3 Temmuz 2009 Cuma
OTUZ ÜÇ CAN
Mustafa Elveren – Em. Öğrt.
1993 yılı, 2 Temmuz günü akşamdan itibaren KESK yürüyüşüne ve mitingine katılmak üzere, Elazığ’dan Ankara’ya otobüsle giderken, katliamı yolda radyo haberlerinden öğrenmiştim. Dolayısıyla, 3 Temmuz’da yapılan KESK yürüyüşünün içeriği de değişmiş oldu. Yürüyüş daha çok Sivas katliamını protesto etmekle geçti.
Bilindiği üzere, Devlet gücünü arkasına alan bazı derin odaklar (aslında devletin kendisi demek daha doğru olur), planlı ve proğramlı olarak 1993 yılında 2 Temmuz günü Sivas’ta 33 Kızılbaş-Alevi aydınını vahşice yakarak bir katliam yaptılar. Bu olay tarihte “Sivas Katliamı” olarak yerini aldı.
İnternet üzerinden; gerek videolarda ve gerekse o günkü basın-yayın organlarının arşivlerinden olayları dikkatlice okuyup, incelemeye çalıştım. Aslında bu gerici güruh sadece bir maşa görevini yapmışlardır. 1970’lı yıllarında da Sivas’ta bir katliam daha yaşanmıştı. Olayların arkasında çok büyük istihbarat kuruluşları olduğu ilk bakışta hemen anlaşılıyor. Yani bu katliam kendiliğinden gelişen bir olay değil, tamamen planlı ve proğramlı olarak gerçekleştirilmiştir.
Sakallı, takkeli, cüppeli, sopalı bu gerici güruhun elindeki gazlı bezler, çakmak ve kibritlerle “Ya Allah Bismillah, Allahu Ekber!” şeklinde tekbir getirtilerek Madımak oteline doğru yönlendirildiği, olay günü çekilen bazı video görüntülerinden çok net olarak anlaşılmaktadır.
Bu olayda maalesef OTUZ ÜÇ CAN diri diri yakılarak, devletin güvenlik güçlerinin gözetiminde katledilmiştir. 33 canımızın acısı henüz geçmemişken, “intikam” adı altında ve hem de aynı sayıda (33 kişi), yine devlet destekli bazı karanlık odaklar tarafından Başbağlar katliamı gerçekleştirilmiştir. Bazı yasadışı silahlı örgütler bu olayı üstlense de, inandırıcı değildir. Başbağlar katliamı Sivas olaylarıyla doğrudan bağlantılı olduğu çok açık bir biçimde görülmektedir. O tarihlerde Kürt yerleşim bölgelerinde de toplu sivil katliamların sıkça yapıldığı, internet üzerinden kısa bir araştırmayla öğrenebiliriz.
Biraz daha gerilere gidersek, 12 Eylül diktatörlüğü öncesindeki 70’li-80’li yıllarında da benzer katliamların yapıldığını görürüz. Alevi – Suni dengesinin bulunduğu Maraş, Çorum, Sivas, Elazığ gibi illerde bu tür katliamların yapıldığını, benim yaşlarında olanlar bilirler. Yani bu katliamların canlı tanığı sayılırlar.
Peki, bu güne kadar yapılan bu katliamları neden engelleyemiyoruz? Bu kadar baskı ve katliamlara rağmen, neden ortak bir siyasi duruş gösteremiyoruz? Gomanweb yazarlarından Pirim Sayın Süleyman Doğan bu konuda şu tespiti yapmaktadır: “Kürt artı Kızılbaş artı komünist isen (o zaman iktidar elden gidiyor düzen değişiyor) felaketsin.. Ondandır ki yıllardır bu kesimlerin ortak bir cephe kurması, birlikte mücadele etmesi devletin en büyük korkusudur. Bu birlikteliklerini engellemek için Bölük pörçük bir yerlerde durmaları egemen güçleri hep memnun etmiştir.” (Süleyman Doğan-11.02.2008 / Gomanweb). Pirim’in bu tespiti, soruların cevabı niteliğindedir. Sevgili Pirim’in bu tespitine katılmamak mümkün mü? Bence çok yerinde bir tespit yapmıştır.
“Kurtuluş yok tek başına, ya hepimiz, ya hiç birimiz”. “Gelin canlar bir olalım, İri olalım, diri olalım” Bu slogan ve özdeyişler çerçevesinde demokrasi ve özgürlük mücadelesini daha da yükseltebiliriz.
Bu güne kadar ortak bir siyasi duruş sağlarız diye hep umut etmekteyim. “Umut fakirin ekmeğidir” derler ya, ya da Nasrettin Hoca’nın göle maya çalması gibi “Ya tutarsa”. Benimki de o hesap işte. Kim bilir? Belki bir gün tutar.
01.07.2009
Mustafa Elveren
E-POSTA: mustafaelveren@gmail.com
WEB: www.gomanweb.com
1993 yılı, 2 Temmuz günü akşamdan itibaren KESK yürüyüşüne ve mitingine katılmak üzere, Elazığ’dan Ankara’ya otobüsle giderken, katliamı yolda radyo haberlerinden öğrenmiştim. Dolayısıyla, 3 Temmuz’da yapılan KESK yürüyüşünün içeriği de değişmiş oldu. Yürüyüş daha çok Sivas katliamını protesto etmekle geçti.
Bilindiği üzere, Devlet gücünü arkasına alan bazı derin odaklar (aslında devletin kendisi demek daha doğru olur), planlı ve proğramlı olarak 1993 yılında 2 Temmuz günü Sivas’ta 33 Kızılbaş-Alevi aydınını vahşice yakarak bir katliam yaptılar. Bu olay tarihte “Sivas Katliamı” olarak yerini aldı.
İnternet üzerinden; gerek videolarda ve gerekse o günkü basın-yayın organlarının arşivlerinden olayları dikkatlice okuyup, incelemeye çalıştım. Aslında bu gerici güruh sadece bir maşa görevini yapmışlardır. 1970’lı yıllarında da Sivas’ta bir katliam daha yaşanmıştı. Olayların arkasında çok büyük istihbarat kuruluşları olduğu ilk bakışta hemen anlaşılıyor. Yani bu katliam kendiliğinden gelişen bir olay değil, tamamen planlı ve proğramlı olarak gerçekleştirilmiştir.
Sakallı, takkeli, cüppeli, sopalı bu gerici güruhun elindeki gazlı bezler, çakmak ve kibritlerle “Ya Allah Bismillah, Allahu Ekber!” şeklinde tekbir getirtilerek Madımak oteline doğru yönlendirildiği, olay günü çekilen bazı video görüntülerinden çok net olarak anlaşılmaktadır.
Bu olayda maalesef OTUZ ÜÇ CAN diri diri yakılarak, devletin güvenlik güçlerinin gözetiminde katledilmiştir. 33 canımızın acısı henüz geçmemişken, “intikam” adı altında ve hem de aynı sayıda (33 kişi), yine devlet destekli bazı karanlık odaklar tarafından Başbağlar katliamı gerçekleştirilmiştir. Bazı yasadışı silahlı örgütler bu olayı üstlense de, inandırıcı değildir. Başbağlar katliamı Sivas olaylarıyla doğrudan bağlantılı olduğu çok açık bir biçimde görülmektedir. O tarihlerde Kürt yerleşim bölgelerinde de toplu sivil katliamların sıkça yapıldığı, internet üzerinden kısa bir araştırmayla öğrenebiliriz.
Biraz daha gerilere gidersek, 12 Eylül diktatörlüğü öncesindeki 70’li-80’li yıllarında da benzer katliamların yapıldığını görürüz. Alevi – Suni dengesinin bulunduğu Maraş, Çorum, Sivas, Elazığ gibi illerde bu tür katliamların yapıldığını, benim yaşlarında olanlar bilirler. Yani bu katliamların canlı tanığı sayılırlar.
Peki, bu güne kadar yapılan bu katliamları neden engelleyemiyoruz? Bu kadar baskı ve katliamlara rağmen, neden ortak bir siyasi duruş gösteremiyoruz? Gomanweb yazarlarından Pirim Sayın Süleyman Doğan bu konuda şu tespiti yapmaktadır: “Kürt artı Kızılbaş artı komünist isen (o zaman iktidar elden gidiyor düzen değişiyor) felaketsin.. Ondandır ki yıllardır bu kesimlerin ortak bir cephe kurması, birlikte mücadele etmesi devletin en büyük korkusudur. Bu birlikteliklerini engellemek için Bölük pörçük bir yerlerde durmaları egemen güçleri hep memnun etmiştir.” (Süleyman Doğan-11.02.2008 / Gomanweb). Pirim’in bu tespiti, soruların cevabı niteliğindedir. Sevgili Pirim’in bu tespitine katılmamak mümkün mü? Bence çok yerinde bir tespit yapmıştır.
“Kurtuluş yok tek başına, ya hepimiz, ya hiç birimiz”. “Gelin canlar bir olalım, İri olalım, diri olalım” Bu slogan ve özdeyişler çerçevesinde demokrasi ve özgürlük mücadelesini daha da yükseltebiliriz.
Bu güne kadar ortak bir siyasi duruş sağlarız diye hep umut etmekteyim. “Umut fakirin ekmeğidir” derler ya, ya da Nasrettin Hoca’nın göle maya çalması gibi “Ya tutarsa”. Benimki de o hesap işte. Kim bilir? Belki bir gün tutar.
01.07.2009
Mustafa Elveren
E-POSTA: mustafaelveren@gmail.com
WEB: www.gomanweb.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder