Türkiye’de solun kendisiyle yüzleşme noktasına gelmesi hiç de kolay olmadı. Entelektüel hayatı kuşatan yüzeysellik onları da avucunun içine almış, kendilerine verdikleri tanımın gerçekten de siyasi kimlikleri olduğunu sanmışlardı. Ne var ki daha 68’de bile bu heyecanlı, çoğu naif ve idealist gençlik gruplarının evrensel anlamda solla pek bir ilişkileri yoktu. Kavruk bir milliyetçiliğin ürettiği bağımsızlıkçılıkla, çaresiz bir otoriter zihnî geleneğin uzantısı olan devletçi siyaseti birleştirmenin ‘sol’ olduğunu sandılar. Oysa bizdeki 68 hareketi, sosyalist jargon üzerinden yapay bir evrenselliği terennüm ederken, işin aslında kemalizm üzerinden içe kapanma refleksi vermekteydi. Bu insanların iyi niyetinden kuşku duymak için hiçbir nedenimiz yok... O zaman da yoktu. Ama ideolojinin onları sıkıştırdığı mağdur ve ezik ruh halinin ‘akıllı’ bir siyaset üretemediği, söz konusu ideolojinin epeyce şizofrenik bir algılamaya dayandığı da epeyce açıktı. Ne yazık ki işin içinde olanlar henüz bu gerçeği fark edemeden, kendilerinden daha ‘ilerde’ olan devletçi abileri tarafından ölüme kadar sürüklendiler...
Her ideoloji akıl yürütmeyi etkiler ve bu nedenle de farklı akıl düzlemlerinin oluşmasına katkıda bulunur. 68 döneminin ideolojisi maalesef akıl düzeyi düşük bir siyaseti ve entelektüel ortamı ifade etti. Kendilerine solcu diyenler işin temeline inildiğinde siyaseten kemalist, kimlik olarak ise laik birer modernist olduklarının farkında değillerdi. Solculuğun her şeyden önce bir itiraz olduğunu ve söz konusu itirazın doğal olarak egemen güce karşı seslendirilmesi gereğini ideolojik olarak çarpıttılar. Egemen güç olarak emperyalizmi öne sürerken, Türkiye’ye de bir koloni muamelesi yaptılar. Ne var ki bu topraklarda emperyalizmin egemen güç olması için bile devletle uzlaşması gerekiyordu. Diğer bir deyişle bu topraklarda devleti karşına almadan emperyalizmle de mücadele edilemezdi. Nitekim 68’liler de sık sık NATO lafları ediyorlardı ama sanki Batı dünyası kendi arzularını Türkiye’ye zorla kabul ettiriyormuş gibi devleti de mağdur kategorisine sokuyorlardı. Devletin mağdur olarak algılanması ise iki vahim sonuç yaratmıştı: Topluma gözlerini kapayarak devletin karşısındaki insanı algılamama ve çözümü devlette arama...
Dönem nihayette ‘modern’ dönemdi ve o zamanlar bizdekine benzer ‘solculuklar’ da yok değildi. Dolayısıyla 68’lilere sempati duyduk, onlara üzüldük ve bu hayatların esas olarak ideoloji tarafından heder edilmiş olduğunu söylemek istemedik. Bugün farklı bir dönemdeyiz... Modernliğin ‘akıllı’ kısmının bile işe yaramadığı; solculuğun felsefi olarak modernliğe, siyasi olarak ise yerel hegemonyaya bir itiraz oluşturduğu bir dönem. Bugünün solculuğu evrensel düzlemde pozitivizme, güç siyasetine, tahakkümü doğallaştıran düzenleme mekanizmalarına karşı çıkmak... Aynı şekilde kendi ülkemize baktığımızda da darbelere, bürokratik vesayete, insanları klişeleştiren resmî ideolojiye karşı çıkmak. Laikliği bir kimlik sayarak, kemalizme yaslanarak solcu olmak zaten mümkün değildi, ama bugün kendimizi aldatmak artık olanaksız.
Ancak Türkiye dünyadan hiçbir zaman kopmadı ve günümüzün solu da bugün ‘Genç Siviller’ gibi grupların dilinden bizlere yansıyor. İtirazlarını mizahla yoğurarak eyleme döken bu grubun bizleri davet ettiği zekâ düzeyi, kendimizi kandırmamıza imkân tanımıyor. Yaşanan darbe girişimini deşifre ederken, bizzat darbecilerin sıradan vatandaşa kıyasla daha ‘az akıllı’ olduğunu da gösteriyorlar. Yarın saat 17’de Tünel’den Taksim’e yapılacak yürüyüşle ilgili çağrılarında şöyle diyorlar: “50 yıldır cesaret edemediğimiz, hep geç kaldığımız bir şeyi yapmak için toplanacağız. Demokrasiden, adaletten, özgürlükten yana ve darbeye karşı bir ses çıkartmak için... Yılın en uzun ve en güzel günü şehrin orta yerinde sessizlik yeminlerimizi demokrasiden, vicdandan, adaletten yana derinlerden gelen bir uğultu sesiyle bozuyoruz. Kepenkleri indiriyoruz, televizyonu kapatıyoruz, yemeğin altını söndürüyoruz, işimizden izin alıyoruz, birlikte İstiklal Caddesi boyunca bir akşamüstü yürüyüşüne çıkıyoruz. Tek renk, tek slogan, tek pankartla... Beyazlar içinde. Bir daha karanlıklar üzerimize çökmesin diye.
‘Genç Siviller’ her kesimden paydaşları ile birlikte bugün bizleri solculuğa, işin özünde vatandaşlığa davet ediyorlar. Nihayet insanı gören, ona dokunan, onunla konuşan; devletçi baskıya ve riyakârlığa karşı çıkan demokrat bir duruşla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder