HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

3 Mayıs 2012 Perşembe

PARAMETRELERİM

PARAMETRELERİM
GİRİŞ
Teorinin sacayaklarında ciddi hatalar var, nesnel hatalar var. Bu tezlerle geleceği kurmak imkansız. Özgürlük ve demokrasi için çok yararlı işler yapsa da sınıf mücadelesi, sınıfın doğasından dolayı asla kapitalizmle sonul bir hesaplaşma içine giremez. İşinden atılan işçiler, sınıf doğası gereği burjuvaziyle anlaşma yoluna gidecek ücretlerindin tenkisat pahasına, sistemi yeniden üretmek için burjuvaziyle omuz omuza verecek.

1 MAYIS KUTLAMALARINA GİDERKEN....

SOSYALİST TEORİNİN TEMEL DAYANAKLARINA ELEŞTİREL YAKLAŞIM VE TARTIŞMAYA DAVET…

Mihrac Ural – 28 Nisan 2012 / Cumartesi

SINIF MÜCADELESİ İHMAL EDİLMEMESİ GEREKEN REFORMİST MÜCADELE OLSA DA DEVRİMCİ DEĞİLDİR DİYORUM… SOSYALİZM TEORİSİNİNİN TEMEL ARGÜMANLARINA YÖNELİK ELEŞTİRİLERİMİ TÜM SOSYALİSTLERE YÖNELTİYORUM… TARTIŞMAYA DAVET EDİYORUM….

ONLARI TEORİNİN EN TEMEL TEZLERİYLE YÜZLEŞMEYE ÇAĞIRIYORUM…

MARKSİST-LENİNİST TEORİK YAZIMLARIN TEMEL SOSYALİST DAYANAKLARININ ELEŞTİREL, YENİDEN GÖZDEN GEÇİRLİMESİ GEREKTİĞİNİ BELİRTİYORUM. BUNU DA GERÇEK DEVRİMCİ KALABİLMEK VE BUNUN SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEK İÇİN SÖYLÜYORUM.

GELECEĞİN MÜLKİYET İLİŞKİSİNİN İDDİA EDİLEN TOPLUMSAL MÜLKİYETE GEÇİŞ DEĞİL, TARSİNE DAHA DA KÜÇÜLEREK ANCAK DAHA TOPLUMSAL SONUÇLAR VE DAHA ÜRETKEN EKONOMİK DEĞERLER ÜRETEN BİR MÜLKİYET BİÇMİ OLACAĞINI DİLE GETİRİYORUM. BUNUN DA MÜLKİYET TARİHİNİN KAÇINILMAZ SONUCU OLARAK GERÇEKLEŞECEĞİNİ İFADE EDİYORUM.

YABANCILAŞMANIN TARİHTEKİ ROLÜ, TEORİDEKİ GİBİ OLUMSUZ DEĞİL, TERSİNE  EN DEVRİMCİ İLERLEME DİNAMİĞİ OLDUĞUNU BELİRTİYORUM.

İŞÇİ SINIFININ KAPİTALİST SİSTEMİN TEMEL BİR SINIFI OLDUĞU GERÇEĞİYLE REFORMLARIN İKAMESİNİ BAŞARSA DA ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ AÇILIMLARINDA KİTLESEL ROLÜ OLSA DA ASLA DEVRİMCİ BİR ÖNCÜ ROL ALMAYACAĞINI TESPİT EDİYORUM.

İŞÇİ KÜLTÜRÜ, BİR KAPİTALİST SİSTEM KÜLTÜRÜ OLDUĞUNU VE GELECEĞİ TEMSİL EDEMEYECEĞİNİ, DEVRİMCİ BİR KÜLTÜR OLMADIĞINI, DEVRİMCİ KÜLTÜRÜN BİLEŞİM ÇAĞININ YENİ BİR UYGARLIK KURULUŞUNA ZEMİN OLAN KÜLTÜR OLDUĞUNU İDDİA EDİYORUM. GELECEK KUŞAKLARA BU AÇIDAN SONSUZ GÜVEN BESLİYOR VE ONLARIN BİZDEN DAHA İLERİ OLDUĞUNU TESLİM EDİYORUM.

SOSYALİZM, KAPİTALİZM MADALYONUNUN DİĞER YÜZÜ OLMAKTAN İLERİ GİDEMEDİĞİNİ, DAHA İLERİ BİR TOPLUMSAL SİSTEMİ TEMSİL EDEMEYECEĞİNİ BELİRTİYORUM.

ESKİ TOPLUMUN BAĞRINDAN GELİŞEN DEVRİMCİ KÜRESEL ÜRETİM İLİŞKİSİNİN, EMPARYALİST KÜRESELLEŞMEYE KARŞI MÜCADELEDE GALİP GELCEĞİNİ VE GELECEK ÜRETİM İLİŞKİSİNİN BU ZEMİN ÜZERİNDE  KAPİTALİZMİN KANATLARI ALTINDA GELİŞMEKTE OLDUĞUNU İDDİA EDİYORUM; BU TIPKI KAPİTALİZMİN FEODAL KRALIKLARIN KANATLARI ALTINDA GELİŞMESİ GİBİ BİR YOL İZLEYECEĞİNİ BU ANLAMDA TARİHİN SOYUTLAMALARINA UYGUN OLDUĞUNU BELİRTİYORUM.

BİLİMSEL VE TEKNİK DEVRİMLERİNİN YARATTIĞI, İNTERNET AĞLARIYLA OLUŞAN BİLGİ TOPLUMUNUN, KAPİTALİST META ÜRETİM FORMÜLÜNÜ NETELİKÇE DEĞİŞTİREREK, SANAL ÜRETİMİ VE METANIN "DEĞİŞİM DEĞERİ"Nİ ÖNCEKİNDEN NİTELİKÇE FARKLICA ÖNE ÇIKARACAĞINI, BUNUN İSE  TARİHSEL DEVARİM ANLAMINDA YADSINMANIN YADSINMASI OLACAĞI GERÇEĞİNİ BELİRTİYORUM. İDDİALARIMIN GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN TARİHSEL DEVRİM OLACAĞI GERÇEĞİNİN TEMEL DAYANIĞINI DA BÖYLESİ BİR YADSINMANIN YADSINMASINA BAĞLIYORUM.

TARİHSEL DEVRİMCİLİĞİ, NESLEN GELİŞMELERİN OLGUNLUĞU ÜZERİNDE GELİŞEN ÖZNEL GİRİŞİMİN DEVRİMCİLİĞİ OLARAK ALGILAMAYA, ARKASINDA HANGİ KİTLESEL GÜÇ OLURSA OLSUN SİYASAL DARBELERİ DEVRİM SAYMAMAK GEREKTİĞİ UYARISI YAPIYORUM. 19. VE 20 YY DEVRİMLERİNİN GERİ DÖNÜŞÜNDE BU EKSİKLİK OLDUĞUNU VE TEORİNİN HANDİKAPLARI GEREĞİ GERİ DÖNÜŞE MAHKUM OLDUĞUNU İFADE EDİYORUM. AYNI TEORİLERLE GELECEĞİ KURMANIN İSE KOMEDİ OLACAĞINI BELİRTECEĞİM... BU NE KADAR HAMASİ, İÇTEN, HALKÇI, EMEKÇİ GİBİ ARGÜMANLARLA DİLE GETİRİLSE DE KENDİNİ ALDATMAKTAN BAŞKA BİR SONUÇ ÜRETMEYECEKTİR.

TARİHSEL OLARAK İFLAS ETMİŞ TEZLERİ TEKRARLA PİŞİRİLİP SOSYALİZM DİYE, HALKI ve BİR BÜTÜN OLARAK EMEKÇİLERİ ALDATMAMAK GEREKTİĞİNİ BELİRTİYORUM.

İNSANLIK BİLGİ BİRİKİM VE DENEYLERİNE BÜYÜK KATKILARI OLSA DA GELECEĞİ TEMSİL YETENEĞİ OLMAYAN, TÜMÜ KAPİTALİZMİN KENDİ İÇ TIKANMALARININ ÜRÜNÜ OLARAK, GÜNDEME GELEN LİBERALİZM, "SOSYALİZM", DEVLETÇİ EKONOMİ, EMPARYALİST KÜRESELLEŞME GİBİ TEZLERİN, İÇTEN İÇE GELİŞEN DEVRİMCİ KÜRESEL ÜRETİMİN, YENİ BİR UYGARLIĞA, YENİ BİR ÜRETİM TARZINA GEÇİŞİ ÖNÜNDE BİRER ENGEL OLUŞTURDUĞUNU DİLE GETİRECĞİM…

GERÇEK DEVRİMCİNİN TARİHSEL İLERLEME YÖNÜNDE DURUŞ SERGİLEMEK OLDUĞUNU, BUNUN DA VERİLERİNİN GELECEK TOPLUMU ŞEKİLLENDİRMEYE BAŞLAYAN BİLİŞİM ÇAĞININ VERİLERİNDE BULUNDUĞUNU BELİRTECEĞİM…

KAPİTALİZME AİT HİÇ BİR DEĞER, HİÇ BİR VERİ,. HİÇ BİR SINIF, HİÇ BİR KÜLTÜR DEVRİMCİ OLAMAZ DİYECEĞİM.

İNKARDAN DEĞİL, TARİHSEL BİRİKİMLE İÇSELLEŞTİRİLMİŞ VE AŞILMIŞ OLANDAN SÖZ EDİYORUM VE YERELLİĞİMİZE YABANCI OLAN TEZLERİN BİZİ HİÇ BİR ZAMAN EVRENSELE GÖTÜREMEYECEĞİNİ, BU NEDENLE İNSANLIK AİLESİNİN ORİJİNAL BİR DİŞLİSİ OLARAK YER ALMAK İÇİN KENDİ YERELİMİZ VE DEĞERLERİMİZ ÜZERİNDEN YÜKSELEREK EVRENSELİN YOLLARINI ZORLAMALIYIZ DİYORUM. BU İSE EN GERÇEKÇİ DEVRİMCİ YOLDUR. BU GÜN BİZE DAYATILAN "EVRENSEL İNSAN HAKLARI", "EVRENSEL HUKUK", "EVRENSEL ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ" SÖYLEMLERİ, KENDİ YERELİMİZDEN KAYNAKLANMADIKÇA BİZE EMPARYALİZMİN BİR BASKI, TAHAKKÜM, BÖL-YÖNET VE YARATICI ANARŞİ GİBİ KARANLIK AMAÇLARINA HİZMET OLACAKTIR.

İNKARA ŞİDDETLE KARŞI ÇIKIŞIMI, “GEÇMİŞİ OLMAYANIN  GELECEĞİ OLAMAZ” TEZİNDE ANLAMLANDIRIP, GELCEĞİN İSE GEÇMİŞTE OLMADIĞI BELİRTECEĞİM.

SOSYALİST YOLDAŞLARIM, KOMÜNİST YOLDAŞLARIM, MARKSİST-LENİNİST YOLDAŞLARIM SİZİ TEORİNİN TEMEL  DAYANAKLARIYLA YÜZLEŞMEYE DAVET EDİYORUM. YAPICI POLEMİĞE, ELEŞTİRİYE, AÇIKLAMAYA ÇAĞIRIYOR, HEPİNİZE DOSTÇA MEYDAN OKUYORUM…




PARAMETRELERİM -I-

((SOSYALİZM, DEVRİM, KÜRESEL ÜRETİM, YABANCILAŞMA…))

Mihrac Ural 29 Nisan 2012 / Pazar. II. Yayım

Bu makale ve ardından gelecek makaleler birer polemik yazısıdır. Parametrelerimi bu çerçevede ortaya koydum. Bu nedenle de konuyla ilgili onlarca makalem bir kez daha yayınlanacak. Üzerinde tartışma açılmasını istediğim konular, yüzleşmeyi gerektiren sosyalizmin temel verileri, bu kanaldan 1 Mayıs kutlamaları nedeniyle de tartışmaya açık bir düzlemde yeniden ele alınmış olacaktır. Konunun önemini yazılar ve tartışmalardan okur da çıkaracaktır. Okurdan beklediğim düzeyli eleştiridir. Hepimize yararı olacak bir tartışma eksiklerimizi giderecektir.

GİRİŞ:

Değerli arkadaşım, “felsefenin tek mutlak gerçeği ölümdür  iktibasıma yaptığınız yorum için öncelikle ellerinize sağlık diyeceğim. Ancak benim yorumum Deniz Gezmişlerin idamı üzerine bir yaklaşımdı. Sizin açtığınız konu ise çok farklı, Tarih algıları, felsefi soyutlamaları, üretim tarzları, Marksizm, kapitalizm, Marksist eleştiri vb gibi bu gün dünya solunun önemli ama çok az sayıda kişinin tartıştığı konulardır.

Bu konular üzerinde 10 yıldır çalışıyorum. Binlerce sayfa yazdım dersem yanlış olmaz. Ancak, okuma fukarası olduğumuz bir ülkede çok yazan insanlarız. Üstelik birbirimizi okuma tenezzülü içinde de değiliz. Okumaktan sıkılıp birbirimizi görmemezlikten gelerek cevapsızlığı en iyi cevap olarak algılamışız. Baskın Oran hoca, bir değerli hocamla yazışmasında aynı minval üzerine şöyle bir cümle kurmuş “Okumadan yazanı çok olan bir ülkeyiz”. Haklı.

Sonra,

Yazınızı dikkatlice okudum. Ana fikrinize tamamen katılıyorum ama argümanlarınızdan çok farklı bir yere ulaştığımı söylemeliyim. Her cümleniz üzerinde uzun uzun eleştiri ya da daha genişletici yazım yapma durumum olabilir. Bu sütunlar böylesi bir tartışmayı kaldıramayacağı için en altta size beni izlemeniz için link vereceğim. Ancak yazılarımı okurken beni yanlış anlamamanız için size bazı parametrelerimi buradan aktaracağım. Çünkü beni okursanız ortaya koyduğum soyutlamalar size çok farklı gelebilir. Bunun için, düşüncemi her bir özgün başlık ve konu üzerinde sormadan karar veren bir sonuca ulaşmamanızı isteyeceğim.

PARAMETRELERİM

1.liberalizmin her türü, hangi kılık ve söylem altında olursa olsun kapitalizmin devamından başka bir işleve sahip değildir. Birey merkezli, batı uygarlığının tıkandığı yerde üretilen ve kitlelerin dönüştürücü gücünü pasifize ederek, bireyleri fethedilmesi gereken özgün birer pazar alanı haline dönüştürme çabasının ekonomik, siyasi, toplumsal önermelerinden başka bir şey değildir. Kendi içinde tutarlı gibi görülen önermeleri bütün içinde sadece kapitalist mekanizmanın sonsuz olduğuna inancın ve bu mekanizmanın devamı için ortaya çıkmış önermelerdir. Her önerme gibi nesnel zeminleri olsa da.

2. Real sosyalizm, kapitalizm madalyonunun diğer yüzünden ileri gidememiştir. Gidemezdi de. Bir gece ansızın Kızıl ordunun faşizme karşı haklı ve onurlu başarısı ardından doğu Avrupa ülkelerinde “geçiş süreci”,”Halk iktidarları”, “Demokratik cumhuriyetler” adı altında kurulan yönetimlerin siyasi kararlarla ikame edilebileceği sanılan “toplumsal mülkiyet”li bir girişimidir. İnsanlık için en yüksek kültürel katkılar sunmuş bir teorinin yetersiz koşullarda hayata geçirilmesinin, her durunu kendine göre ahkamı gereğince tıkanmış ve gerisin geriye dönmüştür. Teoride eksik vardı, pratikte de eksik olarak devam etti. Ancak bunlar birer sonuçtu. 19 yy verileriyle ne 20. Yy ne de 21. Yy için bir toplum önermesi gerçekçi olamazdı. 19.yy teorilerini siyasal sonuçları 20.yy da sona ermesi de bundadır. Sorun ne yönetimde ne yönetici taksiratındadır. Nasıl ki Bedreddin o kesitte sosyalizmi kuramayacaksa bu çağda da durum aynıyla geçerlidir. Dolaysıyla, bir gece ansızın ilan edelin “sosyalizm” yine bir gece ansızın bir siyasi kararnameyle gerisin geriye dönmesi kaçınılmaz olacaktı.

3. Devrim ve darbeyi birbirinden ayırmak gerek.
Yeni üretim tarzı siyasi bir kararla ilan edilen toplumsal mülkiyetle ikame edilmez. Tarihsel devrim, geri dönüşü olmayan olgunluklar üzerine gerçekleşen devrimdir. İnternet iletişim devriminden sonra isteseniz de PTT iletişim teknolojisine dönemezsiniz. Gerçek devrim budur. Yadsınmanın yadsınması kanunun budur. Eski teknolojinin içinden çıkıp onu yadsıyandır. Siyasi kararnameler tarihsel devrim ve yeni üretim ilişkisi ya da yeni uygarlık yaratamaz. Geri dönüşün nedeni de temelde budur; ne yanlış siyaset ne kötü yöneticidir. Marks’ın “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” kitabının meşhur önsözündeki “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.”  (sayfa 25) cümlesini her devrimci bir kez daha düşünmelidir. Bu determinizme mahkum olmak değil, tersine daha çok özgürlük ve demokrasi alanı için devrimci iradeci mücadeleyi yükseltmek demektir.

4. Yabancılaşma, tarihin en devrimci etkinliğidir. Engels “yabancılaşma iş bölümünün ürünüdür” der. Ancak Marksizm yabancılaşma konusunu, toplumsal mülkiyetle son bulacak bir veri olarak ele alır. Bence öyle değil. Tarih var oldukça insan var oldukça bilim ve teknik ilerleyecek, yabancılaşma arttıkça, artacak ve evrensel ölçekte insan emeği, bilgi birikimi, üretim sürecine katılıp, kimse birbirini tanımadan, emeklerinin sonucunu direk almadan üretim sürecine katılacaktır; Evrensel ölçekte gelişecek bu yabancılaşma çok daha büyük bir sosyal hizmet ve bireycilikten çıkışı getirecektir. Marksizmin, en temel soyutlamalarından biri olan sosyal adalet dünyasının, emeğin karşılığını almasının kapılarını daha olumluya açacak olan yönelim buradan üreyecektir. Dolaysıyla sizin de yorumunuzda dile getirdiğiniz, kapitalizm bu çağda bile “hala güçlü bir biçimde ‘ulus’ nitelikte olan mali grupların elinde bulunmaya devam etmektedir” söylemi tamamen yabancılaşmanın gerçek önlemde özgür bırakılmamasıyla ilgilidir. Tıkamak, engellemek, teknolojik yenilenmeyi kar ve Pazar dengelerine boğmanın sonucudur. Buradan hareketle diyorum ki, hala güçlü bir biçimde “ulusal” nitelikte olan mali grupların ellerinde   söyleminizi     Buradan hareketle diyorum ki lgelecek uygarlık, gelecek üretim tarzı hangi adı alırsa alsın, Küresel üretim tarzı olacaktır. Yabancılaşma bunun en önemli dinamiği olarak belirecektir. Bu noktada Küresel üretim tarzı ile küresel siyasi askeri imlalar ve dayatmaları birbirinden ayırmak gerek. Bu bilinmeden, kapitalizme paye verilmiş onu sonsuz bir sistem konumuna yükseltmiş oluruz. 

5. Küresel üretim ilişkisi gerçek anlamda yeni bir uygarlık ilişkisidir, yeni üretim tarzıdır. Farklı mülkiyet ilişkisiyle insan ve siyasal var oluşuyla öyledir. 

“Bu küreselleşme bir üretim küreselleşmesidir; üretimde, evrensel alanın herhangi bir köşesinden bilgi ağlarıyla, teknolojik verileriyle etkin olan; herhangi bir ulus, bölge ve şirket merkezli olmayan küresel üretimdir. Üretim sürecine bilişim çağının bilgi dönüşümlerini bir unsur olarak katan, sanal üretim ve tüketimi üretimin bir parçası haline getiren bu yanıyla da kapitalist üretimden nitelikçe farklılaşan bir üretimdir. Bugün kapitalist şirketlerin kanatları altında olsa da kapitalist olmayan bir üretim tarzıdır. Kapitalist üretim tarzının, hammadde + üretim araçları + işgücü = meta formülünde anlamını bulan üretimden bir çıkıştır, bir nitel farklılaşmadır. Bu üretim, kapitalizme ait üretim birimi olan fabrikada yapılan bir üretim de değildir; küresel üretim tarzı elektronik ağlarda üretilip, aynı sanal ağlarda sınanarak kalitesi belirlenip tüketildikten sonra, insanlara, evrensel emeğin ürünü olarak sunulan bir üretim tarzıdır. Bu tarzda yabancılaşma çok önemli bir unsurdur. Yabancılaşmanın yaratıcı dinamikleri, iş bölümünün en üst aşamasına varılmasıyla üretime de dinamik katar; bu noktada yabancılaşma, kapitalizmin ulus ve bölge sınırlarını nitelikçe aşıp evrensel ölçeklere ulaşır. Küresel üretim uygarlığında bu işbölümünün sınırsız gelişimi, yabancılaşmanın olumlu sınırsız gelişimine tanıklık edileceğine önemli bir göstergedir.” (Mihrac Ural,  Küreselleşme, Kimlik Hakları ve Referandum” 27 Kasım 2010 tarihli makalesi http://anonymouse.org/cgi-bin/anon-www.cgi/http://mirural.blogspot.com/ )

Bu nedenle kavram kargaşasını önlemek için iki küreselleşmeden söz etmek yanlış olmayacaktır. Biri, emperyalist küreselleşmedir; bu kesinlikle üretim tarzının küreselleşmesi değil, Pazar istilası olarak, ulus, ülke ya da devlet merkezli tekelci kapitalist üretim tarzının bu çağda çıkarları için siyasi küreselleşmeyle insanlığa dayattığı istilalar, savaşlar, işgallerle süren küreselleşmedir. Benim bir devrimci olarak savunduğum küreselleşme ise, bilişim çağının bu ilk verileriyle şekillenmeye başlayan, tıpkı kapitalizmin feodal karların kanatları altındaki gelişim gibi gelişerek, kapitalizmi yadsıyacak olan küreselleşmedir. Farklı bir üretim tarzıdır. Kapitalist üretimin kapitalde formüle edilen üretim çizelgesinden nitelikçe farklıdır. Bu anlamda benim algımdaki devrim geri dönüşü mümkün olmayan devrimdir; tıpkı PTT’ye karşı internet iletişiminin yaptığı devrimi gibi.

6. Devrim üzerine söylenmesi gerekenler en özet haliyle şudur. Bu güne dek sosyalist teorinin temel algısı devlet ve devrim çizgisindedir. Bu zorunlu olarak evrimin yetersiz olgunluğu nedeniyle devrimi, devleti ele geçirme darbesi haline getirdi. Devrim, darbe olunca (bu konuya yapılan tüm itirazlar tarihi olarak geri dönüşle üzerinde fazla durmayı gerektirmeyen iddialardır) devrimi yapan, aktif azınlık, pasif çoğunluğun üzerinde hükümranlığını diktatörce kurmaya yönelmek zorunda olmuştur. (tarihte devrimler hep bu aktif azınlık tarafından geniş kitleler adına yapılmıştır). Teoride bunu “proletarya diktatörlüğü” diye olumlamak, geçiş dönemi diye adlandırmak ise bir çözümsüz durumdan bilinçli kaçış olarak görüyorum. Bunun yıkıcı sonuçlarını hep birlikte gördük.

Bu nedenle ve kanaatimce devrimci tutarlılık ancak ısrarlı bir biçimde daha çok özgürlük ve demokrasi mücadelesi zeminine oturmalıdır. Daha çok demokrasi alanı açmak, tarihsel geri dönüşü mümkün olmayan yeni üretim ilişkisi ve yeni uygarlığın zeminidir. Benim devrimcilik algım tas tamam burada bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak belirleniyor.  Dolaysıyla önceki devrimlerin teorik tüm argümanlarını bir reformist çaba olarak görüyorum. Devleti ele geçirmiş olsalar da öyledir. Geri dönüş olması bunun kesin kanıtıdır.

Geçmişi inkar etmeden, düşünsel bir ilerleme olarak verili olguları kavrayıp devrimciliğimi sınıflandırırken bu sonuçlara varıyorum. Dolaysıyla da eski sistem içi mücadele için gerekli olan öncülük ve artçılık söylemleri benim devrim algımda farklı bir biçim almaktadır.

7. Sınıf mücadelesi hakkında söyleyeceğim şey şudur; bu mücadele tarihler boyu vardır ve statik olarak ele alırsak tüm toplumların içinde cereyan eden ve o toplum tarihini belirleyin en önemli mücadeledir.  Ancak, eski üretim tarzını yıkıp yenisini ortaya koyan mücadele bu mücadele değildir. Eski üretim tarzının yarattığı hiçbir temel sınıfı, kendi sistemini yıkamaz, kendi sisteminden daha ileri bir üretim tarzı getiremez. Bu eşyanın tabiatına da aykırıdır. Tarihte böyle bir şey zaten olmamıştır. Köleciliği köleler yıkmadı. Feodalizmi serfler yıkmadı. Kapitalizmi de ona ait hiçbir sınıf yıkamayacaktır. Kapitalizmi yıkacak olan geri dönüşsüz yeni üretim ilişkisinin eskinin bağrında gelişimidir. Bunun için gerçek devrimcilik daha çok özgürlük ve demokrasiyi savunmaktan geçiyor diyeceğim

Yadsınmanın yadsınması kanunu gereği bu böyledir. “Sosyalist toplum farklıdır, o bir geçiş aşamasıdır özgündür” gibi söylemler, sıkça yapılıyor. Ancak tarihte bir kural olarak soyutlanmış hiçbir tez, aynı konu üzerindeki genel geçerliliğini ertelemez, geçersiz kılmaz. Sosyalizm bir üretim ilişkisi ise tez bunun içinde geçerli olmalı. Değilse tartışmanın bir anlamı yok. Kural tüm toplumlar için geçerli olmazsa hiçbir toplum için iki kez tekrar edemez. 

Dolaysıyla, kapitalizmin verileriyle (sınıf, parti, kurum, etkinlik, vb) bir devrim düşünmek, darbe düşünmektir. Kapitalizm içinde kalmaktır; Kapitalizmin bir iç tartışmasını  aşmayan sınıf mücadelesi açısından bile  bir marjinal olan, Avrupa komünizmine kaynaklık eden Gramsci'nin Alternatif hegemonya ve sivil toplumu, kazanacak sınıfın kültür ve ahlaki önderliği el alması gerektiği söylemi, Modern Prens (devrimci Parti) ve organik aydının işçi sınıfından üretilmesi, determinizmin reddine varan tarihi insanın parksisi olarak ele alması da tümüyle kapitalizm içi bir algıdır.

Devrim geri dönüşü olmayan tarihsel bir gerçeklik ise, yeni bir üretim tarzı ise evrimin birikimleri üzerine oturmalıdır. Tarihler boyunca da, demokrasi bu anlamda her kesitte kendine özgü işlevleriyle öne çıkar. Roma cumhuriyeti, Atina Cumhuriyeti kölelikteki demokrasi algısıdır, Burjuva demokrasisi ise Feodalizme karşı gelişenidir. Daha çok demokrasinin bayraktarlığını burjuvazinin yapmasının altında da bu yatar. En geniş kitleleri ancak bu söylemle bir araya aynı hedefe ulaştırmak mümkün olur. Bu gün burjuvazinin böylesi bir demokrasi ihtiyacı yoktur. Bu ihtiyaç devrimcilerin yeni toplumun kuruluşunu daha da hızlandıracak geniş demokrasi alanları, daha çok özgürlüklerin oluşturulması için gereklidir. 

Bu gün görev bu merkezdedir, demokrasi mücadelesi artık hiçbir yanıyla burjuvaziye ait değildir, bu görev devrimcilerin omzundadır. Burjuva demokrasisi 19.yy sonunda bitmiştir. Bu kapsamda sınıf mücadelesini ihmal edilmemesi gereken sistem için bir reform, bir iyileştirme, bir uyumlaştırma çabası olduğunu belirliyorum. Demokrasi mücadelesinin alan genişletmesine yapabileceği katkı oranında da devrimcilerin içinde ve destekçisi olacak bir mücadeledir. Ancak her şey değildir. Devrimcilerin görevi reformdan ötesini yapmaktır, yeni uygarlık yeni üretim tarzı için daha çok özgürlük ve demokrasiyi ikame etmektir. Devrimci olmalarının gerçek ölçütü budur. Tarihte sınıf mücadelesinin yeni üretim tarzı yarattığı bir örnek yoktur olamazda.  Sınıf kavgaları aynı sistemin temel sınıfları arasında olur başka yerde değil. Sistem dışına çıkmak için nitelikçe, yapısal ve üretimdeki fonksiyonel konumu itibariyle yeni bir üretim ilişkisinin ürünü olmak gerek. Bu veriler yeni yeni oluşmaktadır, işçileri, emekçileri ve bil cümle halkı demokrasi ve özgürlük bayrağı altında toplayarak yeni üretim ilişkisinin siyasal iktidarıyla noktalanacak zaferine götürecektir. Bana göre eski bir sistemin hiçbir sınıfı yeni sistemin öncüsü olamaz. Tersi ise ne diyalektik ne felsefi olarak doğrulanması mümkün olmayan bir iddiadır


____________________________________________________________

PARAMETRELERİM -II-

(( SINIF MÜCADELESİ- DEMOKRASİ ÜZERİNE ))

Mihrac Ural 30 Nisan 2012 /Pazartesi. II. yayım

Benim yazımı okuyup okumadığınızdan emin olamadım. AYRI VARLIK bloguna ve Sosyalist Forumdaki tartışmalara göz gezdirmişsiniz. Orada daha kapsamlı yazılar ve tartışmalar yer almaktadır. Benim 80 gençliği grupta yayınladığım çok kısa b.ir özet. Algılarımı yakından tanımınız için ve yapacağımız tartışma okur için yararlı olması açısından bir başlangıç noktası olur diye 7 başlık altında verdim.

Bunlara parametrelerim diye de başlık koydum. Bu notlarda sizin son olarak yayınladığınız yazıya cevap niteliğinde birçok tespitler de yaptım. Aramızda oldukça ciddi farklılıklar bulunuyor. Argümanlarımız dahil tartışma düzlemimizde çok farklı.

Bu grupta yayınladığım önceki yazımda yabancılaşmanın tarihin en devrimci dinamiği olduğunu söyledim. Bu çok ciddi bir tartışma konusu. Marksizm’de ele alış ile size verdiğim linklerde uzun uzun tartışmasını yaptığımız ele alışların sağlıklı bir karşılaştırılması gerek. Ben bunları tekrar tekrar vurgulamamak için sadece  genişçe okunacakları linkleri aktardım.

Tekrar ediyorum, Yabancılaşma tarihin en önemli devrimci dinamiğidir. Bu konuda yazdığım makaleleri burada yayınlayıp facebook’un güncel değerler üzerine yazmamız gereken belki daha çok ortak söylemlere yönelmemizi sağlayacak belirlemelerin önünü örtmesini istemiyorum. Ancak ortaya koyduğum bir belirlemeye katılmıyorsanız bunu tek tek ele alıp siyasi sohbetimizi yapmak mümkündür.

Yabancılaşma konusunu dile getirdim ki tartışılacak en kritik ve çoğu okurun, alışkanlıktan gelen tepkilerini çeken bir konudur. Yabancılaşmayı bu güne kadar olumsuz gören yaklaşımlarımıza kendi adıma tarihin en devrimci dinamiği olarak bakıyorum. Bu sınıf mücadelesinden de mi devrimcidir derseniz aynen öyle derim.  Sınıf mücadelesi ve buna ait tüm argümanların kapitalizmin sınırları içinde takılı galan yıllardır işleyip durduğumuz argümanlar olduğunu söylemekle yetineceğim. Bu gruptaki yazıma tekrar göz atarsanız, 7. Parametrede bu konuyu mümkün olan en özet haliyle verdiğimi göreceksiniz. Bu da sizinle temelde ne kadar farklı bir yönden baktığıma yeterli bir göstergedir.

Bir yorumunuzda, değerli bir katılımcı arkadaşın yorumu üzerine, aklın yolu birdir yönünde belirleme yapmışsınız. Bakın bu nokta de bile çok farklı yerlerdeyiz. Kendi tecrübe ve okumalarımın öğrettiği gerçek “aklın yolunun bin bir ve doğruya giden yolların da bir o kadar çok olduğunu, ayrıca doğrunun da tek olmadığını” öğretmiştir. Bilimin yolu zaman ve mekan algılarıyla bu değişkenliği sahiptir ve diyalektiğin en temel algısı her şeyin hareket halinde olması da bununla kesişme halindedir.

Bu yaklaşımım doğal olarak sizin dile getirdiğiniz “Sınıf bakışı ise, en ileri teorik gözlüktür Egemen sınıfın şaşırtmacaları ile başka türlü mücadele etmek mümkün değildir.” Söylemiyle örtüşmesi çok zor.

Sınıf mücadelesi bakış açısı, tarihin tem üretim ilişkileri kesitinde o sistemin iç çatışması olarak önemli bir işlev gördüğünü, toplumu ileriye götürdüğünü, kölelere, serflere,  emekçilere, kitlelere, ezilenlere haklar sağladığını tekrar belirteceğim. Ancak hiçbir üretim ilişkisinden yeni bir üretim ilişkisine girişin tarihsel devrimlerine yol açmadığını belirttim. Bu da belki en önemli tartışma konusudur. Buna değinmemişsiniz. Genellemeler, formülasyonlar, benim de binlerce kez tekrar ettiğim gençlik dönemi söylemlerinden öte bir açılım getirmiyor, “sosyalizmin” geri dönüşünü izah etmiyor. Gerçeği örtme çabası olarak ısrarla söylenmesinin ise, gençliğin tarihi daha doğru ve daha devrimci tarzda kavrayışının önünü kesiyor gibi geliyor.

Geçmişini onurla taşıyan bir insan olarak, geçmişi inkar edenleri ayıplayan, geçmişi olmayanın geleceği olmaz diyen biri olarak gelecek için daha net konuşmak, geçmişimizin bize sunduğu birikim ve tecrübelerle, hatalar ve olumluluklarla, bu genellemeleri tekrar etmeden ileriye gitmemiz gerektiğine inanıyorum. Aynı şeyleri bin kez tekrar ederek de ne birbirimize ne de okurlarımıza bir katkı sunma şansımızın olmayacağını, 21. Yy gerçekliğiyle örtüşemeyeceğimizi söylüyorum. Bunun için açık ve net üstelik çok basitçe sorup duruyorum, köleci Spartaküs isyanlarında anlam bulan sınıf mücadelesi neden feodalizmi kuramadı; Roma kapıları önünde yıktığının yerine ne koyacağını bilmeyen  eli silahlı isyancılardan öteye geçemedi teslim oldu. Munzerlerin köylü isyanlarında anlam bulan feodal üretim tarzının yarattığı sınıf mücadeleleri neden kapitalizmi kuramadı; feodal karlarlını tahtları önünde diz çöktü, bağış bekledi. Bu sınıf mücadeleleri, her kesitin kendi özgünlüğünce içi doldurulan demokrasi ve özgürlük mücadelesi açısından tarihe ve insana olumlu katkılar yaptı, ancak yeri bir üretim tarzı yaratamadı. Yeni, eskinin bağrından kendi iç denge ve örgüleriyle oluşup, eskiyi yadsıyarak kuruldu; eskinin hiçbir temel sınıfı bunun içinde yer almadı öncülük yapmadı. Yeni ise eskiyi tüm sınıflarıyla birlikte tarihe gömdü. Tam bu noktada sınıf mücadelesi dediğimiz gerçek, eski sistemde iyileştirmeler için yürüttüğü mücadelesinin bir sonucu olarak ( bir amacı değil) özgürlük ve demokrasi mücadelesine yaptığı alan genişletmesi katkılarıyla geleceğin kurucusu güçlere itim vermiştir. Ötesi değil.

Kapitalizm ortamında bunu çok daha açık bir biçimde görmek zor değildir. II. Enternasyonalin içine düştüğü ulusalcı, emperyalist savaş yanlılığını kirli duruşunu bu algımla çok iyi anlıyorum. Ama sınıf bakış açısını ütopik bir olgu olarak ele alanlar ise bunu sınıfa ihanet olarak algılamasını da tutarlı bir davranış olarak görüyorum. Kimse bana o bilgi küpü dev işçi liderlerinin sınıf bilinçleriyle değil de  “komploların”, “satılmışlıklarının” sonucu sarı sendikacılık yaptığını anlatamaz. Yaptıkları tamamen yanlış olsa da onlar sınıfın kaçınılmaz eğilimlerini dile getirdiler diyeceğim. Bana göre sınıf güdüleri, sınıf bilinçlerinin başka yolu da yoktu zaten.

Bu noktada ne anlatmam gerek, ulusların kapitalizmin şafağında doğduğu gerçeğini mi, doğal olarak bu sistemin içinde yer olan ve onu var olmasının temel taşı olan tüm sınıfların da aynı zamanda o ulus algısının içinde bir anaforda yer aldığı gerçeğini mi. Bunun sonucu olarak tarihin tüm kesitlerinde, en son noktada kapitalizmin tüm sınıflarıyla ulusçu duruş sergilediğini mi. Bunu ülkemizde çok daha çıplak görmek için Kürt sorununda, işçi sınıfının kimi yoğunluklarla faşist partisini destekleme olayını  ( bilinçsiz sınıf algısı nedeniyle denebilir diye)  bir kenara koyalım, en bilinçli olduğu iddiasında olan Komünist adını alan ya da almadan komünist ve de enternasyonalist olduğu savında olanların sol içinde ezici çoğunluk olarak milliyetçiliklerini izah etmenin başka yolu yoktur. Bunlara ben ne hain diyorum ne sapkın ne de satılmış. Bunları biliyorum. Bunları anlıyorum. Bence bunları anlamayan ve bu nedenle siyaset dışı kavramlarla suçlayanlar, sınıf mücadelesini ve sınıf kavrayışlarını bir kez daha gözden geçirmeleri gereklidir diyeceğim.  Benim açımdan, sınıf mücadelesi ve sınıf algısı ifade ettiğim zeminde kavrandığı ölçüde bütün bunlar, tarihin ortaya koyduğu  kaçınılmaz sonuçlardır diyorum.

Bunlar sınıf mücadelesinin tüm toplumlarda sistem içi bir mücadele olduğu gerçeğinin tartışmasız ispatıdır. Bu gün dünyanın tüm işçi hareketlerinin içine düştüğü sistemi kurtarmak için, işçinin işini kaybetmemesi için (Türkiye’de son tekel ve Tariş olayları dahil), hatta sistem çökmesin diye  ücretlerden tenkisata gitmek dahil her kolaylığın gösterileceğinin ilanı ( Bu tüm dünyadaki  bir durumdur) sınıf mücadelesi gerçekliğinde işçi sınıfının gelip tıkandığı yeri göstermesi açısından önemlidir. Bunu sarı sendikacılar, hainler, satılmışlar diye yorumlamak ise kolayına kaçmaktır ve hiçbir tarihi gerçeği izah edemez. Bu ne Polonya’da işçi sınıfının sınıf güdüleriyle “sosyalizm”i yıkma gerçeğini ifade eden karşı devrimi, ne de Sovyetlerdeki çöküşü asla izah edemez.

Bu yüzden çok soyut söylemler çerçevesinde yapılan genellemelerle, gerçek devrimciler olarak bizler liberalizm karşısında hep geride kalmaya mahkum oluyoruz. 100 yıldır gerçek anlamda ne bir kitlesel güç ne de gerçek anlamda bir tarihsel devrime imza atmamış olmamızın bir gerçek olduğunu anlamamız gerek. Bu zeminden çıkmayan algıların morali de gerçekçi değil kendini aldatan moraller olduğunu söyleyeceğim. Gerçek moraller gerçek devrimci görevleri önümüze koymakla mümkün olur. Unutmayalım ki halk hayallerin değil gerçek davaların arkasında durur. Kürt halkının duruşu da bu nedenle bu ölçüde kapsamlı olmuştur. Türkiye solunun marjinal bile olmamasının nedeni de budur.

Bu konu üzerine belki aylarca tartışabiliriz.  Onlarca harften oluşan alfabenin yaratamayacağı cümle türü kalmaz. Ama bu hiçbir gerçeği değiştirilemez. Önceki yazımda dile getirdiğim parametrelerimin temel dokularını değiştirmez. Sınıf mücadelesi sonucu yapılan ve geri dönmeyen bir tarihsel devrim gösterilemez. Bence tartışmamızın püf noktası tas tamam budur.

Önceki yazımda boşluk bırakmamak için oldukça özet olarak ortaya koyduğum, sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadeleyse devrimci mücadele hangi argümanlara sarılarak kendini ifade ediyor sorusuna da net cevap verdim.  Özgürlük ve demokrasi dedim.

Cevabi yazınızdan anlıyorum ki, özgürlük ve demokrasi kavramlarına biçtiğiniz anlam, eski söylemlerin tekrarını aşmamış. Şu kesin doğrudur tüm egemen sınıflar bu kavramlarla oynamıştır. Üstelik bu kavramları “somut” kavramlar olarak lanse edip, demokrasi denirse bu yalnızca burjuvaziye ait olandır kanaatlerini ne yazık ki en komünistinden en materyalistine kadar nakış etmiştir. Bu sorunuzla karşı karşıya kalacağımı bildiğim için bu konuyu önceki yazımda kısa da olsa ele aldım.

Tekrar edeyim. Özgürlük ve demokrasi, bu çağda asla burjuvazinin yaklaşacağı, sahipleneceği bir siyasal veri değildir. 21. Yy ölçüleriyle de hiçbir kapitalist ülke bu soyut kavramların somut tecellilerini ortaya koyamaz. Bu kapitalizmin doğasına ve vardığı tekelci düzeye de aykırıdır.

Tarihte özgürlük ve demokrasi her eski toplumdan çıkışta devrimci güçlerin bayrağıydı.  Her çağın devrimcileri için bir bayrak olması soyut olan bu kavramlara da o çağın özgünlüğünce somut bur işlev yüklemeyi getirdi.  Kölecilikten çıkıştı, feodalizmden çıkışta hep bu oldu. Burjuvazi de feodalizme karşı mücadelesinde bu soyut kavramları kendi çağının özgünlüğüyle somutlaştırdı. Bu bayrak burjuvazinin elinde ulusun tüm güçlerini toplayarak, eksik ekonomik evrim ve siyasal devrimine kadar ulaştırdı.  Bu noktada dikkat edilirse bu soyut kavramların içini dolduran tarihsel işlevleridir.

Bu noktada bir soyutlama yapacak olursak, eski üretim ilişkisinden yeni bir üretim ilişkisine geçişte, özgürlük ve demokrasi devrimcilerin hedef kitlelerini altında topladığı bir bayrak olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu soyut kavramları kendi özgün tarihsel işlevleriyle dolduracak olan da devrimcilerdir.  Öncelikle bunu doğru tespit etmek gerek. Bu nedenle bu gün, sınıf mücadelesinin sistem içinde tıkalı olan algıları ve araçlarına karşı, burjuvaziye ve onun sistemi inçin aldatıcı bin bir maskeyle ürettiği, liberalizmden, Farankfurt okuluna, Gramscy’den, post-modernistlerine kadar, ömrü on yıl bile dayanmayan tezlere karşı, gelecek yeni uygarlık, yeni üretim ilişkisinin ikamesi için, bilim ve tekniğin önündeki engellerin kalkması için, üretici güçlerin gelişimini tıkayan engellerin yıkılması için daha çok özgürlük ve demokrasi alanları açmamız gereklidir. Bu açılım çabası kapitalist sistemi çözecek, kurumlarını tarihe adım adım gömecek yeni toplumun bileşenlerini toparlayacak bir çabadır: Devrimci olan da budur.  Bunun için bir program oluşturulmalı.

Burada farklı bir özgürlük ve demokrasiden söz ettiğim açıktır. Tıpkı farklı bir küreselleşmeden ve küresel üretim ilişkisinden söz ettiğim gibi. Sizinde işaret ettiğiniz gibi “ulus aşırı ekonomik faaliyetler” hiçbir zaman küresel üretim değildir. Emperyalist küreselleşme ise siyasi bir duruştur; savaşlar, istilalar, üsler, Pazar için yol güvenlikleri, tek boyutlu çıkarlar için farklı ülkelerde taşeron ya da ortaklıklardan ibarettir.

 Olguların diyalektik bağını kurma noktasına gelince, önermelerim bu açıdan oldukça tutarlı. Yadsınmanın yadsınması kuralını bundan daha iyi izah mümkün değildir. Eski toplumun yadsınması onu oluşturan tüm temel verilerin de yadsınmasıdır. Tarihsel tez budur. Başkası hiç olamaz. Kölecilik için geçerli olan kapitalizm için geçerlidir. Yoksa tez olma iddiasını kaybeder. Bilimsel olması mümkün olmaz. Bu durumda kimse, “geçiş dönemi”, “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi tanımlamalarla eski toplumdan yeni topluma geçişi formüle etmesin, bu, diyalektiğe de materyalist felsefe verilerine de doğa ve toplum yasalarına da aykırıdır. Bilimsel de değildir.

Aykırı olduğunu ayrıca fiili olarak, bizim çağdaşlarımız iliklerine kadar da yaşayarak gördü.Real sosyalizm kapitalizm madalyonunun diğer yüzüydü.  Sınıf mücadelesi eski sistem içinde iyileştirmeler, yenileştirmeler yapan, ihmal edilmemesi gereken bir mücadeledir ancak diyalektiğe göre eski toplumun temel sınıflarınca yürütülmesi nedeniyle asla yeni bur üretim tarzına geçemez.

Lütfen buna net cevap verelim. Tartışmamızın can noktası burasıdır. Ben söylemlerimi tarihten örneklerle, felsefenin temel kurallarıyla, eski sistemi tüm verileri, kurum ve iç denge hesaplarıyla, aldatıcı politikalarıyla bir bütün olarak yadsıyıp bu sonuca vardım ayrıca boşluğu düşmedim. Özgürlük ve demokrasi dedim. Bunun da içini boş bırakmadım. Devrimci bir özgürlük ve demokrasi algısının 21. Yy daki anlam ve muhtevasının eski topluma ait tüm sınıfı ve eğilimlerden farklı bir yerde olduğunu ifade ettim. 

Bu uzun cevapta sadece sınıf mücadelesi ve demokrasi üzerinde durmaya çalmıştım. Burada Marks’tan aktaracağım birçok alıntıyı da ihmal ettim. Ancak görüşlerimi ifade etmem için yeterli ölçekte materyal sunmuş olduğuma inanıyorum. Aramızda çok ciddi farklılıkların olduğu sanırım açık. Bu durdum da cevabi yazınızın temel vurgularına yapabileceğim eleştiriler olduğunu anlamak güç değil. Çok sınıf mücadelesinden söz etmenin bana artık çok reformist bile olunamayacağını göstermiştir demekle yetineceğim. Bu söylemler bana kelime olarak devrimciliği çok lafızetmesine karşı gerçekte sözlerinin bir zemini olmadığına inanıyorum. Tarihin tüm verileri bunu gösteriyor diyorum. Sol buradan artık çıkmalıdır liberalizme, kapitalizmin farklı yönelimlerine esir olmadan çıkmalıdır diyorum.

Bu yaklaşımların sınıftan kaçış değil sınıfı gerçekliğiyle kavrayış ve anlamaktır diyorum. Tarihide tanık gösteriyorum. Büyük olayları da tanık gösteriyorum tek tek örnekler veriyorum. Sınıf gerçekliğinden kaçış ise sınıfı kaldıramayacağı görevler vehmetme çabasında olanların ağır hatayı bunca tarihi örnek orta yerde dururken, bundan ders almadan, geçmişi onurluca koruyup, onun üzerinde yükselmeden, aynı argümanların tekrarıyla bir yere varılacağını sananların hatalı olduğunu söylüyorum.

Buradan bakınca, "her ne gerekçe ve biçim altında olursa olsun ölüm kültürü yerine yaşam kültürünü savunmaya çağırıyorum’ ifadenizdeki anlamı açmanızı bekliyorum, neyi kastettiğinizi anlamadığım için.” Sorunuz da yeterince açık bir cevap almış olur.

İnsan tarihin konusudur ve amacıdır. Bence buna doğayı bir bütün olarak koymak gerek. Sınıf mücadelesi ve diğer her türden mücadele bu merkezi konunun araçlarından başka bir şey değildir. Özgürlük ve demokrasinin de taşıdığı anlam tastamam budur.

Dünyayı değiştirmek için kavrarken, tüm araçlar tarihin konusu olan insan ve doğayla ilgili bir biçim alır. Sınıf mücadelesi, her toplumda o toplumun daha iyi işleyişe kavuşması için ortaya koyduğu performansla (reformlarıyla) bu merkezi davanın bir aracıdır. Tarihin öznesi olarak, başka bir şey koymak materyalist felsefi algılara, diyalektiğin olayları kavrama ilkelerine aykırı olduğu gibi idealizme düşmektir. Çünkü sınıf kendini bir bilinçle ifade eder ve bu bilincin öngörüleriyle yönelimler taşır, bu en iyi halde en üstün haliyle bile insanlık ailesi indinde dar olanıdır. Bu bilinç tarihin de gösterdiği gibi hiçbir iddiasında sonuç almamış ve iflas etmişse bu daha da ciddi bir idealizm tehlikesine işaret eder. Sınıf bilinci denilen düşünce nesnel verilerden çıktığı iddiasına rağmen gerçek tarihle uyumlu değilse, ütopik kalmışsa bu bir vehim olmanın çok ötesinde, fiili sonuçlarıyla işçi sınıfının sırtına kaldıramayacağı gerçek dışı yükler uğruna bir sürükleniş anlamını gelecektir. Böylece, kendini de insanlığın daha geniş halk kitlelerini de olumsuz sonuçlara götürmüş olacaktır. İdealizm da tas tamam, kitabı teorik bir fikir jimnastikten, fiili bir kaosa böyle gelmiş olur.

Sınıflar sistemlerin ürünüdür. Hiçbir sınıf insanlığı gerçek anlamda temsil edemez. Bunu iddia etmek bilime de doğaya da aykırıdır. Böyle bir iddia, ancak hayalde olur. “Birey- İnsanın gelecekteki ileri sosyalizmde tarihin öznesi olacağını ama şimdi ve hala tarihin öznesinin sınıf olduğunu” söylemenizi bu açıdan, hayallerinize uygun görsem de hiç bir şekilde katılmam.

Bu söyleminiz, 19. Yy siyasal çıkarımlarının teoride yer almasından ibarettir. Zamanı geçmiş, halkın çıkarlarını temsil etmekten de çok uzaktır. Hangi argümanları kullanırsanız kullanın, bu söylemlerle ne halkı temsil etmek, ne tarihin ilerlemesine paralel olmak ne de fiili bir şey gerçekleştirme durumunda olamazsınız. 21.yy bu algıyı bir yere oturtmak mümkün olmadığı gibi, doğru bir çabada değildir. Kapitalizm, ortaya attığı bin bir teoriyle ve sistemin kendi güdülerinin itimiyle ve onun içindeki işçi sınıfı dahil tüm sınıfların kabulü bunu ikame ederek sonsuzu kadar bizleri böylesi bir darlığın içinde tutmak istiyor.

Sözlerim için aynıyla şu cümlenizi tekrar ederim “bana bunları söyleten,iç dünyamda insan olduğum için birikmiş,maddi yaşamla ,toplumsal ilişkilerden yansıyan çelişkilerden bağımsız iç güdülerim değildir,bana bunları söyleten, yaşamın yeşil ağacının dallarından sarkan nesnel gerçekliklerdir. Mümkün mertebe, bu gerçeklikleri net görmek için, maddi yaşamın üzerinden yükselen çelişkilerin yansımalarını takip ederken miyopi bakmamak için”dir.

Gelecek uygarlık ve insan merkezli algısı olanlar için, ne eski toplum ne de ona ait bir sınıf, özgürlük ve demokrasi, daha adıl ve eşit bir toplumsal yaşamın ayrıcalıklı sınıfı olamaz. Eski toplumun tüm sınıfları kendi toplumlarını korumak için, ilerlemeye karşı duracaktır diye düşünüyorum; Her milliyetçi tutumda içgüdüleriyle ve bilinçli öz kadrolarıyla işçi sınıfının ortaya koyduğu tutum bunun örnekleriyle doludur. Aralarındaki gergin ilişki (sınıf mücadelesi), toplumu sınıflar lehine iyileştirirken özgürlük ve demokrasi alanlarının daha da derinleşip genişletilmesine katkıları bir ilerleme unsuru olduğu ölçüde tarihin konusu olan insan için önem taşıyor diye düşünüyorum.


_____________________________________________________________

PARAMETRELERİM -III-

“SINIF” ve İNSAN ve İDEALİZM

Mihrac Ural – 1 Mayıs 2012 / Salı. II. yayım

Birincisi,

Hangi müsemma ile yazarsanız yazın, bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren gerçek ya da başka isimle yazıp yazmamanız değil, ortaya koyduğunuz görüşlerdir. Görüşlerinize hiç katılmasam da saygı duyduğum için cevaplıyorum.  Cevabım emeklerinize değil, doğrularımla açık savaş halinde olmayan siyasal düzlemlerinize cevaptır; bir selefi-cihatçıya,  ırkçıya ne kadar emek sarfetmiş olsa da verecek cevabım olmaz. Bu polemik, benim açımdan okura yararlı olmasını bitirdiği an biter. Hiç vaktim olmamasına ve bu alanda (face) böylesi uzun yazıların yeri olmadığına inanmama rağmen yazmamın nedeni budur. Bu nedenle, lütfen gereksiz konulara girmeyiniz.

Ortaya koyduğum ve oldukça net ifade ettiğim parametrelerime, ikinci yazımda da özel olarak ele aldığım “Yabancılaşma”, “sınıf mücadelesi” ve ”demokrasi” konularına tek satırlık, tek cümlelik bir eleştiri getirmediğinizi görüyorum. Benim on yıllardır okuyup savunduğum ve geçmişim diye onurla sırtımda taşımaya devam ederek aşmaya çalıştığım argümanları ısrarlı tekrar dile getirmişsiniz. Okura tek bir bilgi, tek bir açılım ya da benim yanlışlığımı, tarihsel örnekleriyle gösterecek bir tek cümle bile kurmamışsınız. Kendi adıma sizi çok iyi anlıyorum. Felsefi genellemeler, 19 yüzyıl Marksist oluşum sürecinin, adını andığınız ve anmadığınız onlarca tartışmanın yerli yersiz kahramanlarından yapılan sunumlar, tartışmamıza ve dolaysıyla okura bir şey katmaz. Bu yolla, beni 150 yıl önce “netlikle çürütmüş” olduğunuza inandırmanız sanırım biraz güç.

 Tartışmamız kör dövüşüne dönsün istemiyorum, tekrarlar da çok sıkıcı. 

Çok daha fazla olmasına karşın 7. Temel parametremi, kendimi anlatmak için ortaya koydum. Çabam da buydu. Bu saatten sonra birbirimizi ikna etmek üzere kimin doğru olduğu konusunda bir çekişmeye hiç gerek yok sanırım. “Ben doğruyum, yok sen yanlışsın” gibi komikliklere girmenin anlamı olmaz.  Buyurun siz de tezlerinizin tarihte başarılmış örnekleriyle, daha da ileriye ve yeni örneklere gidebileceğinizin verileriyle kendinizi anlattın. Bunun için Marks’ı - Lenin’i, Marks’tan ve Lenin’den alıntılarla kanıtlamaya çalışmayın. Marksizm - Leninizm bir din değil, Kuran’ı ayetlerle kanıtlar durumlara düşmeniz beni memnun etmez.

Buraya tarihin tüm felsefe okullarının söylemleri ve bunların materyalist eleştirisini tek tek sıralamak mümkün. Hele hele, benim maddeci yaklaşımla eleştirel olarak ele aldığım doğu felsefeleri, teoloji konusunda da onlarca soyutlama aktarmam oldukça kolay. Her formülü, dincilerin bir ayeti her çağda farklı yorumlama esneklikleri gibi yorumlamamız da çok kolaydır. Tarih içinde Marksist okul usta ve örencileri arasında da  “1844 el Yazmaları”ndan başlamak kaydıyla, aynı formüllerin nasıl da farklı yorumlandıklarını biliyoruz. Tarih Bolşeviklerin savaş ustalıklarını bir siyasal devrim zaferine götürdü, ama bu Menşeviklerin Marksizmi, materyalist felsefeyi hiç bilmedikleri anlamına gelmiyor. Geri dönüşle birlikte kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmak ise ayrı bir konu. Savaş ustalığı felsefi, fiili doğruluk anlamına gelmiyor. Ancak  Menşevikler de kazansaydı bence sonuç değişmeyecekti. İdealize edilen algılar nesnel verilerle çatışma halinde oldukça gelinecek yer aynıydı. Bu yüzden, değdiniz gibi, “150 yıl önce netlikçe çürütülmüş” olan hiçbir şey yok. tersine 150 yıldır, din gibi okunup mealler üretilmesine rağmen anlaşılmayan şeylerden söz etmek daha doğru olacaktır. Bunları da altta veriyorum.

Kısaca,

Benim açımdan boş tekrar olmayan, tartışmamızın içini dolduracak ve diğer tüm iddialarımızı ilgilendiren en önemli konu, tarihin öznesinde sınıf mı? “İnsan ve doğa” mı? olup olmadığıdır. Konunun dağılmaması için, diğer birçok tartışma konusuna girmeyeceğim. Bu temel konu ışığında diğer tüm konuların anlam kazanacağını bildirmekle yetineceğim.

Sonra,

Sınıf” merkezli yaklaşımınız öncelikli olarak eski sistemde takılı kalmanızı ve idealist felsefenin çarkları arasında ileriyi görüşünüzü engelliyor. Sınıf mücadelesi, sistem içi kavgaların tarihini izah etse de her şeyi izah eden ve tek dinamik olan bir veri değildir. Tüm doneleri, verili sistemi ilgilendirdiği için bir sonraki, yeni üretim tarzına ait bir önerme için ne bilinç yaratabilir ne de bu mücadelenin araçlarıyla yeni bir sistem kurulabilir. Bu maddeci düşünce tarzına da aykırıdır. İdealizm, burada, eskinin fetiştirilmesiyle, belirmeye başlar. Aramızdaki fark da budur.

Konumuzu ilgilendiren, bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, yani tarihsel devrim süreçleri eski topluma ait sınıf mücadelesinin değil, bir bütün olarak eskiyle yeninin mücadelesi esası üzerinde yükseldiğidir. Yadsınmanın yadsınması budur. Bir bütün, diğer bir bütün tarafından, eski, yeni tarafından bir bütün olarak yadsınır; eski tüm sınıflarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla tarihe ötelenir ( bıçak kesiği gibi yok olmasa da egemenliği biter). Bu tarihin tüm devrimleri için, eskinin bağrından gelişip egemen olan tüm üretim tarzları için geçerli bir tezdir. Eski üretim ilişkisinin hiç bir sınıfı hiçbir mücadele yol ve yöntemiyle yeni bir üretim tarzı kuramamasının nesnel nedeni budur. Bu soyutlama bir tez olarak, bir toplumsal kanun olarak Kapitalizmden daha ileri bir topluma geçişi istisna tutmaz; “geçiş toplumu”, “ara dönem” gibi isimlendirmeler bu gerçeği değiştirmez. Real sosyalizmi kapitalizm madalyonun diğer bir yüzü olarak ifade etmem, bu yolun en büyük bilgelerinin (Bolşevikler) kurduğu “sosyalizm”den daha başka bir sosyalizmin kurulamayacağını ifade etmem de bundandır (Aynı anda tüm dünyada aynı akılla devrimler yapılmış olsa da (Troçki esprisi) farklı hiçbir şey olmayacaktı)

Her üretim tarzı kendi içinde sınıf mücadelesi taşır, ancak bu mücadele, tarihin hiçbir kesitinde yeni bir üretim tarzı üretemez. Sınıf mücadelesi gerçektir ve olumludur. Devrimci değil, reformisttir, sistem iyileştirmeleri için de gereklidir. Ancak yeni üretim tarzı, yeni düzen bunun sonucu değildir. Tersine eskinin tümden yadsınması sonucudur; Yeni, eskinin tüm verileriyle yadsınmasının bir sonucu olarak belirecektir. Bunun adı tarihsel devrimdir ve geri dönüşü olmaz.

Böylesi bir devrimle, nesnel verilerin yetersiz olduğu bir koşulda, devleti ele geçirerek, sözünü etmekte olduğumuz bir dönüşüm (eski üretim tarzından yeni üretim tarzına geçiş) için devrim yapılmış olunamaz. Bu noktada aydın kafasında bir vehim olarak üretilen sınıf, sınıf bilinci, sınıf örgütü, sınıf kadrosu, sınıf militanı, sınıf sendikası vb. kısır bir döngü içinde ait olduğu kapitalist sistemi, sonuçta ve bir biçimde yeniden üretmekten başka bir işe yaramaz.

Fabrika üretimi, Marks’ın Capital’de metaı çözümleyerek ortaya koyduğu kapitalist üretim tarzıdır. Fabrika üretimi, dolaysıyla üretimin temel unsurlarından biri olan işçi sınıfının ekonomik faaliyeti (insan olarak işçiler değil) ham madde+ iş gücü+üretim araçları= meta denklemiyle ifade edilir. Bu formül, var oldukça kapitalizm var demektir. Büyük bilgelerin kurduğu sosyalizmde bu değişmemiştir, aşılmamıştır. Yeni bir toplum, yeni bir uygarlık kurulamamıştı. O tarihi kesitin teknoloji evriminde, nasıl bir devrim yaparsanız yapın, ne kadar kitle yürütürseniz yürütün, başka bir sonuç üretemezdiniz. Bundan dolayı, iradeci müdahaleler kurulan şeyin ayakta durması için “Proleterya diktatörlüğü” adı altında zora dayanmaya mahkum olursunuz. Bu kaçınılmazdı. Ancak tarihte zorun rolü bu değildi.

Zor, tarihte devrime ebelik edendi. Gelişmelerinin belli bir aşamasında üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişkinin takınışını çözen bir unsurdur. Yani, sonuçtur, tıkanmayı çözendir, zor yeni bir üretim ilişkisi üretmez, yeterli olgunluğu gelmiş, ancak eski üretim ilişkilerince yolu kesilen tıkanan yeni üretim ilişkisinin yolunu açar. Böylesi bir şey, doğaya da tarihe de toplumsal yaşam dengelerine de aykırıdır. Nitekim geri dönüş, bu gerçeğin ifadesi olmuştur.

Bana göre idealizm, bu gerçeğin görülmemesindedir. Eski argümanlara sarılarak fetişleştirilen kavramlar, yeni ortamda doğaüstü güçlerden medet uman tahayyüller haline böylece gelmiş olur. Denenmemiş olduğu koşullarda fiil yaratabilmesine karşın iflastan kurtulamayan bir algı, aynı argümanlarla başarılı olacağını sanmak hayalden başka bir şey değildir. Bu, dünya çapında solun marjinalliğini izah eden en kesin veridir.

Aynı minvalde konuyu farklı bir açıdan ele alırsak şunları göreceğiz.  Geri dönüşün olduğu yerde, yeni bir toplumsal süreç başlatıldığı iddia edilemez. Materyalist algı bunu böyle tanımlar. Duygusal algı ise sizin ortaya koyduklarınızı tekrar eder. Kapitalizmden feodalizme geri dönüşü imkansız kılan veriler ne ise, feodalizmden köleciliğe geri dönüşün de verileridir. Soyutlamalarla ifade edilebilir tespitler, Bunlar aynıyla daha ileri bir toplumdan kapitalizme geri dönüş içinde geçerlidir. Ancak geri dönüş olabiliyorsa bu veriler olgunlaşmamış demektir. Olan da budur.

Olay ne yönetim hatası nede yönetici yetersizliği, ne kitle gücü ne de kitle bilinçsizliği, geri dönüşün mümkün olmaması tamamen nesnel bir vakıadır.

Geri dönüş imkansızlığı yada geri dönüşün mümkün olması tamamıyla, nesnel verilerin evrim birikimleriyle ilgilidir. Zira, eski düzen, teknolojinin birikimleri üzerinde, üretim araçlarının ilerlemesi sonucu, üretim ilişkileriyle çatışmasının bir ürünü olarak yıkılmışsa geri dönüş imkansızdır. Değilse geri dönüş kaçınılmazdır.

Marksın “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” kitabının meşhur önsözündeki “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar.”  (sayfa 25) tespiti de tas tamam bunu anlatır. Yani, yadsınma bir bütündür, bir sınıfın diğer sınıfı yadsıması değildir. Sınıf da ona ait sistem de birlikte tarihsel olarak aşılır.

Burada sınıf, bütün bir parçası olarak doğup, bütünle birlikte tarihe gömülür. Üstelik sınıf tek başına bir hiçtir ( ister köle ya da sahipleri, ister serfler ya da feodaller, ister burjuvazi ya da işçi sınıfı). Zıddıyla birlikte bir bütün oluşturmayan bir sınıf, ne bir sistem olur ne de ona ait bir varlık gerekçesi olur. Zıddıyla birlikte bir bütün olmak ise diyalektiğin, materyalist felsefenin temel ilkesidir (zıtların birliği esprisi). Sınıfı fetişleştirmek burada da idealizmdir. Benim görüşlerimi “150 yıldır netlikle çürütülmüş” olma hayaliniz, materyalizmle sözsel olmaktan öte hiçbir ilişkisi olmayan görüşlerinizin yarım asırdır fiili olarak yenilgiye uğradığı gerçeğini hiç değiştirmiyor.

Daha da sağlıklı bir algı için sınıfı bilmek gerek derim. Çünkü, bu temel bilgilerde bir eksiklik var gibi.

Sınıf tanımlaması, bir ekonomik kategoridir. İşçi sınıfı dediğimizde de üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti olmamasından kaynaklanan nedenlerle iş gücünü pazarda bir meta gibi satan, üretime bu yanıyla katılarak artık değer üretin bir insan topluluğunu kast ederiz. Sınıfın üyesi olan tek tek insanlardan değil, ekonomideki yeri itibariyle sınıftan söz ettiğimizde bu gerçeği görürüz. Zira, insan olarak tüm işçiler fabrika çitlerini aşıp evlerine geldiklerinde, işçi olmanın çok ötesine giderler. Bu açıdan işçi kültürü, sınıf bilinci ve buna bağlı tüm önermeler, fabrika çitlerinden sonra silikleşmeye, sulanmaya başlar. Bunun için burjuvazinin özel olarak bir şey yapmasına gerek yok. Burjuvazinin sınıf bilincini bulandırma söylemi ne kadar doğru olursa olsun, işçinin (sınıfın değil) binicini belirleyen nesnel varlıklardan daha etkin değildir. Toplum içinde işçiler, var olan sistemin kültür algılarıyla siyasal, toplumsal yönelim alırlar. Bu da mahallenin tarihsel, inançsal, etnik binlerce örgünün yarattığı kültürle yüz yüze kalmak ve onun bir parçası olmak demektir. Hiçbir işçi bu gerçekle yüz yüze kalmaktan kurtulamaz.

Fabrika süreci içinde ne kadar katı bir işçi sınıfı üyesi olsa da yerleşim alanı ve yaşamı kuşatan kültürel, tarihsel, ideolojik veriler, bir nesnel etkinlik olarak işçilerin düşüncesini şekillendirmeye başlar. Hiçbir önerme, hiçbir ideoloji, hiçbir tez ya da ikna çabası, sonuçta bu nesnel etkiden daha büyük değildir. Bu ise, işçileri sınıfı olarak, kapitalizmin meşru sınıfı olarak sistemle bir bütünün ayrılmaz parçası halene getirir; önceki yazımda dile getirdiğim ulusun kapitalizmin şafağında doğması ve işçi sınıfının ulusçu doğasının nesnel verisi de tas tamam budur.

Fabrika’da üretimin bir parçası olarak artık değer üreten işçi, içinde yer aldığı sistemin bir parçası olarak bir sınıf oluştururken, bu sınıfın kaynağı olan sistemin davranışlarını, bilincini, reflekslerini taşır.

Sınıf bilinci, bu anlamıyla Kapitalizmin tüm sınıfları, sistemin çatışan içsel bir bütünü olmaları nedeniyle buluştukları bir ortak payda vardır. Ulusçu refleksler bu maddi gerçeklerin sonucu olan bir ortak paydadır. Kapitalizme ait bir sınıfın enternasyonalist olması, küresel düşünmesi ve bunu fiili bir çabaya büründürmesi bana göre bir aydın çabasının ötesinde değildir. Bu çabalar, kapitalizmin hiçbir sınıfının nesnel varlığıyla örtüşmez. Öyle olsaydı yeryüzündeki tüm köleler ve serfler üretimde aldıkları aynı konum nedeniyle 10 bin yıl önce enternasyonalizmi ilan etmeleri gerekirdi.

Devamla,

Sınıf mücadelesi bir sınıf olayıdır. Ancak tarihsel bir devrim, eski üretim tarzından yeni bir üretim tarzına geçiş, tek başına bir sınıf olayı değildir. Ne öznesi ne de nesnesi tek başına sınıf üzerine oturmaz. Daha kapsamlı daha çoğulcul unsurların, bütünsel gelişimleriyle ilgilidir. Materyalist açıdan tüm özneler, nesnel varlıkların sonucu olması dolaysıyla da tarihin öznesi tek boyutlu olamaz. Bütünsellikte ise, öncü artçı diye bir algı yanlıştır. En küçük bir dişlinin çalışmaması halinde onlarca dişliye sahip olan her saat durur.

İnsan ve doğayı, tarihin öznesi olarak algılamak ise, maddeci bilgi sonuçlarını bunların lehine kullanmak demektir. Yani araçları, amaç olan insan ve doğal için istihdam etmektir. Sınıf merkezli algı bunun karşısında çok ırkçı çok dar çok savaşçı ve çatışmacıdır. Çözüm arama bulma değil, kaos yaratmaktır. Gerçek devrimci mücadele gerçekçi dava ve çözümler için var olur. Hayali kavgalar, ne kadar keskin ve sert geçerse geçsin sonuçta kaos yaratır ve devrimci olamaz.

Ayrıca, tarihsel bir geçici kategori olan “sınıfı”, insan ve doğadan daha öncelikle bir merkeze oturtmak, onun sırtına kaldıramayacağı yükler taşıtmak, toplum tarihinde sonsuza kadar var olacağını iddia etmek kadar saçmadır. Böylesi bir iddia, teorinin ilkel komünal toplum ve gelecek için tahayyül edilen komünist toplumun sınıfsı olacağı tezlerine de aykırıdır. Bir tez, tarihin her kesitini açıklayamıyorsa buna tez denmez. Böylesi iddialarda inatla ısrar ise fetiştir. İdealizm de budur. Bir çırpıda, bu gün IMF kıskacında olan dünyanın 20 devrimini ayrıntılarıyla buraya aktarabilirim. Bu verileri biz çözümleyemesek, bunları destekleyen ve bunların yolunda yürüyenler olarak bir değerlendirme yapamasak, sorumluluklarımızı yerine getirmiş olabilir miyiz? Bence hayır. Bu konuda bir şey söylemeden hangi soyut felsefe argümanlarını evirip çevirip kendimizi haklı çıkarabiliriz ki.

Sınıf diye diye kendimizi aldatmayalım. Üretim tarzında devrim,  eski ile yeni arasında bütünsel bir mücadeledir, sınıf mücadelesi ise bu değildir. Her sistemin kendine özgü bir sınıf mücadelesi var ancak her biri ayrı ayrıdır. Bu mücadeleni ilgili alanlarını aşıp, sınıfın sırtına ne nesnel ne tarihi olarak gerçekleşmesi mümkün olmayan görevler yıkmak, bu gün solun içine düştüğü duruma bir kez daha, komik hallerde düşmek demektir; bu ise, en eski üretim tarzının ezilen sınıfının, yani kölelerin sırtına, tarihin tüm ilerlemelerini yüklemek demektir.

Sınıf tezinde tutarlı olmak için bunun iddia edilmesi gerek. Oysa ne kölecilik, ne feodalizm ne de kapitalizm tablosu,  sınıf merkezli bir algının sonucu olarak yeni üretim ilişkisi haline gelmedi.

Sınıf mücadelesinin olmadığı ilkel komünal toplumdan sınıflı, köleci topluma geçişi bu tez asla izah edemez. Tarihi tüm aşamalarıyla izah edemeyen bir tezle, geleceği kurmak yel değirmenleriyle savaşmaktır. Dolaysıyla, sistem için olan sınıf mücadelesini, yadsınmanın yadsınması kanunu gereğince, eskinin içinde gelişip büyüyen ve sonunda egemen olan yeni sistemin temel kurucu unsuru olarak göremeyiz. Bu bir inkar değil, doğru kavrayıştır. İnkar ise, sınıfa olmadık görevler yükleyerek onu balon gibi şişirip, patlamasını seyretmektir.

Marks bunu Capitalde çok yalın olarak şöyle ifade ediyor. Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital Cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)

Bu algıyı nesnel gerekçeleri için de bize şunları söylüyor “Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386,  4. dipnot)

Bu yaklaşım Kapitalizmden sonra gelecek üretim ilişkisi için tek doğru materyalist ölçü olduğunu söyleyeceğim. Siyasi tespitler anlamında Marks tersini söylese de. Bu noktada her kim ki, tarihin ilerlemesi, yeniden üretilmesi, eski üretim ilişkisinden yeniye geçişi, sınıf, katman, insan iradesi vb donelere bağlarsa o idealizme sapmış tarihsel devrimleri nesnel temellerinden koparmış demektir.

Bunun böyle olduğunu ne Marks’tan bir alıntıyla ne Lenin’de başka bir alıntıyla kanıtlamanın gereği yok ( yüzlerce alıntı koymak mümkün olmasına rağmen). Dünyayı maddi verileriyle algılamak yeter. Yeni bir üretim tarzı için sınıf değil, sınıf binici, sınıf örgütü, bilinçli sınıf ya da sınıf aydını değil, gerekli olan teknolojik maddi evrimin belli bir olgunluğa gelmiş olmasıdır. Öznel öğe, ister sınıf ister onun örgütü, kadroları, militanları, sınıf bilinçli kurumları ya da her ne ise tümüyle bu nesnel gelişimin sonucudur. Bu nesnel evrim yoksa bütün bunlar da yoktur. Daha ileri bir üretim tarzı eskinin bağrında yarattığı nesnel gelişmelerle birlikte kendine ait değerlerini üretir (sınıf, katman, güç, etkinlik, örgüt, kadro, bilinç aydın vb). Eskinin bu tür verileriyle yeni asla kurulamaz. Bu kural kölecilik ya da feodalizm için olduğu kadar, kapitalizm için de aynıyla geçerlidir. Sosyal kanunların şu ya da bu sistem ve ya sınıf için ayrıcalığı olamaz.

Bunları işçi sınıfı diye düşüncede üretmek, bilinçte kurgulayıp gelecek toplumun ayrıntılı şemalarını çıkarmak idealizmin en kaba tarzıdır. 16. -17.yy bir köylüye bu nedenle kimse motordan, traktörden söz edemedi. Tarım işçisi olacağı kehanetinde bunmadı. Bunları ona o kesitte birileri söyleseydi deli diye alay konusu olurdu. Bu gelişim, iradelerden bağımsız, nesnel gelişim ve birikimlerin sonucu, fiili olarak ortaya kondukça gerçekleşti ve bunun sonucu olarak, kendine ait sınıf ve örgütlenmeleri ortaya koydu. Feodalizm böylece, yadsınmanın yadsınması kuralı gereğince tarihe karıştı. Kapitalizm doğdu. Kapitalizm de bu yolu izleyecektir.

Bu algıyı, aynı materyalist yaklaşımla sürdürerek açıklamak zor değil. Kapitalizmi yıkacak olan gelişme, öncelikle bir teknik devrim süreci ve bunu sonuçlarıyla, eski sistemin içinde fiili olarak ikame edildikçe ortaya çıkacaktır; bu gün bunun nüveleri ortaya çıkıyor ve bunun için küresel üretim ilişkisine, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına doğru gidiyoruz tespiti yapmak yanlış değildir. Bu gidişte, eskinin hiçbir sınıfı temel rol oynamıyor, yeninin sınıfları ise bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkarak, belirginlik kazanacaktır.

Dolaysıyla, daha çok özgürlük ve demokrasi istemek tarihin ilerlemesine paralel olmak demektir. Demokrasi ve özgürlük gibi soyut kavramların içi her tarihi kesitte farklı doldurulur. Bu tarihi kesitte ne burjuvazinin ne de başka bir sınıfın izini taşımadan, kendi özgünlüğüyle devrimci bir görev olarak önümüze çıkan özgürlük ve demokrasi görevlerimizin içi doldurulacaktır.

Bunun tersini söylemek ise, eski düzenin bir sınıfına, “sınıfçılık” adına takılmaktır, eskiyi koruma ilkelliği ve idealizmdir. Bu hiçbir şekilde Materyalist bir algı değildir.

İdealizm bu yanlış sınıf bakışının ifadesi olarak karşımızda duruyor. Bu yüzden de ilgili olduğu sınıfın nesnel eğilimi olan, reflekslerinin merkezinde bulunan ulusçuluk, hatta ırkçılık yapmakta bir beis görmüyor. Dünyanın tüm komünist partilerinin içine düştükleri çirkin ulusçuluk burada anlam buluyor. Ben bunları çok iyi anlarken, sizler bunların birer “sapma” olduğunu iddia ediyorsunuz. Aramızda böylesi bir fark da bulunuyor.

Bu idealist yaklaşım, geçmişin ve günün ve de geleceğin maddi verilerine değil, onun sonucu olan sınıf gibi, katman gibi, lider gibi, örgüt vb gibi öznelerine, iradelerin yönlendirdiği dar ve fasit verilere sarılır. Bu da kavramları tarihin öznesi haline getiren Hegelci fetişizme düşmek demektir.  Hegel “Formsuz (şekilsiz) madde soyut bir şeydir. Böyle bir maddeyi görmek, duymak, vs… olanaksızdır. Görülen ya da duyulan bir belirlenmiş maddedir. Yani belli bir forum taşımış maddedir.” (Atilla Tokatlı, çağdaş diyalektiğin kaynağı Hegel s:65) yaklaşımı da tas tamam budur.

Sn. arkadaş, nesnel gelişmelerin verili sınırları ve sonuçları içinde özne insandır, insanlığın ve doğanın gerekleridir. Bu temel yerine konacak her farklı şey dardır, yetersizdir ve tarihi kategori olarak sadece içinde doğup büyüdüğü ve onunla yok olacağı sistemin sınırlarına hapsolmaktır. Bu nedenle sınıf mücadelesi ve kapitalizmde sınıf olgusunun sınırlılığıyla ne devrimcilik yapılır ne de yeni bir üretim tarzının öznesi olacak bilinçli davranış üretilebilir. Ama tarih ne sizi ne bizi bekleyecek. Yadsınmanın yadsınması herkese rağmen, gelip kendi hükümranlığını kuracaktır.

Şu ana kadar hala, tek bir konu üzerinde konuşuyoruz (sınıf olgusu). Buna bağlı onlarca konu tartışılabilir. Burada yaptığım tek şey görüşlerimin daha iyi anlaşılması için, işin alfabesini ortaya koymaktır; bunun anlaşılmamış olduğu şüphesi içindeyim.

Sn. arkadaş, aramızda sınıf algısı bile kökten farklı. Buna bağlı tarih, felsefe ve gelecek yaklaşımlarının çok farklı olması da normaldir. Bu kadar yazı yerine, önceki yazılarımda sınıf mücadelesinin tarihte gerçekleştirdiği tek bir yeni üretim tarzı gösterseydiniz, sanırım okur için daha yararlı olacaktı. Ancak bunun yerine bana yıllar önce onurla taşıdığım geçmişimi tanımlayan argümanlarla tekrarlar yapmanız, boşa kürek çekmektir diyeceğim.

Bu algılarla ne gelecek kurulabilir ne de marjinal olmaktan çıkılabilir. Popülizm yapmak değil, tarihin gelişmesini yakalamaktan söz ediyorum. Bunu yakaladığımız zaman, kitlelere uğruna dövüşecekleri gerçekçi davaları da sunmuş oluruz diyorum. Nesnel gelişmeler bunun için gerekli yeni sınıfları ya da katmanları ve onların bilinçlerini ve örgütlenmelerini de yaratacaktır. Bu günün bilişim çağının verilerini ortaya koyduğumuzda çok önemli verilerin nüvelerin ortaya çıktığını görmek zor olmayacaktır ( bu ayrı bir tartışma konusudur)

“SOSYALİZM, DEVRİM, KÜRESEL ÜRETİM, YABANCILAŞMA GİBİ TEMEL KONULAR ÜZERİNE KISA CÜMLELERBaşlıklı, 80 gençliği grupta yayınlanan birinci yazımda 7 Parametre ortaya koydum, özetle de örnekler verdim. Bu çağın gerçek anlamda devrimci mücadelesi ve devrimcilerin görevi özgürlük ve demokrasi mücadelesidir dedim. Bunun burjuva demokrasisiyle ne zaman ne mekan ne de nitelik olarak aynı olmadığını belirttim. Roma, Atina örneklerini hatırlatıp her tarihi kesitin bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişte, özgürlük ve demokrasi bayrağını yeni üretim tarzının temel sınıfları yükseltir dedim. Bu nedenle, bu soyut kavramları bu çağda sadece devrimciler doldurabilir diye de noktaladım. Bu tarihi kesitte, demokrasi burjuvaziye ait bir siyasal veri değildir diye de ısrarla vurgu yaptım.

Tersi iddiaların, gerçek anlamda kapitalizmin sınırları dışına çıkmak istemeyen, bu sistemi tarihe gömecek nesnel gelişmelerin sonucu ortaya çıkan öznel öğenin dinamiklerini sürece katmak istemeyen algılar olduğunu belirttim. Buna da yakın tarihten kanıtlar verdim. Maddi veriler olarak, toplumsal mülkiyet ilan etmenin hiçbir zaman daha ileri bir üretim tarzına geçiş için yeterli olmayacağını ifade ettim. Bir gece ansızın, bir siyasi kararla ilan edilenin, yine bir gece ansızın bir siyasi kararla geri dönüşünün kaçınılmaz olduğunu örnekledim. Geri dönüşün ne idari ne de idarecilerin hatasından dolayı olmadığını, nesnel yetmezlik nedeniyle olduğunu ifade ettim. Bu önermelerime de dayanarak sınıf bakış açısının, öznel, idealist bir bakış açısı olduğunu, tarih öznesi olarak sınıfı görmenin bu başarısızlıkta önemli bir rolü olduğunu bu satırlardan bir kez daha belirtiyorum.

Bolşevikleri ve başlarında Lenin’i, sınıf bakış açısının gelmiş geçmiş en büyük ustaları olduğunu belirteceğim. Bunun verdiği güç ve dinamiklerle milyonlarca komünistin sosyalizm tahayyülünü kurmak için ikircimsiz ve öz verili çaba sarf ettiğini teslim etmemiz gereklidir. Onları hafife almıyorsak, teoriyi doğru kavramadılar diye bir iddiada bulunmuyorsak, Kurdukları sosyalizmden başka bir sosyalizm olmadığını teslim etmemiz gerek.  Bu öyle ise, geri dönüşü yönetim bozukluğu, sonradan gelenlerin hatasına bağlamak, söz konusu öncülleri küçümsemek demektir. Bu doğru değildir.

Yanlış olan, yukarıda Marks’tan aktardığım ve gerçek anlamda, geri dönüşü mümkün olmayan bir devirim için gerekli nesnel gelişmelere sadık kalınmaması nedeniyle yapılanlardır. Bu nesnel yeterlilik olmadan “sınıf” üzerine yapılan kurgu tahayyülleriyle, eski üretim tarzını tarihsel olarak yadsımadan, yeni bir üretim tarzı kurulabileceğini iddia etmektir. Siyasi iktidarın ele geçirilmesini bunun için yeterli görmektir, toplumsal mülkiyetin hukuksal olarak ikamesiyle üretici güçlerin gürbüzce gelişebileceğini sanmaktır ilh…(ila ahiri)

Bundan da açıkça anlaşılması gereken şey Marks’ın, yukarıda üretim ilişkilerinde devrim olgusunu sıkı sıkıya teknoloji devrimine bağlama örneğinde olduğu gibi, üretici güçlerin gelişimini engelleyen eski üretim ilişkilerini aşacak girişimlerin katkısına dikkat çektim. Bu nesnel gelişmelerin devrimci öznesi ise eskiyen her toplumdan çıkışta olduğu gibi özgürlük ve demokrasi görevlerini yerine getiren güçlerdir. Bu güçler eski sistemin hiçbir sınıfı değildir; sınıf mücadelesi bu anlamda, eskinin içinde daha çok demokrasi ve özgürlük alanı açması kadar, gelecek toplumun kuruluşuna katkısı olabilir. Devimciler de bu nedenle bu mücadelelerin içinde yer alır.

Size gelince, sınıf merkezli algılarınız,  yukarıda işaret ettiğim iç çelişki ve tutarsızlıklarını bir yana bıraksak da tarihi bir kategoriye bu ölçekte biçilmiş rollerle bir yere varılamayacağını bilmenizi isterim. Eski bir toplumdan “geleceği kuracak sınıf” çıkarma iddiası, benim materyalist felsefi algılarıma tamamen terstir.  Böylesi bir iddia ırkçı, dinci iddiaların yönteminden farklılık gibi gelmiyor. Onlarda tarihi ya milletlerin savaşı ya da inançların savaşı olarak algılıyor. Bu nedenle idealizm bu algınızın temelini oluşturuyor diyorum.

*************************************************************

YORUMLARA CEVAPLAR

1.
Değerli Bülent Akbay, tanıtım yazımı sanırım iyi okumamışsınız. Emperyalistlerin bizlere bin bir biçimde sunduğu, öncüsü olduğunu söyleyip elindeki medya gücüyle insanlığın beynini yıkamaya çalıştığı argümanlar, bize rağmen “evrensel insan hakları”, “evrensel hukuk”,  “özgürlük ve demokrasi” yaftasıyla gelmektedir. Bu soyut kavramların içini doldurmaya geldiğimizde ayrıntılarda yatan şeytana tanık olduğumuzu görüyoruz. Oysa bizler de oldum olası özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını, hukuku savunuyoruz ve bu evrensel değerler için bedel de ödüyoruz. Ama bir açığımız var, bu değerleri kendi yerelimize oturtamadığımız için hep taklit kaldık, hep taşıma suyla değirmen çevirdik ve sonuç alamadık. Dön bak marjinalliğin bir adım ötesine geçen tek bir sol siyasal hareket var mıdır?  Ben ötesini söylüyorum en büyük sosyalist düşünce liderleri de tarihsel geri dönüşü olmayan devrimlere gidemedikleri için fiili olduğu kadar teorik bir iflasa uğradılar… İşte bu iflasın teorideki yerine işaret ediyorum, yazı dizimi izlemeni tavsiye edeceğim orada bunun nedenlerini de tarihsel verilerle açıklayacağım. Sınıf mücadelesi devrimci değil reformisttir demek tamamen bu noktada anlam kazanıyor. Ezber bozun iddialar, ama buradan da kısaca belirteyim köleler hiçbir zaman köleciliği yıkamadı feodalizmi kuran onlar değil, tersine köleciliğin bağrında feodalizm kendi verileri ve sınıflarıyla geldi, yadsınmanın yadsınması kanunu gereği tarihsel bir devrim yaparak yerini aldı.  Feodal dönemde  korkunç sınıf mücadeleleri oldu, serflerle feodallerin kavgası. Ama serfler feodalizmi yıkmadı, tersine feodalizmin yanında yer alarak  yükselen kapitalizme karşı savaştı, Burjuvazi bunun için tüm toplumu arkasına alacak bir özgürlük ve demokrasi şiarını öne çıkartıp ulusu toplamaya çalıştı. Feodalizmin bağrında feodal karlarlın kanatları altında da olsa büyüyerek yadsınmanın yadsınması gereği eski toplumu tasfiye ederek  kendi sistemini egemen kıldı. Fransız devrimi bir sonuç olarak, siyasi erki yıkıp bu halkayı tamamladı.  Kapitalizmin temel sınıfı olan İşçi sınıfının da kaderi budur. Fabrika kapanmasın, işinden olmasın diye sınıf güdüleriyle böyle bir duruş sergileyecektir; bunu da, sınıf mücadelesini reformlar için verirken yapacaktır. Ötesine geçemeyecektir. Çünkü doğası buna el vermez. İşçi sınıfı tanımını ise burada tekrar etmeme gerek yok ( dikkat, işçiden değil işçi sınıfı ve doğasından söz ettiğimiz unutmayalım).

Şimdi bu temel veriler üzerinden baktığımızda burjuvazinin diline doladığı  bu argümanların sahtece bir şey olduğun anlamak güç olmaz. Sistem tüm sınıflarıyla bu argümanların dışına çıkmıştır. Bu gün üretici güçleri engelleyen, demokrasi ve özgürlüğü engelleyen sistemin kendisidir  bunu aşmak isteyenler ise  gelecek toplumun temsilcileridir. Gelecek yeni üretim tarzı ise bilimsel ve teknik devrimlerin yarattığı yeni verilerle kapitalizmin içinde büyümekte ve onu yadsıyacak boyuta doğru ilerlemektedir. Bu çağın gerçek özgürlük ve demokrasisine ihtiyacı olan da  budur. Bu bizim yerelimizin en küçük taleplerinin de içinde olduğu gerçekçi bir özgürlük ve demokrasi mücadelesini gerektirir. Bu nedenle batının evrensel  diye bize yutturmaya kalkıştığı içi boş argümanları artık aşmamız gerek diyorum. Yerelimizin yol haritası da (yani özgürlük ve  demokrasi istekleri de) bizi  bu gerçekçi evrensele götürecek tek  çıkış yoludur diyorum.

Avrupa’nın  yerel ortamında doğup yükselmiş, ama  artık içi boşalmış ve aynı güçlerce içi dolduramaz hale gelmiş olan bu değerler, sahtekar savaşların, talanın, istilanın aracı olmuştur. Irak'ta,  Libya'da aynı argümanlarla gidilmiştir. Suriye bu argümanlarla istila edilmek istenmektedir. Yer yüzünde bu argümanları  gerçek verileriyle  savunacak güç kalmamıştır. Geride kalan ise, halkların, halkçı yönetimlerin direnişidir. Bu direniş oldukça yereldir ve  evrensel değerleri savunan tek güçtür. Yerellerine bağlı ve yerelleri üzerinde yükselen halkın gücü,   tamamlanmamış özgürlük ve demokrasi talepleri dahil gelecek toplumun gelişmesinin önünü tıkayan engelleri de aşarak bu değerleri ayakları üzerine yükseltebilir.  Emperyalizmin bu yöndeki bilinç bulandırma çabalarına karşı, orijinalitemizi sarılarak evrensele giden yolları aşmaya çalışmalıyız  diyorum.  Ucu açık  olan ve sonuçta emperyalizmin bir uzantısı olan söylemlere tutunmamak gereklidir diyorum. Bu gün kimi solcuların Suriye üzerine oynana oyunların bir kuklası olurken ortaya koydukları yanılgının kaynağı da burasıdır. Sonrasını yazı dizimi takip ederek yorumlamanızı bekliyorum. Teşekkür ederim…

Evrensel  değerlerin soyut olması noktasını çok iyi kavramak gerek. Zira bu kavramlar, her çağda bir biçim içinde ve bir farklı dolguyla anlam kazanır; Roma’da, Atina’da köleci cumhuriyetler vardı  ve  bir biçimde demokrasi vardı. O çağa ait. Kapitalizm çağının da demokrasisi var…  Soyutladığımızda  tümünün ortak noktası daha ileri bir sisteme gidişin yollarını açmasıyla anlam kazanır… İçi o çağın  verileriyle dolar. Bu gün için de özgürlük ve demokrasi gibi  soyut argümanlar, bu çağın gereklerince içi doldurularak yaşam bulacaktır.

Tam bu noktada bu işi burjuvazi ya da kapitalizmin hiç bir sınıfı yapamaz, yeni bir üretim ilişkisini kuramayacağı için kapitalizmin hiç bir temel sınıfı bu görevi göremez, en fazla reformları kazanmak için bu sürece katkı yapar, ama öncüsü olamaz; gelir fabrikasının kapanacağı anladığı yerde burjuvaziyle  anlaşır ve fabrikayı çalıştırır, sistemi yeniden üretir,  çünkü o sınıf güdüleriyle ancak buraya kadar gelir, ötesine gidemez, 200 yıllık tarihin tüm deneyleri bunu göstermiştir.  Sosyalizmin gerisin geriye  kapitalizme dönmesinin anlamı da budur.; kimse  kendini aldatmasın nedenleri kötü yönetim vb de aramasın çağının en büyük beyinlerinin yönettiği devrimlerin ürünü olarak kurulan Sosyalizmden daha iyisi kurulmayacaktır; böyle bir iddia bu önderleri küçümsemektir. Ama teorinin içsel dokusunda hata vardı ve bu fark edilmedi. Siyasal devrimlerin ardından nesnel devrimler gelir sanıldı. Bunun için de  toplumsal mülkiyeti siyasal bir kararnameyle ilan etmeyi, üretici güçlerin gürbüzce gelişimi için temel dayanak sandılar; öyle olmadığını ise hep birlikte gördük…

Gelecek toplumun kapitalizm içindeki yeni öğeleri ise, gerçekçi özgürlük ve demokrasinin savunucularıdır. Çünkü yeni üretim ilişkisinin varlığı buna bağlıdır. Bu nedenle gerçek devrimciler bunlardır, gerçek özgürlük ve demokrasi savunucuları bunlardır diyorum.

________________________________________________

2.

Değerli Gazihan Çağlar, önce ilginize teşekkür ederim. Yazdıklarımı çok iyi kavramışsınız diyecek olurken bir eksik algılamanız olmuş. PARAMETRELERİM başlıklı yazımı tekrar okumanızı rica edeceğim. Önermelerim istesem de şiddeti var saymıyor, o çok sonuçsal bir şey ve iradeyle talep edilen değildir...

 Eski toplumun bağrında doğan ve onu tarihsel olarak nesnel verilerin olgunluğuyla yadsıyan, dışlayan tarihe gömen yeni üretim tarzı esprisinden söz ediyorum. Geri dönüşü mümkün olmayan devrimin ancak bu yolla olacağını belirliyorum;kapitalizmden feodalizme geri dönülmeyeceği gibi…

 Alttan üste yükselen bir süreç. Bu sürecin son halkasında eski rejimin siyasal sahada zorla tutunma çabasına karşı ise öznel devrimci girişkenliğin kaçınılmaz olduğunu belirlemek eşyanın tabiatına aykırı değil. Fransız devrimini örnek verebilirim… Bu sürece kadar devrimci öznel çabalar daha çok özgürlük ve demokrasi kanallarının açılması için katkı yapacak her aracı kullanmayı gerektirir, bunun içinde sınıf mücadelesinden de  eski toplumun tüm ilişki ve çelişkilerine , yasa ve kuramlarına kadar her şeyden yararlanmayı gerektirir. Bu nedenle emekçi hakları özgürlük ve demokrasiye yol açabildiği ölçüde (eski topluma ait değerler olsa da) etkince içinde yer alacağımız konumları belirleyecektir; Ancak bu hiç bir zaman daha çok işçileşmek ve işçi sınıfını büyütmek gibi bir amaç taşımayacaktır. Böyle bir çaba teorinin handikabıdır. Kapitalist sistemi yeniden üretmektir. Devrimcilerin böyle bir  işi olamaz. Oysa teoride böylesi anlamsız ve geri konuma tutunmayı ifade eder. Bu argüman, çok devrimci gibi görünse de, bir zamanlar “ah şu gök delenleri yıkıp gece konularda herkesi eşitlesek” diyen  ve kendini çok depremci sanan, emekçi kültür mihverinde ki “devrimcileri” çağrıştırıyor…

Algılarımdaki devrimciliği geri dönüşü olmayan tarihsel bir devrimcilik olarak ele almam ne ölçüde nesnel gelişmelere dayandığımı göstermeye yeter. Ancak devrimci çalışma ve etkinlik denilen çabalar, bu süreci hızlandıran öznel çabaların özgürlük ve demokrasi kanallarını sonuna kadar açma çabaları olması, bu işin kaçınılmaz sonuçları arasındadır.
________________________________________________________

3.

DEVİMCİ GÜÇLER KİMLER -I-

Değerli Bünyamin Sarıgül, yerinde bir soru.sormuşsunuz teşekkür ederim. Umarım bu kalitede tartışmamız devam eden naçizane fikirlerimi aktarmayı siz gibi genç kuşağın okuyan çevreleriyle iyi bir diyalog sayesinde okura buradan katkı yaparız.

Öncelikte diyeceğim şudur, belli ki yazılarıma yoğunlaşmamışsınız. Öncelikle eski toplumun içinde doğan ve onu yadsıyacak olan yeni üretim ilişkisi olgusunda anlaşmamız gerek. Marksizmin yeni üretim ilişkisi tezlerini temeli de buraya dayanır… Yadsınmanın yadsınması kanunu… Bildiğiniz gibi bu kanunlar tarihsel soyutlamalarla oluşur yani tarihin her kesitini açıklar yoksa kanun olamaz.

Bu ilkeden bakınca, tıpkı feodalizmin bağrında kapitalizmin doğup gelişmesi gibi.  Tüm üretim tarzları eskinin içinden doğar, eskinin kanatları altında büyür ve egemen olur siyasi zorluk olursa devrimci girişkenlikle devlet ele geçirilir ve  alt yapı üst yapı uyumu sağlanır. Fransız devrimi tipik bir örnektir.

Bu durumda bizler 16.yy olsaydık ve birisi, şimdi sizin sorduğunuz gibi feodalizme bakarak aynı soruyu sorsaydı ne diyecektik? İleriyi görme güçlüğü nedeniyle devrimci sınıfın burjuvazi olup olmayacağını kestirmemiz çok güçtü. Zira çok erken bir zamanda soruyu sormuş olacaktık. Ama 18. ve 19 yy gelince hiç çekinmeden dönemin devrimci sınıfı olarak burjuvaziyi gösterebilecektik. Çünkü Feodalizmin içinde doğup yani alttan gelerek onu yadsıyıp tarihe karıştıran yeni üretim ilişkisi kapitalizmdi ve bu üretim ilişkisinin temel iki oluşturucu sınıfı burjuvazi ve işçi sınıfıydı. Bu nedenle tarihin ilerlemesini uygun olarak kapitalizmin temel sınıfı olarak burjuvazi devrimci rol oynuyordu. Fransız devrimiyle de bunu siyasi olarak taçlandırdı..

Peki olayın kapitalizmin içinden olan kısmında gelişmeler nasıl ve bu alanda devrimcilik nedir ve kimlerdir ona bakalım…

Benim de bu yazılarla ortaya attığım fikirsel iddia budur bu merkezdedir. Dedim ki, kapitalizm kendini yenileyemez, kapitalizmin temel sınıflarından hiç biri bunu hiç yapamaz bu diyalektiğe de aykırıdır. Tarihin ilerlemesine de aykırıdır. Geriye kalan nedir?  Geriye kalan, kapitalizmin bağrında doğacak olan ve kapitalizmi yadsıyacak olan yeni üretim ilişkisidir. Marks bunu açıkça da belirterek üretimi tarzında değişikliğin teknolojik devrimle yakın ilişkisini açıklar. Şu iki alyıntıyı okuyun ve soyutlama yaparak bu kez kapitalizmden daha ileri bir üretim ilişkisine geçiş için aynı cümleyi yeniden kurun;

Marks bunu Capitalde çok yalın olarak şöyle ifade ediyor. Üretim tarzında devrim, manüfaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital Cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, Onbeşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)

Bu algıyı nesnel gerekçeleri için de bize şunları söylüyor “Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386,  4. dipnot)

Ben şunu söylüyorum, manifaktürden kapitalizme geçiş   nasılki emek aletlerinden makinaya geçişle temsil ediliyorsa yani marksin sözüyle “Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır” aynı şekilde bizim yapmamız gereken ilk şey makine araçlarının (kapitalizm) elektronik araçlara bilim ve tekniğin yeni sanal üretim alanları ağına  nasıl geçtiğini çözümlemek olacaktır. Yeni üretim sistemi tam oradadır. Teknolojideki devrimin merkezindedir. Bunları uzunca irdeledim ve vardığım sonuç kapitalizmi tarihe gömecek olan yeni üretim tarzının, kapitalizmin içinde doğduğunu ve hızla geliştiğini göstermektedir; bu kapitalist tekellerin kanatları altında olsa da artık kapitalizm değildir. Marksın da dediği gibi kapitalizm de feodal karlarlın kanatları altında gelişmişti.


DEVİMCİ GÜÇLER KİMLER -II-


Bu yeninin temel üçleri gerçek devrimci olandır, bu gün tüm yönlerilyle güçlüce belirgin olmasada bu yönelimi kavramak ve kendimizi burada konumlandırmak açısından bu soyutlamaların bilinmesi gereklidir. Bu gerçek devrimci güçlerin gelişmesinde engelleri yıkma mücadelesi de özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Buna emekçiler nispi katkı yaparlar; kendi özlük sorunlarını ararken yaptıkları bu katkı içinde, biz devrimciler onlarla her yerde birlik oluruz. Ama onlar sonuna kadar gidemezler, doğaları buna uygun değil, onlar kapitalizme aittirler, onunla tarihe karışacaklardır. Yeni topluma ait olan ve tarihsel olarak devrimci olan güçler ise  çok farklıdır. Bilişim çağının yaratıcıları ve güçleri  bu katmanlardır.

İşin ekonomik teorisindeki özelliklere de baktığımızda bunu görürüz. Marks kapitalizmi meta üzerinden çözümlerken,  pazar için üretilen metanın değişim değerli üzerinde durur. Artık soyut emek devrededir değişim değeri kullanım değerinin önüne geçmiştir der. Ben de diyorum ki, kapitalizmi aşacak olan yeni üretim tarzı gelişiyor, bu tarz devrimci küresel üretimdir diyorum ( emperyalist küresel siyasal talancı yönelimlerle devrimci küresel üretim karıştırılmasın. Yazılarımda bunun için özel olarak duruyorum takip edin) Sanal üretimin bilgi ağlarıyla iç içe kapitalist meta üretim formülünü  aşarak yeni üretim tazını kuruluyor diye de dikkat çekiyorum.

Bu noktada daha çok özgürlük ve daha çok demokrasi mücadelesi, hayati önem taşıyan en gerçekçi devrimci mücadele oluyor. Çünkü yeni toplumun kuruluşu önünde duran eski toplumun engellerini ortadan kaldırıyor. Bu temizlik çabası sadece öznel değildir, yani mitingiler, gösteriler değil esas olarak icatlar ve keşiflerle  yerleşik bir üretim tarzının dinamiğini yaratmaktır İnternet iletişiminin PTT ye karşı devrimi işte budur…
İşçi sınıfı ise kapitalizmle birlikte tarihe karışacak bir sınıf olarak ancak reformlarla bu mücadeleye nispi bir katkı sağlayabilir. Dikkat edin yer yüzünün tüm işçi sınıfı mücadeleleri artık sadece işlerini kaybetmemek üzerine kurulu hale gelmiştir. Özellikle sosyalist sistem çöktükten sonra tek dertleri ekonomik kazanımdır. Son TEKEL eylemlerini hatırlayın işçiler tek şey için yalvardı “işimizi istiyoruz” bu ne demektir kapitalizmi yeniden9 üretmeye hazırız aylıklarımızdan da kısanız demektir… Bu da çok normal, işçi sınıfının doğası ötesine geçemez, fabrika sistemidir bunun adı yani hammadde+ üretim araçları + işgücü = META…. Bu formül maalesef sosyalizm denilen sistemde de aynıydı. Bunun için ne yeni uygarlık nede ileri bir üretim tarzına geçiş mümkün oldu . Mümkün olan gerisin geriye dönmek oldu…


 İşte tarih önümüzde, sınıf mücadelesi tarihin hiçbir yerinde yeni üretim tarzını kurmadı. Spartaküs geldi Roma kapıları önünde şaşkınlık geçirdi, Münzer feodal kralların tahtı önünde diz çöktü, Polonya’da ve doğu Avrupa’da sosyalizmi işçi sınıfı yıktı, üstelik örgütlü sendikal gücüyle. Bunu göremezsek bu tartışmamızın da bir anlamı olmaz.. Burada inkar değil saldırı değil fikir üretmek için bunları yazıyoruz okur yararlansın diye soyutlamalar üretiyoruz…(bu grupta ejder koku diye biri erkek uzvunu ağzına almış fikirlere küfür edebiliyor, ona gönderme yapıyorum, diğer herkesi tenzih ediyorum)

Buradan üstelik iddiayla diyorum ki, kapitalizmin herhangi bir temel sınıfı, üretimdeki yeri ne olursa olsun kapitalizme aittir doğası yeni topluma uygun değildir. Bu nedenle ne devrimci olabilir nede öncü. Bu tezimi laf kalabalığıyla değil tarihi örneklerle, tek tek ilgili sınıf mücadelesi içindeki sınıfların doğalarını açıklayarak ispat etmeniz gerek. Yoksa tezlerimi izleyeceksiniz ve olumlu sonuçlar çıkartacaksınız…

Tabi ki bu noktada temel kavramlara uzanmak gerekebilir. Bunun için sınıftan söz ediyorum, işçi olarak kişilerden değil. Sınıfı ise anlatmama gerek yok, bunu bilmeyen bu tartışmalara girmesin.

Sınıf doğası gereği artık değer üreten, iş gücünü pazarda satan üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti olmayan insan topluluğudur. Böylesi bir topluluğun tek yeri fabrikalardır. Fabrikadan çıkınca halklaşmaya başlar farklı kültür ve ilgi alanlarıyla karmaşık hale gelir. Bu onun iyi yanıdır. Zira fabrikada işçi sınıfı çok kötü bir tek boyutluluk içinde olur.

Bu sınıf kapitalizmle var oldu ve onun temel ilişkileri içinde var olabilir. Ne “geçiş toplumu” ne de başka bir yutturmaca bu sınıfı kapitalist sınıf olmaktan, kapitalizmi yeniden üretmekten çıkarmaz.  Bu yüzden kimse bu sınıfa altından kalkamayacağı ve doğasına aykırı olan ileri bir üretim ilişkisini kurdurmaya kalkışmasın. İflas eder. Tarih bunu gösterdi. Artık kimse ne kendini ne de başkasını aldatmasın. İşte benim dediğim de budur.

Orijinalitesinden kopuk solun halleri de ortada, Sol marjinalin marjinali durumundadır çünkü hep taşıma suyla değirmen döndürmeye kalkıştı. Sakın bu gerçekleri öznel nedenlere bağlamayın. Öznel hatalar derseniz büyük devrimleri yapan o kütüphaneleri yutmuş bilge önderlere haksızlık edersiniz: İşin içinde teorinin hatası, sınıf mücadelesine  endeksli siyasal algılar ve hatası kadar, olgunlaşmamış nesnel verilerin yani bilim ve teknolojik süreç geriliklerinin rolü bulunmaktadır. Bu eksiklere, işçi ve emekçi sınıfları doğalarına aykırı görevler vererek kitle oluşturup yeni üretim tarzını öznel iradeyle kurmaya kalkışmak  sonuçta olanları gündeme getirdi. Bunun içindir ki, bir gece ansızın siyasal kararnameyle  toplumsal mülkiyeti kuranlar, bir başka gece yine ansızın kapitalizme dönüşün önünü kesemediler. Ama benim sözünü ettiğim tarihsel devrimde, örnek veriyorum;  internet iletişiminin PTT ye karşı yaptığı devrim asla geri dönemez….

Şimdi siz karar verin gerçek devrimci güçler kim tarihi ilerleten yeni üretim tarzını kuracak olan bilişim çağının güçlerimi kapitalizmin bir temel sınıfı mı?????? Teşekkür ederim.

___________________________________________
4.

Değerli Bünyamin Sari gül. 1 Mayıs bayramını ben de şimdiden kutlarım. Seni oyalamak istemem. Ama birbirimiz daha iyi anlamak ve tekrardan kaçınmak için temel kavramlara çok iyi açıklık getirmek gerek derim. Kapitalist üretim tarzına ait doğasını anlattım, bunu bir daha irdeleyin ve gelecek toplumu kurup kuramayacağını düşünün. Nesnel yapısı geleceğe uygun olmayan sınıfın (birey olarak işçilerden değil sınıftan söz ediyorum) bunu öznelce, bilgi birikimiyle yapıp yapamayacağını düşünün...

Eksik yaklaşımınız başarısız ve açığı çok olan teorinin kapsamı dışına çıkmayışınızdandır. İleri üretim tarzını 19. yy ve 20.yy siyasi algılarıyla ele almanızdır. Oysa, yeni bir uygarlık gelişiyor içten içe, kapitalizmi yadsıyacak olan, onu görün devrimcilik odur işte...

Bakın İnternetin tarihsel devrimindeki esprisini kavramamışsınız, Kapitalistlerin internet sağlayıcıları olmasıyla kapitalist üretim tarzı arasında ki farkı görmemişsiniz. Bu hataya düşeceğini bildiğim için özel olarak Kapitalizmin feodal krallıkların kanatları altında geliştiğine ilişkin Marksın ünlü sözünü aktardım. Aynı şey, yeni üretim ilişkisi eskinin kanatları altında kapitalizmde de gelişiyor.

Bu diyalektik evrim teorisidir, başkası olmaz. Siyasi iktidarın ele alınmasıyla ileri bir üretim tarzı kurulamaz...Böylesi geri döner ve bunu yaşadık. SSCB'nin yıkılışı, sosyalizmin yıkılışı değil. Ben “sosyalizm esasında kapitalizm madalyonun diğer yüzüdür” diyorum. İspat olarak da üretim tarzıdır, Marksın kapitalde ifade ettiği fabrika üretimi formülünü de veriyorum. Lenin dönemini baz alırsak bile orda tüm açıklığıyla bir kapitalist üretim tarzı vardı, sonrası da öyle devam etti…

Tersini iddia edecek olanlar bana sosyalizmin üretim formülünü getirecekler ki yok.... Eski sosyalist teorisyenler sıkışınca buna "geçiş dönemi" diyorlar... Bu da çok komik oldu...

Ben daha ileri gittim ve değişim değerinin önemini vurgulayarak gelecek üretim ilişkisinde değişim değerinin bir bütün olarak öne geçeceğini belirttim. Bunu anlamak için sanal üretimi bilmek ve bunun evrensel ölçekteki tarzını kavramak gerek.

Böylece formülümüz için önereler de yapılabilir derim o da, bilgi+ bilişim çağı iletişim ve sanal üretim ağları + operatörler = sanal meta>>> işti çağımız bunu gidiyor sanal olarak üretilmeyen ve pazarlanamayan hiç bir şey yeni ileri üretim ilişkisini temsil edemez. Bunu ise detaylıca uzun yazılarımda işledim....

Stalinizmin hataları dediniz mi Leninizmin de Marksizmin de hataları diyeceksiniz. Hiç bir şekilde bu bilgeleri birbirinden ayırmıyorum. Zavallı Stalin, kendinden bir şey getirmedi ki, yaptığı teoriyi en kısa sürüde uygulamak oldu. Lenin yaptığı çok daha acemice idi, o da bir gece ansızın iktidar ele geçince toplumsal mülkiyet ilan etmek....

Düşünün kapitalist üretim tarzının olduğu bir nesnel veri üzerine toplumsal mülkiyeti siyasi kararnameyle ilan etmek ne anlama gelir. İşte geldiği anlam>>> geri dönüş<<<<... Bunun suçlusu Stalin değil, nesnel koşulların olgun olmaması ve teorideki hata.... Bir de sınıf mücadelesine biçilen yerinde olmayan rol....

Sistemden hoşnut olmayan sınıf sistemi değiştirecek sınıf demeniz ise çok tecrübesizcedir. mekaniktir. Değerli kardeşim burjuvaziye bile sorsanız sistemden memnun değil, daha çok sömürü ister, sansür ister faşizm ister. Sorun bu değil, sorun sınıfın doğası olan veriler kendi sistemini yıkabilir mi ?

İşte bu olamaz, böyle bir şey mantık dışıdır, çünkü kendisi de yok olur. Yok olan bir şey, başka bir şey kurumaz; bunu neden anlamak istemiyorsunuz....

Sınıf dışı insan yoktur diye bir daha hatırlatmışsınız, size kapitalizmin feodalizm içindeki konumuyla ilgili sorumu bir daha yinelemeyeceğim. aha ileri bir üretim tarzı eskinin bağrında doğuyorsa işte bu yeninin etkinlikleri devrimci olandır,bu katmanlar ve güçler gerçek ilericiliği ve devrimciliği temsil ederler. Siz de bunu anlayın artık.

Teşekkür ederim
______________________________________________

5.

Değerli Bünyamin Sarıgül, on yıllardır Marksizm üzerine  çalışıyorum. Bu konuyla ilgili her yazımla ilgili oldum. Torçki'nin hayali enternasyonalist devrimini ( bu konu ayrı bir tartışma konusu ve Troçkizmin akıl almaz hatalarını, devrimi siyasal darbe olarak ele almasını ve dünya ölçeğinde bunun ikamesi için nesnel olgunluklar yerine öznel girişimciliğe önem vermesi konusunu istersen ayrıca tartışırız okur da bu açıdan çok şey öğrenebilir), Stalin'in kraldan çok kralcı Ruslaşmış Gürcülüğüne rağmen ilkel bir ekonomiyi dünyanın en önemli sanayi gücü haline getirmek ve Nazileri dize getirmekle insanlığa yaptığı önemli katkıları, Lenin’in siyasal devrimi tarihsel devrim sanma yanılgısını, Marks ve Engels'in ekonomik analizlerden çıkardıkları hatalı siyasal sonuçları ve 21.yy düşülen açmazları ayrıntılarıyla seninle sohbet edebilirim. Bu konuda önemli hatalarla müptela okumalarınıza dikkat etmenizi tavsiye etmekle yetineceğim.

Sonra, Enternasyonalizmin işçi sınıfı için vatansızlık olduğu iddiasının tarihin hiç bir kesitinde anlam bulamadığını da tarihin gösterdiğini bildireceğim. Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ya da öğrenmeden konuşmak ayıptır.  Bilmeyenlere sözüm olsun; kapitalizm  ulusçudur, evrensel değildir, bölgecidir, ülkecidir hatta fabrikasıyla pazarı arasında bir ilişkidir. Ulusların kapitalizmin şafağında doğması da tam anlamıyla bunu ifade eder. Bunu hiç aklınıza getirmiyorsunuz. Troçkinin de handikabı bu... Kapitalizmin ve emperyalizmin küreselliği, evrenselliği tamamen siyasal yayılmacı ve pazarla ilgilidir. Küresel üretim ise çok farklıdır. Kapitalizm küresel üretim yapamaz, bu doğasına aykırıdır. Küresel üretim devrimcidir ve bilişim çağını gerektirtir. Sanal üretim dediğimiz mekanizma için internet ve bunun bilgi çağındaki sistemleri gereklidir. Bilgi bankaları ve operatörlerinin nesnel bir zemin üzerinde kendine has sistemlerini kurmuş olmaları gereklidir. Kapitalizm bu değildir. Bunlar kapitalizmin kanatları altında sermaye gücünün etkinliğiyle oluşmuş olsa da kapitalist üretim tarzıyla çalışıyorlar anlamına gelmez. Bu nokta kavranması gereken en önemli noktadır.

 Sanal üretim küreseldir. Yer yüzünün en uzak köşelerinden aynı anda bilgi aktarımı yoluyla bu üretime katılmak mümkün, kapitalizmde ise iş gücü olmalı fabrikaya gelmeli ve orda emek verip soyut emeğin metada kristalleştirilmesi gereklidir. İkisi arasındaki fark ise tarihsel olduğu kadar, teknolojik nitelik farkıdır. Bunu kavranmadıkça tüm tartışmamızın anlamı yok demektir.

İnsanlık soyut üretime, yani küresel üretime giden yeni bir üretim tarzını inşa ediyor. Bunun ihtimali formülü de bilgi+ internet iletişim teknolojisi+ bilgi işleme operatörleri = Soyut Meta ( kapitalizmin meta formülü ise;  Ham madde + üretim araçları+ işgücü = meta bu iki formül iki ayrı üretim tarzıdır bunun bilinmesi ise hayati öneme sahiptir) Soyut meta, çağdaş dünyanın metasıdır, alınır satılar somuta ise yine yeni teknolojinin etkin müdahalesiyle üretilir. Buna bakıp, “sonuçta somut meta üretilmiyor mu?” demek komiktir.  Zira insanlık tarihinin tüm üretimi çabaları, tüketim içindir; kölecilikte de feodalizmde de kapitalizmde de öyledir, aradaki fark üretimin tarzıyla ilgilidir ve sistemin adını bu tarz belirler.  Küresel üretimi küresel yapan gerçekçi neden, bilişim çağı iletişim araçları kanalıyla tüm insanlığın ortak katkısını alabilmesidir. Kapitalizmin doğasına aykırı olan da budur. Bu yüzden enternasyonalizmi siyasi bir veri olarak ele alma hatası ve bunun sonucu enternasyonalist devrim kendini aldatan, temelsiz bir iddiadır. Troçki bu yanıyla yanılgı içindedir. Son olarak Torçkistlerin Suriye konusunda aldığı haksız., vicdansız ve ahlaki olmayan tutum da bunun uzantısıdır. Bürokrasi ise kapitalizmin doğasında olan bir şeydir, bu nedenle ne Troçki’nin sosyalizmi ne de Stalin’in sosyalizmi bürokrasisiz olamaz. Troçki iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra çevresini saran mekanizma bile tipik bir bürokrasi  çevresi olmuştur.

 Değerli Bunyamin Sarıgül, sorun nedir biliyor musun, sol kapitalizmi bilmiyor bunun için, Avrupa merkezli teorilere yaslanarak kendi orijinalitesini yok ediyor. Taşıma suyla değirmen döndürüyor. Bu inat onu tarihi boyunca marjinal kalmaya mahkum ediyor. Bu noktadan diyeceğim o ki Hegel’in baş üstü duran diyalektiğini ayakları üzerine diktiğini sananlar sanırım tersini yapmışlar… Teşekkürler…

___________________________________________

6.

Değerli Bünyamin Sarıgül, tartışmayı özele taşımak okura karşı etik bir davranış olmaz. Ama işleriniz biteni kadar  sürece müdahil olmak istemiyorsanız bu çok normal  ve başka bir anlama gelmez. Açık tartışma okur için çok gerekli…

Sizinle sohbetimizin de iyi olduğunu belirteceğim. Çünkü soruyorsunuz ve benim cevap verme olanaklarımı genişletiyorsunuz. Sanal üretimi anlama güçlüğünü tüm sol kesimler çekiyor. Bu nasıl bir üretim deyip es geçiyorlar. Oysa bu gün yeryüzünde sanal üretim yapmayan hiç bir ciddi firma kendini oturtamaz. Sanal üretim olmadan güvenli hiç bir şey yapılamaz, sanal üretim olmadan kabul edilebilir bir proje bile olamaz. Öğrenim dahil ekonominin gerekleri olan her şeyde öne çıkan sanal üretimdir. Bilgi bölüşümü bunun sonuçları olarak gündeme gelmektedir.

Stalini tartışmaya gerek yok sanırım Ruslaşmış gürcü dedim anlamadınız. Ama buna rağmen, insanlık için Nazilere karşı başarısını asla göz ardı etmemek gerek. Bu tarihi liderleri karalamadan anmak daha uygundur derim. Zaten teorideki hataları onlar için yeterli bir eleştiri ve tümü birbirinin aynı hatasına düştü. Troçki’yi özgün yapan hiçbir yanı yoktur, çevresinde insan bile kalmayan Troçki’yi Stalin’e tercih etmemiz için hiçbir teorik veri yoktur. Tümü aynı tabloda birer unsurdular ve iflas ederek tarihe karıştılar. Elinizde başarılarını gösterir bir veri varsa hatırlatın bilelim…

Sanal üretimi facebook tarlaları olarak görmenizden de anlıyorum ki, yakalanması gereken ana halkadan çok uzaktasınız. Marks’tan yaptığı alıntıları tekrar okuyun. Teknolojide devrimin üretim tarzındaki devrimle eşitlenmesini kavramaya çalışın.  Yeni üretim ilişkisine gidişin yolu bilim ve teknikteki gelişmedir. Marks da manifaktürden kapitalizme geçişi çok basitçe emek aletlerinden makine aletlerine yükselmekle betimliyor.  Tıpkı benim anlattığım gibi ben de kapitalizmden daha ileri bir üretim tarzına gidişin yolunu kapitalist fabrika üretim araçlarından, sanal üretimi yapabilecek ve evrensel katkıyı sağlayacak oranda yabancılaşmış bilgi ve emekle gerçekleşecektir. Yani, kapitalist üretimden çıkılıp yeni üretim tarzını geçilmiş oluyor; facebooku tarla olarak algılarsanız, çok doğal olarak kapitalizmin dışına çıkamazsınız.

Bu yaklaşımımı derinliğine ortaya koymak için entellerin bile aklına gelmeyen ipuçlarını önceki yorumlarda vermiştim.  Dedim ki, iki üretim tarzı arasındaki fark, metanın değişim değeri üzerindeki etkilerdedir. Bunu kavramadan, tartışmanın hiç bir değeri yoktur. Unutmayın kapitalizmde feodal krallıkların kanatları altında gelişmiş, sonra hakim olmuştur. Süreç aynıyla işliyor, yadsınmanın yadsınması kanunun da budur.

Karların bu sistem içinde kimlerce paylaşıldığının çok önemi yok, önemli olan tarihsel gidişin yönüdür. Feodal çağlarda, 10.yy gelişmeye başlayan kapitalizmi görmek için, 8 yüzyıl yani 800 yıl beklenmiştir ama tarihin gidişi değişmemiştir. Bu gün böylesine uzun süreler beklemenin anlamı kalmamıştır nesnel değişimler tüm hızıyla akın akın yeni bir uygarlığın habercisi kapitalizmi mezara gömecek güçlerin ortaya çıkışının müjdesini vermektedir. Bunu görmemek, eski sisteme ve o sisteme ait için boşalmış sınıflara dayanmak demektir. Popülizm yapmayacaksak, eski sistemi yeniden üretecek bir dişli konumuna düşmeyeceksek tarihin bilişim çağlarının verileriyle nereye doğru gittiğini doğru tespit etmemiz güç değildir. Bilimsel ve teknik devrimin yeryüzünü küçük bir köy haline getirdiğini bilince çıkarmak yaklaşan üretim ilişkisi için iyi bir veridir.

Bu nedenle bu gün bilim ve teknoloji çağının verilerini kimin istismar ettiği., karların daha çok kime aktığı değil, yeni bir üretim tarzına geçilip geçilmeyeceği açısından ortaya koyduğu veriler önemlidir. Komünizm diye bir toplumla ilgili hayallerimizi, bu tür bilimsel verilerin önüne çıkarmak, materyalist diyalektik algılara tam ters bir duruştur: bunu tartışmaya bile gerek yoktur. Mülkiyet biçiminin tarihsel serüveninde toplumsal mülkiyete değil de daha küçük daha özel ama daha etkin üretimsel bir gidişe tekabül ettiğini, sonraki yazılarımda uzun uzun izah edeceğim; keyfimizin isteğiyle mülkiyet biçimi seçmek yerine, tarihin hangi tür mülkiyet biçimini ortaya çıkaracağına ilişkin kafa patlatmamız daha isabetli olur derim…

Bu nedenle komünizmin toplumsal mülkiyeti ya da “herkes gücü oranında üretip, ihtiyacı kadar alması” tezi sadece komik bir hayalden ibarettir. Adil de değildir. İnsanları koyun sürüsü sanmaktır. Komünizm üzerine diyeceğim o ki,  adaletsiz bir sistemi kuracak hiç bir bilinç algısı olamaz. Doğaya yön veren genler, kültürel eğitimle dayanışmacılığı üretir ama kendi ürettiğine karşı doğasında olan farklı yaklaşımlar sergiler. Önemli olan, insanlığı daha rahat ve mutlu edecek bilim ve teknik gelişimleriyle daha çok üreten bir güç haline getirmektir. Bu üretkenlik için siyasi karar yada algılar değil tarihsel süreçlerin rolünü öne çıkarmaktır.

Sonuç olarak daha çok bilim, daha çok teknoloji., daha çok ilerleme ve daha çok kültürel birikimle harmanlanmış, yerele ayakları basan, özgürlük ve demokrasiyle gelişen  dinamik yaşamlar için  mücadele etmeliyiz. Bu gün kapitalizmin bir temel sınıfına takılmak, reformcu olmak için yeterli olsa da devrimci olmak için yeterli değildir.  Teşekkür ederim.
____________________________________________________________

7.

Değerli Fevzi Öztürk, ilgin için teşekkür ederim. 1 Mayısını kutlarım. Sonra, diyeceğim şey benim üç yazı lık bir dizi içinde anlattığım, senin sözünü ettiğin öznel mücadelelere ya da nesnelle ilgili önermelerine göre çok farklı bir yerde duruyor.

Ben gelecek üretim ilişkisinin nasıl oluşacağı üzerine tarihsel verilerle bir yaklaşım yaparak kapitalizmi yıkacak olana gelişmenin ne olduğuna işaret etmeye çalışıyorum. Buradan yola çıkarak Marksizmin dayandığı sınıf mücadelesi tezinin tarihi açıklayamayacağını, bu mücadelenin sistem içi bir mücadele olduğunu, her sistemde temel sınıfların kazanımlar elde etmek üzere, reformlar yapmak için bu mücadeleyi haklı olarak verdiklerini, desteklenmesi gerektiğini de belirterek devrimci olamayacağını gösteriyorum. Tersini iddia edenlere de buyur tarihsel bir veri koy diyorum.

Bu yaklaşım ezber bozan ve detayında teorinin temellerini oluşturan verileri eleştiren bir yana sahiptir. Bunları da tek tek sıraladım. Üstelik, henüz tüm olgunluğuyla belirmemiş olmasına rağmen gelecek üretim ilişkisinin formülü üzerinde önermeler yaptım. Ve işçi sınıfının doğası gereği devrimci olmayacağını o ancak kapitalizmi yeniden üreten bir sınıf olarak en üst düzlemde rol oynar dedim. Bu gün yeryüzündeki tüm işçi hareketlerini gelip dayandığı yer de budur dedim. Artık işçi sınıfı burjuvazi için özverili olup fabrikaları çalıştırıp, işini kaybetmemek için çırpınıyor. Bu nedenle sizin sözünü ettiğiniz MLM ( Bunu anlamadım Marksizm-Leninizm ve Maoizm mi?) konusu ve buna bağlı parti sorunu yani öznel çabaların tümü sadece küçük bir sonuç ve ayrıntıdır.

Devrim parti işi değil tarihsel nesnel verilerin işidir. Bunlar hazır olmadan yapılan devrimler esasında sadece bir siyasi darbedir. Böylesi devrimlerin arkasında milyonlar olsa bile niteliği budur. Bu tür devrimlerde gerisin geriye dönmeye mahkumdur. Bunu da yakın dönemde, soğuk savaşın bitimiyle gördük...

Stalin konusuna gelince, bana göre Stalin, Lenin, Torçik ve diğerleri teoride ciddi hata işlediler. Hata da Marks-Engels'in ekonomik çözümlemeler üzerinden giriştikleri yanlış siyasal sonuçlar oldu. Bunlara da bu yazı dizisinde kısaca değindim.

Diyeceğim o ki, olguları nesnel zemininde ve gelecekle ilintili konumunun nitelik yapısında ele almak gerek. Böyle olunca özgürlük ve demokrasinin bu çağa ait gerekçeleriyle daha çok devrimci mücadele yükseltilir ve tarihle uyumlu süreçlere girilir. Tarihsel devrimler de geri dönüşü olmayan devrimler olarak gelecek kuşakların yolunu açar. Teşekkür ederim..

______________________________________________________

8.

CEVAP  BÖLÜM  I

Değerli  Bunyamin Sarıgül, aynı şeyleri tekrar etmemek gerek, diyerek sözüme başlayacağım. Ortaya koyduğum veriler, kapitalizmin yadsınmanın yadsınması kanunu gereği içinden doğan ve yeni bir uygarlığa doğru yol alan, bilim ve teknoloji devrimlerinin insan kolektif aklıyla ürettiği üretim ilişkilerin egemen olmaya doğru yol alan bir süreçte tasfiye olacaktır. Bunları uzunca anlattım. Sizin aşmanız gereken engel "sınıf mücadelesinin devrimci" olduğu sanısıdır. Şunu anlamanız gerek artık, bir sistemin temel sınıfı ancak o sistemle var olur. ileri bir toplumda eskinin sınıfı artık ne üretimi ne de yaşamı belirleyemez.

Bu çok basit bir kuraldır. Bu nedenle zorlamayın, ne geçiş dönemi ekonomisi ya da sistemi ne de Proletarya diktatörlüğü söylencesi teorideki bu hatayı kurtaramaz. Gelecek toplum, yani yeni üretim ilişkisi kapitalizmi tasfiye ederken, onunla birlikte ona ait temel sınıfları da tasfiye edecektir. Çünkü yeni, eskinin içinden (kapitalizmin içinden) çıkıp gelmekte ve egemenliğini, eskiyi tasfiye ederek kurmaktadır.

Bu durumda kapitalizme ait olan bir temel sınıfın var olabileceğini düşünmek bile komiktir. Bu nedenle de bu sınıfların devrimci olması mümkün değildir. Tarihle paralel olan ve geleceği kuracak olan, gerçek devrimci olandır da. Ben de diyorum ki, verilere bakın, bilişim çağına bakın ortaya çıkan devrimci süreç işte bu verilerdedir. Bunun için basit algılanabilir bir örnek de verdim; net iletişim araçlarının PTT'ye karşı gerçekleştirdikleri devrim tarihsel ve geri dönüşü olmayan devrimdir.

Buradan, sanal üretim  gerçek bir üretim ilişkisi olur mu? Olmaz mı? noktasına gelecek olursak....

Burada da anlamakta zorlandığınız bir halka var. İnsanlık ilk topluluklarını kurup ilk aletleri ele alınca üretim başladı. tüm toplumlarda da üretim vardı. bu üretimler arasındaki farkı belirleyen ise mülkiyetin biçimiydi. Köleci, feodal, kapitalist.... Şimdi kapitalizmi tarihe gömecek olan  üretim ilişkisi  kapitalizmin içinden çıkıp gelerek onu yadsıyacağına göre, yeni üretim tarzında  üretici sınıfın işçi sınıfı olması mümkün olur mu? diyalektiğe göre olmaz, ama Bektaşi gibi "ben sarhoşken namaz kıldım  oldu" denirse öyle olur yani hayal olur...

Sınıf konusunu çok değindik bunu bir kenara koyalım. Ancak unutmayalım birazdan her şey yerli yerine oturacak...

Sanal üretim bir üretim tarzı olur mu? diyorsunuz. Bunu sormanızın nedeni hala  sistemler arasındaki üretimin farklılıklarını bilmediğinizdendir. Tüm sistemler üretim yapar, hepsi üretim... Ama biri kullanım değeri önde, bir diğeri değişim değeri önde bir başkası ise  her şeyiyle ve önceliğiyle değişim değeri üzerinde yükseliyor. Bütün bunların nedeni de mülkiyet biçmiyle ilgilidir.

Bunun içindir ki Marks "emek alatleri"yle, "makine aletleri" arasındaki fark bir üretim tarzı farkıdır diye açıklar... Bunun içinde şu alıntıları aktardım (ama bu alıntıları bile iyi anladığınızdan şüpheliyim) ;


Marks bunu Capital’de çok yalın olarak şöyle ifade ediyor. ”Üretim tarzında devrim, manifaktürde emek-gücü ile, büyük sanayide emek araçlarıyla başlar. Öyleyse bizim ilk inceleyeceğimiz şey, emek araçlarının, alet olmaktan çıkıp makineye nasıl dönüştüğü ya da makine ile el zanaatı aletleri arasındaki farkların neler olduğu soruları olmalıdır.” ( Karl Marks, Kapital Cilt I. İkinci baskı, s: 385-6, Dördüncü Kısım, On beşinci Bölüm Makine ve Büyük Sanayi. Sol yayınları)

Bu algıyı nesnel gerekçeleri için de bize şunları söylüyor “Teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimlerini ve bu ilişkilerden doğan kavramları ve düşünce biçimlerini ortaya koyuyor. Bu maddi temeli hesaba katmayan din tarihleri bile, eleştirici bir tarih sayılamaz… Bu sonuncu yöntem, biricik materyalist ve dolaysıyla biricik bilimsel yöntemdir.” (Age. S.386, 4. dipnot)

Yani  üretim araçları ve mülkiyet biçimi  farklılığı üretimin yapıldığı üretim tarzını belirliyor...

Şimdi ben soruyorum, işçi sınıfının üretimin temel sınıfı olmayacağı gelecek toplumda üretimin temel omurgası ne olacaktır?

CEVAP  BÖLÜM  II

Bu soruya da ben cevap veriyorum Sanal üretim... Bu üretim tarzı tam bir yabancılaşma içinde (yanı en geniş ölçekte iş bölümüyle) yeryüzünün en ücra köşesinden aldığı bilgelerle  üretimini evrensel boyutta sanal olarak yapacaktır. Bu onun emperyalist küreselleşmeden nitelik farkını ve devrimci küresel üretim olma özelliğini belirler.

Sanal  üretim olmadan somut üretime geçilmeyecektir: bu nitelikçe bir değişimdir. Somut üretim ise artık ilerlemiş bilim ve teknolojinin yarattığı yeni araçlarla insan emeğine farklı boyut ve tarzda ihtiyaç duyarak üretime yönelecektir (yani iş gücünün pazarda satılması üzerine kurulu kapitalizmden farklı bir  emekçi  sınıf oluşacaktır) Çünkü üretim araçları ve  bunlar üzerindeki özel mülkiyet kapitalist türden olmayacaktır.

Bunu iyi anlamak için, kapitalizmin kanatları altında gelişen ve mutlak olarak sanalda üretilip tüketilerek denene  ürünlerle diğerleri arasında farkı görmek yeter. Dünya her alanda sanal üretimi esas alan bir yönelime girmiştir, bundan dönüş yoktur ve bu devrimci olan küresel üretimdir.

Biz eski üretim tarzlarını bildiğimiz için, yeni henüz tam egemen olmamışken talep ettiğimiz verileri yeterli görmüyor olabiliriz; ama bu, gelişen, tarihle uyumlu olan, devrimci olan, kapitalizmi yadsımaya başlayan yeni uygarlığı görmemize engel değildir. Bunun yolu da işçi sınıfını ve tarihteki rolünü doğru kavramamız bir ilk adım olacaktır. Bu sınıfın varlık nedeni olan kapitalizmin içinde kalacağı ve ötesinde olmayacağını bilmek gerek. Sanal alemin üretim dinamikleri kapitalizmin gücünden bin kat daha güçlüdür ve kapitalizmi yerle bir ederken onun tüm sınıflarını da yerle bir edecektir.  Bu durumda hala eski üretim tarzının (Kapitalizm) temele sınıflarından birine dayanmaya çalışmak, gerici konumda olmak demektir diyeceğim. Bu konuya burada nokta koyuyorum.

Devrimci olmak işte bu gerçeklik üzerinde, bilgi çağının bir parçası olmayı gerektirir. Karların nasıl paylaşılacağı bu yüzden, tartışmamızın ana konusu değildir. Gelecek toplumun mülkiyet ilişkisi öznel iradeyle tercih edilmeyeceği gerçeğinden hareketle, daha çok küçük parçalara ayrılarak ama daha çok sosyal ve ekonomik sonuçlar üreten haliyle özel mülkiyet olacaksa ki,  tarihin gidişi bu yöndedir. Bu durumda toplumsal mülkiyet kulağa çok hoş gelse de gerçekçi değil, özneldir; hayale sınır olmaz ama gerçek kuramaz derim. Bunun için bir kez daha sosyalist sistemin yıkılışını irdelemek gerek, sorun yönetim hataları değil teorinin yanlışıdır. Nesnel verilerin yeterli olgunlukta olmamasıdır. Ve Marksın ünlü "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı" kitabının ünlü önsözünde söylediği şu sözleri defalarca okumanızı önereceğim.

“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir (sayfa 25)

toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuki, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırt etmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önünde tutularak, bir hükme varılamaz; tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” (Sayfa 26) (K.Marks, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Önsöz, sayfa:25-26, Sol yayınları 3. Baskı 1976)

Hatalı olan bu sözlere rağmen yanlış siyasi sonuçlar çıkarmaktır. Olanda budur...

Stalin ile Torçiki tartışmasına ise  girmeyeceğim. Önceki yorumda aktardıklarım yeterli ve  bu yazı dizimin konusu değil; bu liderlerin tümü  tüm bilgeliklerine rağmen teorinin içsel hataları nedeniyle yaptıkları önerme her ne kadar birbirinden farklı olsa da iflas etmiştir. Bunların ipiyle inilecek kuyudan kimse çıkamayacaktır; zaten tarih her şeyi ortaya çıkardı  bir kez daha aynı hataya düşmek ise komedi olur. Bunun için orijinal olalım,  kendi yerel gerçekliğimizin üzerinden evrensele gidelim, evrenselin temel bir dişlisi olmaya çalışalım deyip duruyorum...
_____________________________

9.

Değerli Bünyamin Sarıgül, tartışmayı burada noktalamak istemene saygı duyarım. Bunun benim açımdan başka bir anlamı da olmaz.  Başka okur arkadaşlar soru sormak isterlerse ki bu grubun düzeyi ve kaliteli tartışma açısından örnek bir çaba anlamına gelecektir, cevap vermeye hazırım. 

Bünyamin arkadaşın kavramakta zorlandığı sanal üretim ve somut üretim ilişkisi üzerine okur için bir iki cümle yazmam gerek. Öncelikle sanal üretim ya da bir başka üretim tarihin hiç bir döneminde mutlak olarak tek başına var olmaz. Eski üretim ilişkileri azalarak, gerileyerek yeni üretim ilişkisi içinde yerlerini korumaya çalışırlar. Bu gün bile yokluktan inekleri sabana koşanlar var hatta feodal ilişki türleri kapitalizmin en yaman olduğu alanlarda bile bir biçimde kendini gösterebilir. Kimi ülkelere hala kölelik bile sürüyor Amerika’da 1960’lı yılların başına kadar kölelik yasal olarak bile vardı…

Eski üretim tarzının yok olması olayı, üretimdeki yerlerinin eriyip tarihe karışması, toplumsal üretim ihtiyacının artık bunlarla yürümemesidir. Bu durumda gelecek  üretim ilişkisinde (Küresel sanal üretim olabilir), kapitalizm böylesine eriyerek yok olacaktır, bıçak kesiği gibi değil..

Sanal üretimin egemen olduğu gelecek toplumsal sistemde, somut üretim ise  artık Bünyaminin sandığı gibi kapitalist  üretim olmayacaktır.. Bilirsiniz bu gün bile el işi üretim var ve el işi üretim kapitalist üretim değildir. Kapitalist üretim için gerekli olan bileşke şu formülde yer alır ki üstteki yorumlarda bunu da aktarmıştım; “Hammadde + üretim araçları + işgücü= meta. Bu sistem sosyalizm diye bize okutulan ve aman aman teorilerle anlatılan bu formül Lenin, Troçki, Stalin dönemlerinin Sovyetlerinde de aynıyla üretimin temeliydi, ama onlar siyasi iktidarın ele geçirilmesine sosyalizm dediler ki yanılgı da buydu.  Esasında Tüm M-L teorilerinin handikabı da budur. Troçki, bunu çok daha hayal üstü bir yere götürerek nesnel evrimin olgunlaşması yerine, siyasi iktidarın tüm dünyada birden ele alınması gerektiği üzerinde durdu ve olayı, Marks’ın devrimler için ön gördüğü haklı ve bilimsel olan ”üretici güçlerin üretim ilişkileriyle çatışmaya düşecek olgunlukta olması”nı  hesaba katmadı. Siyasi iktidar tüm ülkelere aynı süreç ele geçirilirse daha ileri bir üretim tarzı ( Onlar buna sosyalizm diyor) kurulacağın sandı.

Marks’ın yukarıdaki yorumlarda da paylaştığım aktarımını bir kez daha hatırlatmak için vereceğim ki bu çok hayati önemdi bir bilimsel tespittir ve tarihsel geri dönüşü mümkün olmayan devrimlerin ana yasasıdır ;” Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. ((K.Marks, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Önsöz, sayfa:25-26, Sol yayınları 3. Baskı 1976 )

Sanal üretim muhkemdir gelecek toplumun esasıdır ve  böylesi bir ileri üretim tarzında somut üretim artık kapitalizmin yukarda aktardığım formülüyle olmayacaktır; ne işçi sınıfı gibi pazarda iş gücünü satan bir sınıf olacak nede  üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet bildiğimiz fabrika türü- işgücüne dayalı bir üretim olacak; bilimsel ve teknik devrimlerin açtığı  alanlarda sibernatiklerden otomatlara, robotlardan farklı teknoloji harikası etkinliklere kadar ileri üretim araçları, somut üretimin temel taşı olacaktır. Fabrikanın ve iş gücünün ( yani işçi sınıfı denilen üretici gücün) üretimi, sanal ve küresel üretim çağında tıpkı kapitalizmdeki el işçiliğine benzeyecek, kısır kalacaktır. Bir tarlayı, öküzlerle sürmek ile traktörle sürmek arasında, sürme fiili açısından fark yoktur ama üretim tarzı açısından yerden göklere kadar fark vardır. Bu aynıyla, Sanal üretim çağında, kapitalist iş gücü üzerine kurul üretimle,  elektronik araçların, bilgi ağlarının üretimi arasındaki fark içinde  geçerlidir. Bu açıdan her somut üretimi kapitalist üretim olarak görmemek gerek.

Bir iki ip ucu daha vereyim, gelecek toplum sınıfsız, sömürüsüz olabilir mi? Benim araştırmalarıma göre, bu sadece uydurma bir vehimdir; teorinin sakatlığı da buradadır. Öznel niyetlerle toplum kurma yanılgısıdır. Üstelik bunu kapitalizmin temel bir sınıfı olan işçi sınıfının sırtına yıkarak yapacağını sananlar  dehşet bir yanılgı içindedir. Bunun nedenlerini sınıf mücadelesi kapsamında dile getirdim, bir daha göz atılabilir…

Gelecek toplumu daha ileri yaparn gerçek  daha özgür ve daha demokratik bir toplum olma esprisi yanı sıra üretim tarzının bilişim çağ4ının  nesnel  köklülükle yarattığı bir tarz olmasıdır; bilişim çağının etkinlikleriyle insanlık daha çok üretecek daha çok adil paylaşacaktır. Daha özgür olacak daha seçici olma şansı yakalayacaktır. Feodal çağdan kapitalist çağa geçilerek ortaya çıkan yüksel yaşam kalitesi bu kez kapitalizmden çıkıp yeni üretim tarzına geçilerek sağlanacaktır: Ancak bilme dayalı hiçbir veri, en azından benim araştırmalarıma göre, mülkiyetin biçimi değişse de daralıp yaygınlaşsa da üretim etkinliği daha da artsa da farklı bir biçimde özel olmaya devam edecektir. Kölelikte köleler, feodalizmde serfler ve toprak, kapitalizmde makineleşen üretim araçları üzerinde özel mülkiyet varken, yeni üretim tarzında elektronik üretim araçları üzerinde bu mülkiyet yerine alacak gibidir.  Yeni üretim tarzında olacak sınıf mücadelesi ise eski toplumun aşıldığı bir koşulda yeni toplum içinde reformları yapmak genişletmek için verilecektir; tüm toplumlarda olduğu gibi sınıf mücadelesi yeni toplumda da, sistemin daha rasyonel işlemesi için gündeme geleceği söylenebilir.

Şimdi kârın kimler tarafından paylaşılıp paylaşılmadığının yerini okur daha iyi anlamış olacaktır; karı üretim araçların elinde tutan piramit yapılı kesimlerin paylaşacağı açıktır. Buna rağmen, kimse okuru vehimler içine sürmesin sınıfsız toplum ha geldi ha gelecek diye hedeflerini şaşırtmasın. Çükü sadece devrimciler doğrudur.

Buradan bakınca, bu satırların yazarı olan Mihrac Ural’ın, kendini “devrimci” ilan eden solun bir çok türüne reformist gözüyle bakmasının anlamı yeterince açık hale gelir. Teşekkür ederim….

Hiç yorum yok: