Nadir Nadi Çelik
Aziz Yoldaşım,
Baskın Oran Hoca ile muhterem Kemal Burkay arasında geçen dostca mektuplaşmanın dayandığı konu ile bağlantılı olarak kalem almış olduğun ikinci yazıyı da benimle paylaşma mütevaziliğini gösterdiğinden ötürü öncellikle teşekkür ederim. Mektubun aynı zamanda sözkonusu döneme dair düşüncelerimi kısaca izah etmeme de vesile oldu.
Antakya’nın birinci dünya savaşı sürecinde osmanlı işgalinden kurtulduktan 20 yıl gibi kısa bir süre sonra osmanlı’nın devamı olan cumhuriyetçiler tarafından ilhak edilmesi ve ayrıca bu sürecin Fransa ile ilişkin kısmı başlı başına uluslararası ilişkilerin dayandığı temelin ne olduğuna dair bize bilgi vermekle kalmıyor aynı zamanda kurtuluş savaşı denilen sürecin aslında işgal edilmiş toprakların mümkün olduğu ölçüde kaybını önleme savaşı olduğu bilgisini de vermektedir.
Şöyle ki, Osmanlı’nın bir anavatan yoktu. İktidar olduğu topraklar işgal edilmiş topraklardı ve bu işgal, fetih hareketi yüzyıllara yayılmış ve sonuçta üç kıtada egemenlik olarak sonuçlanmıştı. Bu egemenlik alanı ya da diğer bir ifadeyle işgal edilmiş topraklar 5 milyon km² den daha fazla olarak kendisini ifade ediyordu ki zaten bunu mektubunda sende belirtmişsin.
Viyana sonrası dönem ise artık fetih hareketinin durduğu yada durmak zorunda kaldığıdır. Daha açık ifadeyle Viyana yenilgisinden sonra osman’lı, bütün enerjisini işgal ettiği toprakları elinde tutmaya harcarken, toprakları işgal edilmiş milletler ise enerjisini anavatanlarını işgalci osmanlı’lardan kurtarmaya harcamıştır. Oldukça ağır işleyen bu süreç birinci dünya savaşına vardığında daha da hızlanmış ve sonunda osmanlı, ilk işgal ettiği topraklar olan anadolu topraklarıyla başbaşa kalmıştır. Başbaşa kaldığı anadolu topraklarıda Fransız ve İngilizlerin işgali altındaydı. Daha net ve anlaşılabilir bir ifadeyle, altı yüzyıldır osmanlı işgali altında bulunan anadolu toprakları bu kezde İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Tarihin cilvesine bakınızki, işgalci işgale uğramıştı. Şimdi, işgal edilen işgalcinin kaderi yeni ve dinamik işgalciler tarafından belirlenecekti.
Artık iki secenek sözkonusuydu. Ya yüzyıllar önce çıktıkları Orta Asya’ya geri gönderilecekler ya da ilk işgal edilen ve merkezi topraklar olarak adlandırılan Anadolu’da sınırları belirlenmiş bir yurtluk verilecekti. Nitekim birinci seçenek pek pratik açıdan mümkün olmadığına göre ikinci seçenek gündemde yerini aldı. Bundan sonraki süreç artık iki işgalci tarafın aralarındaki diplomatik, politik ve ekonomik çıkar oyunlarına sahne olacaktı. Bu oyunlarda İstanbul hükümetine karşı alternatif olan ankara hükümetinin muhatap alınmış olması, yukarıda izah ettiğim sürecin dışında farklı bir sürecin ortaya çıktığı anlamına gelmez. Yine bu arada Yunanistan’ın tarihten gelen egemenlik hakkını öne sürerek, anavatının bir parçası olarak algıladığı ege kıyılarından yaptığı askeri çıkartmanın yolaçtığı kısıtlı savaşın da bu sürecin karakterini değiştirdiği anlamına gelmez. Sürecin karakteristik özelliği nedir? Toprak. Eski işgalcinin egemenlik alanının yani sınırlarının belirlenmesi. Eski işgalci için sorun daha fazla toprak kaybını önlemektir. İsgal edilen topraklar üzerinde yaşayan halk için sorun nedir? Yeni ve eski işgalci taraf arasındaki kapışmadan faydalanarak topraklarını kurtarıp bağımsızlığını ilan etmektir. Yeni işgalciler acısından sorun nedir? Çıkar alanlarını belirlemektir ki, burada temel olan ekonomik çıkarlar ve ilgilerdir.
Eski işgalci için artık sorun bir kenti, kasabayı hatta bir köyü dahi yitirmemek ve münkünse yitirmiş olanı geri alabilme mücadelesidir. Nitekim seninde belirttiğin gibi Lozan antlaşmasında misaki milli sınırlar içinde yeralmayan Antakya on yıllar sonra Fransa’nın Suriye’lilerin kesesinden bir cömertlik(!) yapmasıyla ’’anavatana katılmıştır’’. Uluslarası hukuk aleni çignenerek bu gerçekleştirilmiştir. Antakya sorunu uluslarası ilişkilerin çıkar ve şiddete dayalı olduğunun en uç örneklerinden bir tanesidir.
Osmanlı ve onun şimdiki mirascıları için ‘’kurtuluş savaşı’’ denilen süreç hala devam etmektedir. Bu savaş şu anda geride kalanı elde tutmak biçimde kendisini ifade etmektedir. Sık sık ’’Etrafımız düşmanlarla çevrili’, ’’ Herkesin topraklarımızda gözü var’’ , ’’Bir karış toprak dahi vermeyiz’’ histerikleri tesadüfi değildir. Çünki, bu sınırlar, bu topraklarda yaşayan halkın iradesi hiçe sayılarak çizilmiştir. Anadolu’ da yaşayan rum, ermeni, kürd ve arap halkı için, 1900 lü yıllarda çizilen sınırlar, altı yüzyıllık işgalin daha da daraltılarak yeniden tazelenlemesi dışında herhangi bir anlamı yoktur. ’Kurtuluş savaşı’ olarak adlandırılan bu sürecin Antakya örnegindeki anlamı ise Antakya’nın Antakyalılardan kurtarılmasıdır (!)
Hazır yeri gelmişken, Lozan antlaşması ile ilişkin kavrayışımı bir kaç cümlede özetliyerek mektubuma son vermek istiyorum.
Seninde çok iyi bildiğin ancak benim burada tekrar etmek zorunda kaldığım gibi resmi tarih genellikle ve ağırlıklı olarak çarpıtmalardan oluşur. Daha nazik bir ifadeyle gerçeğin kısmen bulandırıldırılmasıdır. Ancak tarihsel gerçeklerin çarpıtılması tahmin edebileceğin gibi bir profesyonelliği gerekli kılar. Bu ise oldukça zahmetli bir iştir. TC’nin resmi tarih tezleri bu tür zahmetlere katlanmadan direkt yalanlardan hatta çıplak yalanlardan oluşur. Çıplak yalanların inandırıcılık kazanması için sürekli tekrarı gerekir ve nitekim yapılanda budur.
Bu , insan zekasıyla alay edercesine ya da her insanın asgari bir zeka düzeyine sahip olduğunu dikkate almadan ortaya atılmış pervasızca yalanlardır. İktidar elitinin çoğunluğu tarafından okunmamış olduğuna inandığım Lozan antlaşması ile ilişkin söylem, pervasızca ortaya atılmış ve sürekli tekrar edilen yalanlara dair örneklerden bir tanesidir. Bir yenilgi belgesi olan Lozan antlaşması, bir yüzyıldır zafer belgesi olarak sunuluyor. Lozan antlaşması, İngiliz ve Fransızlar için bir zafer, osmanlı ve devamı olan ittihatçılar ve neo ittihatçılar için yenilgi belgesidir.
Bu belge 5 milyon km² den, yediyüz bin km² ye düşüşün belgesidir.
Bu belge iddia edildigi gibi sınırların, verilen bir kurtuluş savaşı sonucunda değil, aksine yenilginin sonucunda galip devletler tarafından çizildiğinin belgesidir.
Bu belge birinci dünya savaşındaki yenilginin ürünüdür. Ancak anavatansız olan osmanlı için hiç yoktan iyidir durumudur. Gaspedilmiş toprakların bütününü kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya olan gaspçı için Lozan’da verilenler teselli durumudur.
Altında İstanbul hükümetinin imzası yerine Ankara hükümetinin imzasının olması bu antlaşmanın bir zafer belgesi olduğunu göstermez.
İngiliz ve Fransız’ların, osmanlı karşısında kazandığı zaferi onaylayan bu belge aynı zamanda Anadolu dışındaki arapların yakalarını osmanlı işgalcilerinden kurtardıklarının ispatıdır.
Bu belge, kürdler, rumlar, süryaniler ve anadolu arabları için ise yakalarını kurtaramadıklarının ispatıdır.
Ve yine bu belge Lozan’da çizilen sınırların dışında kalan Antakya’nın bugünkü statüsünün hiç bir haklı ve meşru temele dayanmadığını ve Antakya’nın, çarmıha gerilmiş bir kent olduğunu gösterir.
Aziz yoldaşım,
Otuz yıldan beri görüşüp, karşılıklı oturarak, fikir alışverişi yapma olanağımız olmadı. Bu ihtiyacı mektuplarla, en azından kendi payıma düşeni, kısmende karşılayabildiysem bundan sevinç duyarım. Sağlıklı ve başarılı günlerinin devamını diliyor ve baki selamlarımı gönderiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder