bir kenara atalı çok oldu, şimdi “çocuk katili” apoletleriyle, bölgenin Saddam’ı rolünü oynuyor.
Şam’da yapılan ve 55 kişinin katledildiği 200 kişinin yaralandığı eylemleri üstlenen, “Cephit el Nasra li ehli el Şam” (Şam Halkına Destek Cephesi), EL KAİDE’nin Suriye koludur. Bundan bir yıl önce Humus kentinde kuruldu. Özellikle Irak’ta kanlı eylemlere imza atan insanlık dışı terör eylemleri sorumlularından oluşmuştur. Bu katil sürüsünün bir örgüt olarak şekillenmesinde Türkiye MİT’inin etkin rol aldığı belirtilmektedir. Bu tür paramiliter kukla örgütlerin tek işi, komplo aracı olmalarıdır. Suriye başardıkça gerileyin dünya şer güçleri yeni komploları için sokakları sıcak tutmak üzere bu tür kukla örgütleri harekete geçirirler; ne askeri bir zafer, ne de sosyal bir etki peşinde değil; sadece sokakların sıcak tutulması için sağa sola rastgele bombalama eylemi yapmaktır. İnsan katli tek hedeftir, dehşet tek amaçtır.
Ak denizden Kafkaslara uzanan bu zengin bölgenin denetim altına alınması, çoğu insanın haritaya bakmadığı için dikkatini çekmeyen bu hatta, insan potansiyeli, kültürel ve inançsal dokularının yapısı bu bölgeyi çok hassas bir bölge haline getiriyor. Okyanus sahillerinden Fas’la başlayıp gelen, Cezayir’i sarsan, Libya’yı istila eden, Tunus’u ele geçiren, Mısır’ı tarihin diplerine çeken, Ürdün ve Türkiye’yle iktidarda olan, tarihin en büyük gerici hamlesi bu ülkeleri ve devletleri ele geçirmişken laikliğiyle direnen bir tek Suriye kalmıştır. Okyanus sahillerinden Türkiye’ye uzanan bu gerici halka Suriye barikatıyla, direnişiyle yüz yüze kaldı. Teslim olmadı. Gerici halka burada açık verdi. Bunu kapatmak için çırpınmaktadırlar. Bu halkayı bu noktada kapatabilirlerse, Ak deniz onlar için bir göl olur; aydınların, eleştirmenlerin siyasilerin dikkatinden kaçan bu nokta Asya’yı bir ucundan diğer ucuna kadar sarsacak sonuçlar yaratacağını ise söylemeye bile gerek yoktur.
Bu gerici halka kapanmayınca emperyalistler için korkunç kabuslar başlıyor. Çünkü Ak denizden, Kafkaslara uzanan bu alanın Lübnan, Suriye, Irak, Iran ön hattında çok yakın bir kültürel, tarihsel inançsal hatta mezhepsel nüfus yer almaktadır. Bu insanların ezici çoğunluğu Amerika ve İsrail’e karşı haklı ve köklü bir tepki duymaktadır. Bu alanda 150 milyon insanın yaşıyor ve iki gereci öbeğin arasını kesiyor Yeni Osmanlı Türkiye ve Arap gericiliği. Bu noktadan baktığımızda neden Suriye sorusu daha açık değil mi?
Buradan anlaşılması gereken şey şudur, bölgede mezhep çatışmalarını ve bölge ucu açık genel bir savaşı körükleyenler yalnızca, emperyalist-siyonist ve Arapların tarihsiz ve kimliksiz kukla gerici yönetimleridir; “en ucuz ihraç malı askeri olan Türkiye” ise, bu sürecin üçüncü sınıf bir kuklası olarak yerini almaktadır.
Bu veriler, bir kez daha neden ısrarla Suriye dediğimizi anlatmaya yetmez mi. Suriye’yi savunduğumuz için bizleri “Suriye casusu” olmakla suçlayan ahlaksızların, kimlerin casusu olduğunu göstermeye yetmez mi? Bölge halklarını özgürlük ve demokrasiyi savunurken siyasette bu bedelleri ülkeler kadar insanların da ödemesi çok normaldir. Anormal olan, kendi halkına sırtını dönenlerin bu özverilere karşı gösterdiği Erdoğanlaşmış tavırdır, Amerikanlaşmış, İsraillileşmiş tavırdır. Bu bataklıkta solun kimi kesimlerinin yer alması ise acı olandır.
Özverilere öz veri katarak yola devam edeceğiz. Bu bölge dış müdahalelere ve savaşa geçit vermeyecektir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder