SEVR Mİ? LOZAN MI? TARTIŞMASI YERİNE
SİZ ÖNCE LOZAN’I İKİRCİMSİZCE UYGULAYIN..!
Bu ülkenin en üstün demagogu ortaya bir söz attı, kırk akıllı esasını bulamadı. Alışılageldiği gibi, iç sorunlar içinde boğulan ülke yönetimi, dikkatleri dış ortamlara atmak üzere yenden, Sevr öncüsüyle akılları karıştırmaya başladı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Batının Sevr’i tezgahlamakta olduğunu” beyan etti. Özel röportajlarda da Avrupa Parlamentosundan gelen demokratikleşme istekleriyle ilgili yazışmaları bu yönde yorumladığını ifade etti. Böylece Sevr rüzgarları yeniden esmeye ve yorumlar birbirini takip etmeye başladı. Siyasi gündem, hala bunun izlerini taşımaktadır.
Sevr anlaşması, yöneticilerinin iradesiyle girilen 1. Dünya savaşında yenilmiş olan Osmanlının, tarihler boyunca gasp ettiği, başka uluslara ve halklara ait topraklarından çekilişini tespit eden bir anlaşmadır. Bu noktada Sevr’in Türkiye’yi bölmesi ya da bölmemesi diye hiçbir sorun yoktur. Böyle bir şey de işlememiştir, işlenemezdi de. Zira Türkiye diye bir olgu henüz ortada yoktu. T.C kurulup yapılandırılırken Osmanlıdan arta ne kalabilirse, başka halk ve ulusların topraklarından neler koparılabilirse onu kapabilmek için, Sevr’e tepki geliştirildi. Bu gerçeği anlamak için Lozan ile Sevr’i karşılaştırmak yeterlidir. Lozan anlaşması ki, T.C yöneticileri tarafından göklere çıkarılan bir anlaşmadır, Osmanlının tüm mirasını T.C’ye devretmemiştir. Tersine o da Sevr gibi, Osmanlının gasplarını sahiplerine vermeyi onaylamıştır. Lozan anlaşmasıyla da Osmanlının, sahiplerinden gasp ettiği yüz binlerce km’lik topraklar bırakılmak zorunda kalınmıştır. Trakya, Musul, Kerkük, Adalar, Libya üzerindeki haklar, Tunus, Cezayir ve Mısır üzerindeki haklar, Hicaz (şimdiki Suudi Arabistan), Irak ve Suriye, Kıbrıs topyekûn terk edilmiştir. Bu yerlerin terki Sevr’de de, Lozan’da da onaylanmıştır. Bu anlamda Lozan anlaşması, Sevr’den hiçbir surette temel farklılıklara sahip değildir. Sevr’in onlarca temel maddesi olduğu gibi Lozan’da korunmuştur. Bu anlamda Lozan ile Sevr arasında özce değil, sadece nicelikte bir fark vardır. İşte bu fark Türkiye’de süre giden siyasi istikrarsızlığın temel kaynağıdır. Bu anlamda Sevr anlaşmasının öcü haline sokulması, gerçekçi bir tutum sayılamaz. Her iki anlaşmada yenilmiş, yıkılmış ve dağılmış, başka ulus ve halkların topraklarını terk etmek zorunda kalmış Osmanlının gasplarını, sahiplerine dağıtma olayıdır; bu her ne kadar Sevr’de tamamlanmış, Lozan’da eksik bırakılmış olsa da.
Bilinmeli ki Sevr anlaşması, hayali bir anlaşma değildir. Temel soyut varlıkların bir anlaşma metnine dökülmesi hiç değildir. Belli gerçekler ve dayanaklar üzerinde oluşmuş bir anlaşmadır; böyle bir anlaşmada neden Anadolu’da Çin devletinin kurulması istenmedi de, Kürdistan’ın kurulması öngörüldü. Ya da, neden Hatay’ın Suriye’ye bırakılması öngörüldü de, Sirilanka’ya verilmedi? Bütün bunlar ulusal, coğrafi, kültürel ve önemli bir ölçüde de galip devletlerin temel çıkarları gözetilerek belirlenmiştir. Zaman bu önermelerin sık sık gündeme çıkmasıyla da, hayalle değil gerçeklerle ilgili olduğunu, belli dayanaklar üzerinde yükseldiğini göstermiştir. Türkiye’nin üstünde oturduğu Anadolu topraklarındaki mozaik yapı var oldukça, bu yapının temel öğeleri, kendi bağımsız kimlikleri uğruna kararlı tutumlar ve demokratik arayışlar geliştirdikçe, Sevr’in gerçeklik boyutlarıyla sürekli yüz yüze gelinecektir. Türkiye’nin gerçek dengesi ve siyasi istikrarı da bu sorunların çözümüne dolaysızca bağlıdır.
Bütün bunlar bir yana, T.C her konuda olduğu gibi, uluslararası anlaşmalarda da ilkesizdir. Bu ilkesizliği, göklere çıkardıkları Lozan anlaşmasının uygulanmasında gösteriyorlar; onlar Sevr anlaşmasını öcü olarak gösterebilirler, düşünce yasaklarını Sevr heyulasıyla vatandaşlara dayatabilirler, ancak Lozan’larıyla ne kadar tutarlı oldukları tartışma konusu olursa, yalanlarını gizleme şansları hiç kalmaz. İşte bugün siyasal gündemde görülmesi gereken önemli gerçeklerden biri de budur.
Lozan anlaşmasının 37. maddesi, 38. maddeden 44. maddeye kadarki maddelere aykırı davranılamayacağını belirleyen bir taahhüt maddesidir ve tamamı şöyledir:
Madde 37 - Türkiye, 38’den 44’e kadar olan maddelerde belirtilen hükümlerin temel kanunlar olarak tanımasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir işlemin bu hükümlere karşı ve aykırı olmamasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin sözü geçen hükümlere üstün tutulmamasını taahhüt eder.
Buna göre T.C’nin hiçbir kanuni hükmü, yönetmeliği ya da resmi işleminin bu 7 maddeye aykırı olamayacağı kesin hükme bağlanıyor. Bu 7 maddeden 39. maddenin 4. paragrafı şöyle demektedir;
Türkiye vatandaşlarından hiçbirinin gerek özel ya da ticari ilişkilerde, gerek din, basın veya her türlü yayın hususunda ve gerek genel toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir kayıt konmayacaktır.
Burada beyan edilen hususlar tartışmaya yer vermeyecek bir açıklıkla, ayrımsız tüm Türkiye vatandaşlarına, hukuki olarak Türkiye vatandaşı olan herkese, demokratik bir hak olarak dil özgürlüğünü ve bunu basın-yayın, toplantı ya da ticari amaçlarla özel olarak kullanma hürriyeti vermektedir. Burada verilen özgürlük, tamamıyla Türkiye mozaiği gerçeğinden kaynaklanıyor. Türkiye’de farklı ulusların, halkların, kültürlerin ve dillerin olduğunu tespit ediyor. Bu gerçeğin herhangi bir nedenle, herhangi bir zamanda baskı altına alınmaması, yasaklanmaması amacıyla, demokratik bir ilke anlamında mutlak bir kayıt ve taahhütle Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna ve yapılanmasına Lozan anlaşması aracılığıyla yerleştiriliyor. Buradaki mantık, Sevr mantığından farklı değildir, aynıdır. Sevr’de bu sorunun boyutları Anadolu’da kalan toprakları da kapsamışken, Lozan’da aynı yöntemle, Anadolu’da dil özgürlüğüyle yetinilmiştir. Sevr ve Lozan yalnız Anadolu sahasında farklı yanlar taşıdı ancak, azınlıklara ve tüm vatandaşlara tanıdığı dil özgürlüğüyle aynılaştı.
Ancak Lozan’ı göklere çıkartanlar, bu mutlak hükümlere bugüne kadar uymama ısrarları uluslararası anlaşmaları ikiyüzlüce, ikircimlice ele almayı biricik yol seçmelerindendir. Bugün tartışma konusu yapılan “Anti Terör Yasası”yla ilgili 8. Madde sorunu da, Lozan’la düşülen çelişkili tutumla ilgilidir; T.C yöneticilerinin 70 yıl önce mutlak hükümlere bağlayıp kabul ettikleri, Türkiye vatandaşlarının her türlü dille basın-yayın ve toplantı yapma hürriyetlerini uygulamamaktan başka bir şey değildir. Uluslararası hukuka göre “Anti Terör Yasası”nın 8. Maddesi, Lozan anlaşmasının 39. maddesinin 4. paragrafında zikrolunan hükmün lafzına ve özüne karşıdır. Lozan anlaşmasında herkese istediği dille siyasal ve sosyal ilişkilerini düzenleme özgürlüğü tanınıyor; “Anti Terör Yasası”nın 8. Maddesiyle de bu özgürlüğe “bölücülük” damgası vurularak yasak getiriliyor. İşte ikircimlilik budur ve bu tutum T.C’nin mayasında, anayasa ve teşkilatlarında egemen bir varoluş içindedir.
Sevr mi? Lozan mı? tartışması bu noktada anlamsızdır. Lozan’ı göklere çıkartanlar önce şereflice ve adam gibi, uluslararası ilişki kurallarına uygun olarak anlaşmayı hayata geçirmeleri gerekmektedir. Bu noktada Lozan’larını çiğneyenlerin, Sevr’i halka bir öcü olarak tanıtmalarının hiçbir inandırıcı yanı olamaz.
Demagojiyi medrese yapanların, ekol haline getirenlerin devletinde, ilkesizlik her şeyin tek ilkesidir; bunun adı da Türkiye Cumhuriyeti’dir. Lozan’daki demokratik maddelere dahi sırt çevirenlerin Sevr’i kavramış olmaları, iyi ya da kötü olup olmadığı hususunda karar vermelerinin güvenirliliği olamaz. Bu meyanda ilgili herkesi iki anlaşmayı da karşılaştırmalı okuyup, kavramaya davet ediyoruz. Ve iddia ediyoruz ki, Sevr ve Lozan’ın özü birdir! Lozan, Sevr’den kısmi olarak eksiktir. Türkiye’nin siyasal istikrarında bu eksiklik yatmaktadır. Kaldı ki T.C’nin yasakçı, militarist yöneticileri Lozan anlaşmasına bile sadık değillerdir. Türkiye kamuoyunun bilgisine sunulur.
19 Mayıs 1995
THKP-C (ACİLCİLER)
MERKEZ KOMİTESİ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder