Mihrac Ural – 30 Temmuz 2012 / Pazertesi
30 Temmuz 2012 Pazartesi
ÖDENECEK BİR BEDEL VARSA…
Mihrac Ural – 30 Temmuz 2012 / Pazertesi
Alevi olmak….Malatya ve Sürgü içinde sürgün…Ve sahur ve ramazan sofrasına kurbanlık koyun….
Siz Aleviler utanma nedir bilmez mizsiniz ?… Siz Aleviler ölüm sevdalısı olmaktan kurtulmayı deneyecek kadar onurlu değilmizsiniz? Bir yaşam felsefesi, bir yaşam kültürü olan inancınızdan hiç bir öğretiyi algılarınıza oturtmamamış, kaypak, korkak, esir olmaya hazır kişiliksiz duruşunuzla daha kaç kez sürgün olmaya, daha kaç kez kurbanlık koyun gibi bıçak altına yatmaya hazır bekleyeceksiniz?
Siz Aleviler, tarihinizden utanmıyşorsanız, gelecek kuşaklarınızın yaşam hakkını teslim etmekten utanın ve dönün o aptal suratınıza, o tarihin her kesitinde doğranmış kişiliğinizin çehresine iki şamar patlatıp kendinize gelin. Ben hatayı nerede yaptım diye sorun ve vereceğiniz cevabın arkasında duracak kadar onurlu olun…
Bunu yapmıyorsanız, boş tenekenin çıkardığı seslerle kendinizi avutmaya devam etmiş olacaksınız, bunu bilin…
Ve biliniz ki sizi sizden başka hiç bir güç kurtaramayacaktır. Boşuna ne devlette ne de başkasına umud bağlamayınız.
Malatya Doğanşehir ilçesi Sürgün beldesinde gündeme gelen ve bir koru ateşe verecek kıvılcım olan Sahur hadisesi, Alevilerin ramazan sofrasında kıyıma aday bir yemek türü haline gitirmiştir. Anadolu’nun son 500 yıllık tarihinde Alevileri yem haline getiren zihniyetin tek boyutlu algıları, bu gün de en karanlık senaryolarla Alevileri tarih sahnesinin marjinali haline getirmeye çalışmaktadır. Alevilere yönelik bu girişimleri abartılı bulanlara sözüm, Suriye’de bir kırılma olması halinde gündeme gelecek kanlı olayları yorumlarken bir kez daha hatırlatırım.
Aleviler bir kez daha ağır bedellerin ödeneceği karanlık zihniyet saldırılarıyla yüzyüzedir. Sahur davulcusundan rahatsızlığını bildirme hakkını kullanana bir aileye karşı girişilen linç eylemi şu saatlerde de büyüyerek yeni olaylara gebe olmaya devam ediyor.
Mazlum olanlar, bir kez daha bedel ödemeye becbur edilecek. Zira kışkırtan da kıyımı dayatan da devletin kendisidir. Tek boyutlu algıların, inanç dünyasını, insan ve tanrı ilişkilerini tek boytulu hale getirip ortaçağ vahşetini aratmayacak saldırganlığa çanak tutması devletin halkına bakış açısıyla çok yakından ilgilidir; bu akıl tek boyutlu bir akıldır. İspanya’dan Müslümanların hezimetiyle birlikte (1492 ) insanları topluca Hıristiyanlığa geçirmek için uygulanan, kolluk kuvetleri denetiminde domuz eti yidirme, Ramazanda oruç tuturmama gibi uygulamalar, bu günün Türkiye’sinde, Kuran hükümlerine bile aykırı olarak, farklı inançtan insanlara zulüm olarak dayatılmaktadır. Herkesin kolayca temin edebileceği bir çalar saatle sağlanacak sahur vakti uyarısı, gelenek-görenek adı altında insanları rahatsız etmek için bir baskı aracı haline getermek, adil olayan devletin anti demokratik duruşunu tanımlar.
Bölge olaylarına parallel olarak ülkemizdeki olaylar, hangi kaynaktan beslenirse beslensin aynı noktaya gelmektedir. Devlet savunmasız vatandaş üzerinde her türden kirli ve karanlık amaçlarını uygulamaktadır. Sahur uyarısı konusundaki bir sorun milyonlarla ifade edilen Alevi inanaç topluluğu üzerinde bir kıyım politikasına dönüşebiliyorsa burada devletten başka bir suçlu aramak aptalcadır. Bunu “ya uyarsın ya gidersin” diye de dayatmak, devletin hen an insanın yaşama özgürlüğünü basit bir provokasyonla elinden alabileceğini gösteriyor ki bu faşizmin kendisidir.
Aleviler, bu gerçeği bilince çıkarmalıdır. Başkasından once kendini yargılayıp zulmü karşı mücadele etmelidir, direnmelidir, ödenmesi gereken bir bedel varsa, o bedeli bunun için ödemelidir.
HOŞ GELDİN METE AKINCI...
DOSTUM, HALKLARIN DOSTU SURİYE'NİN HAKLI DAVASININ OMUZDAŞI...
Mihrac Ural – 29 Temmuz 2012 / Pazar. Bassit/ Laszkiye
7 Temmuz 2012 Cuma misafirim geldi. Bassit'teydim. Suriye'nin en gergin alanlarından biri. Erdoğan'ın nüfuz alanlarını sonuna kadar genişleteceğini sandığı Türkmenlerin çoğunlukla yaşadığı ama hep barışık olduğu alanlardayım. Kirli projeleriyle kardeşi kardeşi düşman etmek isteyen, yayılmacı militarist milliyetçiliğini din kisvesi altında emperyalist kukla olarak işlev gördüğü bu alanlarda barış katledilmiş durumdadır.
Misafirimi merdivenlerde karşıladım. kırk yıldır birbirini tanıyan iki dost gibi kucaklaştık. Çok güleç yüzlüydü. ortak bölenlerimiz etrafında sohbetlerimiz içten ve kararlılığımızın yarattığı atmosferde yürüdü. Bölgenin üzerinde dolaşan karanlıkları, zor günleri, çatışmanın en kasvetli alanında buluşarak dayanışmamızı dile getiriyoruz.
Mete Akıncı dostumla ayrı kulvarlarından ve ayrı algı kaynaklardan beslenerek bir yol kesişmesin içinde olduk. Bir zenginlik oluşturduk. Halkların kardeşliğini, savaşa karşı barışı, emperyalist müdahaleye karşı direnişi konuştuk. Suriye gibi bölgemizin önemli direniş gücünü korumayı tarihi boyunca güvenli bir liman olan bölge halklarının çıkarlarını için bedel ödeyen, komşumuz için yapmamız gerekenleri konuştuk. O kadar çok ortak bölenimiz vardı ki, buna mücadele yoldaşlığı düzlemi demek yerinde olacaktır.
Mete için Suriye TV’lerinde programlar için randevu almıştım. Şam'a gidecekti. Denize nazır evimin geniş balkonunda, MUKAVEMİ SURİYYİ militanları yanısıra köy kooperatifleri başkanları, yerel HALK KOMİTELERİ temsilcileri de gelmişti. Onlarca insan içinde Mete Akın'cının gururla sevinçle gözlemler yapması benim içinde çok anlamlıydı.
Bu buluşmanın hoş geldin kısmını burada noktalıyorum. Türkiye'nin tüm onurlu insanlarını bu buluşmanın üretken, barışa hizmet ve halkların kardeşliği için atılmış önemli bir adım olduğunu söylemekle yetineceğim.
Bir kez daha dostum Mete Akıncı'ya hoş geldin diyorum.
HAMDULLAH ERBİL ANISINA
(16 Temmuz 1993)
Dostum yoldaşım seni hiç unutmadım…
...
Mihrac Ural - 16 Temmuz 2012
Hamdullah Erbil’i, o günün gereklerinden olan gerilla eğitimi için gittiğim Afşin Kötüre köyünde tanıdım. Sarp ve kayalık yollardan Binboğa dağlarına tırmandık. Erbil’i, bu yolculukta tanımakla kalmadım, derslerle dolu, her bir militanın çok yönlü duruşunu da gözledim.
Gerilla tırmanışı bir mihenk taşı gibi herkesi ortaya koydu. O tırmanışta her bir militanın her bir yöneticinin devrimci mücadeledeki kader çizgisini açığa çıkarmıştı. Hamdullah Erbil bir dağ, bir doruktu. Köklü bir dede ailesinden gelen meşrebi, çağdaş bilgilerle sentezleşmişti.
O gün, o tırmanışa nasıl dik başladıysa, öyle dik bitirdi. Bu tırmanışta dökülenler, bir biçimde devrimci mücadele sürecinde de döküldü.
O, Türkiye halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesine başladığı gibi, sonuna kadar alnının akıyla devam etti.
Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
ZORU BAŞARMAK
Mihrac Ural – 28 Temmuz 2012
Suriye zoru başarıyor. Suriye, zorun tarihteki ebelik rolünü, yeninin doğumu gerekli işlevi, tüm bölge halkları adına, bölgenin anti-emperyalist direnişine öncülük ederek sürdürüyor. 17 aydır süren mücadelede, başarı ibresi her zaman halkıyla omuz omuza olan Suriye yönetiminden yana olmuştur. Bu sürecin son halkasında, başkent Şam sonrası, Halep’e uzanan eli kanlı şebekelerin temizlenmeye başlanması, sonun başlangıcına işaret ediyor.
Halep sonun başlangıcıdır, geçmişte olduğu gibi bu gün de aynı kirli kalkışmanın mezara gömüleceği yerdir. Başkent Şam’da yapılmak istenen kanlı kıyım, en üst askeri kadronun imhası, mahallelerde girişilen teröre rağmen, eli kanlı şebekeler büyük hezimete uğradılar. Bu hezimet Suriye düşmanlarını bir kez daha şaşkına çevirdi. Ha bitti ha bitecek diye tespih çekenler, boyunlarına dolanan ipi daha çok sıkmış oldular. Ancak, ortaya döktükleri dev mali-askeri harcamaların sonucunda iflastan başka bir şey görmeyen dünya şer güçleri kanlı iç kanama sürecini tırmandırmaya devam ettiler; uğradıkları hezimetin kayıplarını telafi etmek üzere önce sınır kapılarına saldırdılar. Onları koruyan ülkelerin verdiği olanaklarla, birkaç serserinin bile rahatlıkla becereceği medyatik, sansasyonel saldırılarla Suriye yönetimini hırpalamak istediler. Ancak bu girişimler de kar etmedi…
Her defasında ve her eylemde yeniden, kitlelerin desteğini bulamayan eli kanlı şebekeler, Şam’da uğradıkları iflası bu kez Halep’i cehenneme çevirerek onarmak istediler.
Suriye halkı her yönüyle bir dış müdahale ürünü olan bu vatan haini girişime prim vermedi. Şiddetin akılla savaşı diyebileceğimiz bu sınav günlerinde halk yönetiminin etrafında daha aktif olarak kenetlendi. Dün barışçıl gösterilerde milyonları milyonlara ekleyerek meydana inen halk bu çılgın askeri saldırılarla yaratılan dehşete karşı, hızla ortak bir vatan savunması örgütlemeye yöneldi. MUKAVEME SURİYYİ, İdlip ili kırsalında geliştirdiği örgütlenme, Lazkiye’deki örgütlenmesini kattı. Bu gelişme farklı bir boyutta, Fransız işgaline karşı 1925 devriminin örgütlenmesi gibi ülkenin farklı bölgelerinde hızla ve etkince örgütlenmeye başlandı. Tüm farklılıklarına rağmen Suriye bu gün adım adım kurtuluş savaşını örgütlüyor. Üstelik bunu, ordusunu ilkeli bütünlüğünü korumuş, devlet mekanizmasında hiçbir aksaması olmadan, seçimle iş başına gelmiş hükümeti ve kurumlarıyla bir bütün olarak kurtuluş savaşını yürütmektedir. Bu savaşın en önemli halkası Halep’tir.
Halep Suriye’nin yüreğidir, çalışan atölyesi, fabrikası, ekonomik dayanağıdır. Bu nedenle, Halep halkı tarafından desteklenmeyen şer güçleri bu kenti kanlı kıyımla ezmek istediler. Eli kanlı şebekelerini bu kentin çevre mahallelerin saldılar. Büyük çoğunluğu Türkiye’den geldi. Paramiliter azılı katil sürüleri, yaşam kaynağı olan bu kenti ölüm alanına çevirmeye çalıştıla. Halep’i sekteye uğratıp ülkeyi felç etmek istediler. Tek amaç iç kanamanın yoğunlaştırılması, kan kaybı ve kıyımdır. Açıkça fark edileceği gibi siyasi bir talep ya da halkı temsil eden siyasal programla ilgili hiç bir yanı bulunmayan, kin, nefret ve intikam hırsıyla yıkmak için girişilen bu kıyım, kararlılıkla direnen Suriye yönetimini çözmek, zayıflatmak, enerjisini tüketip, sonuçta “merhamet darbesi” indirmek istediler.
Ancak bir kez daha başaramayacaklar. Halep bir mihenk taşıdır. Şam’dan da önemli bir denge noktasıdır. Halep, tarih boyunca Suriye’nin kader dönüşümünde önemli bir etken olmuştur; 1980’li yılların eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerince yaratılmak istenen kaos ortamına da sahne olmuştu. O kesitte de kanlı süreç Halep’te şer güçlerinin yaşadığı kırılmayla gerisin geriye sayıp Hama’da ezilişleriyle noktalanmıştı. Tarih bu açıdan tekrar ediyor gibi. Halep Suriye olaylarının sonunun başlangıcı olacağını bu satırlardan tüm okurlarıma ifade ederim. Düne kadar yönemitin en önemli kalesi olan Halep’i kanlı bir iç savaş alanına dönüştürmek isteyenlerin dıştan sokuşturdukları binlerce katille başaracakları hiçbir şey olmayacaktır. Zorla zorbalıkla kurulanan senaryolar sahiplerinin başına çalınacaktır. Halep halkı kendi elleriyle köşe bucak bu serserileri, bu din istismarcısı “Cihad-i Selefi” güçleri tasfiye edecektir. Dini, ölüm kültürünün bir parçası haline getiren bu güçler bir kez daha hezimete uğrayacaktır. Fatura ne kadar kanlı olursa olsun, acı ne kadar büyük olursa olsun Suriye kimliğiyle bütünleşen farklılıklar, tek boyutlu mezhep ırkçılığının esiri akıllara karşı Halep’te zafer kazanacaktır.
Bu mezhepsel akıllar, tarihin her kesitinde ağır kayıplarla hezimete uğrar. Toparlayıcı olmaktan çok bölücü olan, tek boyutluluğuyla ötekileştirici olan bu akıllar, hiçbir yerde olumluyu üretemezler. Bu nedenle Suriye olaylarında, ilkel algılarla kin ve nefretle kanlı kıyım yapan şebekeler, halkı temsil etmekten uzak kaldılar. Halka dayanmayan her şiddet girişimi gibi halkı terör bataklığına saplandılar. Halkı kazanamadılar, halka karşı savaşa devam ettiler. Suriye yönetimin ortaya koyduğu ve halkın kazanımları arasına katılan siyasal reformları kullanmanın yollarını kesmeye çalıştılar. Çünkü biliyorlar ki demokratik reformlarıyla Suriye, bölgenin en dinamik, en güçlü ve gelişmeye açık ülkesi olacaktır. Bu ise bölgede direniş güçlerinin bir kez daha kazanması demektir. İşte sorun da budur.
BÖLGE TARİHİNDE BÖLÜCÜ ÇABALAR
Bölgemizde bölücülük her zaman dış güçlerin dayatması olmuştur. Hititlerle Mısır Firavunları arasında vuku bulan Kadeş Savaşından ve onu takip eden tarihin ilk yazılı anlaşması TEL AMRANA’ya kadar bütün süreçlerde bölgemiz dış güçlerin saldırıları nedeniyle iç kaoslara sürüklenmiştir: Durum bu gün de aynıdır.
Bu sorun, dünya şer güçlerin akıl tutulmasının gelip dayandığı yerdir. Bilmeyenler için hatırlatayım Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denilen proje, bölgeni daha sıkı bir denetim altına almak için ülkelerin bölünmesine ve İsrail Karşısında birbiriyle vuruşan düşman küçük devletçikler ya da yönetimlere bölünmesini dizayn etmeyi temel hedef alan bir projedir. Bu proje 1958 yıllarıyla birlikte bölgede açılan ilerici devrimci süreçleri kırma amacıyla üretilmiştir. Sovyetleri kuşatma amaçlı “Yeşil Kuşak” projesine destek olarak ortaya çıkarılmıştır. Bunun en aleni hali ise 1975 Lübnan iç savaşıyla kendini ifade etmiştir. İsrail’in Lübnan’a karşı başlattığı Haziran 1982 savaşıyla doruğa ulaşmıştır; Güney Lübnan’da kurulan sınır çizgisinden ibaret “Özgür Lübnan Devleti”, bu gün “Özgür Suriye Ordusu” dinelen şebekelerin yapmak istediklerinden hiç de farklı değildir. BOP, İsrail’in 1990’lı yıllarda giriştiği kanlı Lübnan saldırılarıyla da kendini tutundurmaya çalışmıştır. 2000 yılında Lübnan’da işgal ettiği toprakları bir gece ansızın terk ederek kaçmak zorunda kalışının intikamını da almak için giriştiği 12 Temmuz 2012 savaşı aynı amaçlarla dayatılmıştır.
İşte bu bilançonun akıl zoru dayatmaları karşısında tek bir ülke direnmiş ve bu oyunları bozmuştur. Hafız Esad’tan, Beşşar Esad’a uzanan 42 yılık sürecin bölge halkları için en önemli armağanı da bu olmuştur. Bu sürecin ikinci yarısını anı anına yaşayan bu satırların yazarı bu tarihe tanıktır: Bu tarihin tüm kirliliklerini mezhepsel aklın emperyalist kuklası tetikçi konumu yazarken, ülkesinin ve halkının bağımsız kararını yaşama geçirme çabasında olan akılda özgürlüğü ve kurtuluşun destanını kaleme almıştır. Suriye burada anlamlı yerini, kilit ve mihenk taşı olma esprisini kazanmıştır. Suriye olmasıydı bu bölgede en azından 10 devletçik daha olurdu ve tümü İsrail’le ikili kölelik anlaşmalarıyla esir düşerdi. İşte bu tarihi gerçekliğiyle bilmeyenlerin, Suriye’deki gelişmeleri doğru çözümlemeleri ve doğru sonuçlara varmalarının hiçbir imkanı yoktur.
Bu noktalardan Suriye’deki son gelişmelere baktığımızda sınır kapılarına saldırıları, “Kuzey Suriye Kürt bölgesi” kadar, Türkmen bölgesinde oynanan oyunları anlamak çok daha kolay olur.
SURİYE VE BÖLÜNME
Suriye’yi bölmek son yüz yılın emperyalist girişimlerini özetler. I. Dünya savaşı sonrası dönemle birlikte Fransızların Suriye’yi Lübnan dahil birden çok devlete bölerek bu projesini kalıcı hale getirme çabaları, O gün Lübnan’a biçilen bu günkü İsrail rolüyle ilgili bir düzenleme olarak gündeme gelmiştir. Hıristiyan azınlığa çoğunlu olacakları bir devlet kurdurarak oynanmak istenen bu oyun Şark Hıristiyanların Arap ulusal karakteri tarafından ret edilmiştir. Lübnan halkı ve Suriye halkı aynı olan halkın iki ayrı devlet altında yaşamaya zorlanması, bu projeyi bozan en önemli etmen olmuştur. Bölgede İsrail devleti II. Dünya savaşının batılı vahşetin kefareti olarak Filistin toprakları üzerinde konuşlandırılması bir kez daha bu projeyi gündeme getirdi. Bölgemizde yükselen Arap Ulusal kurtuluş hareketlerinin 23 Temmuz 1952 Nasır’la ortaya koyduğu gelişmelerin 1958 döneminde tüm Arap ülkelerini kapsayan devrimlerle ortaya çıkan Arap ulusal gücü, bir kez daha bölge ülkelerinin bölünmesine ilişkin projeleri kışkırttı. Lübnan’ı da içeren Suriye bu projenin en önemli hedefi oldu. Irak işgaliyle (20 Mart 2003), Irak devletinin ortadan kaldırılması ve üç bölgeli bir bölünmenin gündeme gelmesi, bir kez daha bölgenin yeniden dizayn edilmesi yönündeki çabaları güç vermiş oldu.
Suriye geçmiş tarihi itibariyle böylesi bir bölünmeyi yaşamış ülke olarak, bu gün içine sürüklenmek istenen kaos nedeniyle bölünme baskısı altına girmiş oldu. Bir bölen yine iş başı yapıyordu ve bunun en aymaz öncülüğünü de Erdoğan yönetimi yapıyordu. Her yazımda tekrarla ifade ettiğim gibi, Erdoğan yönetimi bir Suriye cahili yönetimdi, bilmiyorlar, Suriye tarihi ve olaylarıyla uzak yakın bir sentez bilgi sahibi değiller. Suriye’nin yarım asırlık direnme tarihini de mezhep alt benliğinin kirli algılarıyla yorumluyorlar. Bu nedenle, bir yandan Suriye’yi iç savaşa sürmek ve parçalamak, diğer yandan bu parçalanmanın kendileri üzerinde yaratacağı yıkıcı etkilere karşı refleks gösterme gibi bir çelişki içine düşmektedirler; Barzani önderliğinde “Kuzey Suriye Özerk Kürt Bölgesi” kurma telaşına düşerken, aynı bölgede PYD’nin bu alanda kurduğu etkinliğe karşı akıl zoru bir refleks gösteriyorlar. Barzani-Erdoğan ittifakının Suriye’yi bölme planları, Barzani’nin 11 Haziran 2012 tarihinde Erbil’de yaptığı ve tüm Suriyeli Kürt muhalifleri içeren toplantıda organize edilmek istendi (Biri Suriye doğusunda emperyalist kuklası bir bölge kapma telaşı, diğerinin Suriye’nin batısında bir Türkmen bölgesi oluşturma hezeyanı). Ancak Suriyeli Kürtler, bu arkadan hançer varma girişimine hayır dedi. Oyunu Suriye yönetimiyle omuz omuza vererek cevapladı. Kürt bölgelerine Barzanici, Özgür Suriye Ordusu mensubu kimseye giriş izni verilmedi.
Suriye yönetiminin bu kirli komşuluk ilişkisine verdiği yanıt ise, akıllıca ve oyunu başlarına çalan bir yanıttı. Suriye’nin kararı halkına güvene dayalı, ülke birliğini oluşturan verilere bağlılığı dayalı bir karardı. O da mahalli güvenliği uzun zamandır olgunlaşmış olan LİCAN ŞABİYYİ (Halk Komiteleri) devretmek olmuştur. Eli kanlı şebekelerin boy hedefi ve asimetrik savaşın handikaplarından biri olan, düzenli, yerleşik, belli mevzilerde yer alan gücün düzensiz güçler tarafından daha kolay avlanmasına yol açan polis karakollarını riskli bölgelerden geri çekti. Bu mevzileri yerli halkın kurduğu komitelere devretti. Yerli halk Suriye halkıdır. Kürt olsun Alevi ya da Sünni olsun ya da Dürzi, Şii, Hıristiyan olsan, Suriye kimliğini oluşturan bu farklılık Suriye’yi koruyacak tek güçtür. Yönetim, bu kararı almakla halkına olan güvenini gösterdiği kadar, Suriye kimliğin toparlayıcı gücünü de ortaya koymuştur. Kendi bölgelerini korumak için HALK KOMİTELERİ olarak örgütleneni Kürtlerin bu bölgede denetimi ve güvenliği sağlaması, Suriye’yi bölmek isteyen güçlere karşı savaşması, kendini “Özgür Suriye Ordusu” diye adlandıran eli kanlı şebekelerin hareketlerine olanak tanımaması, Beşşar Esad yönetiminin aldığı kararın ne kadar isabetli olduğun göstermiştir. Halkına güvenmek budur.
Bu karala ortaya çıkan tablodan kimin kaygı duyduğu ise çok açıktır. Ülkemizde Kürt sorununa hiçbir demokratik açılım getirememiş, tek boyotlu baskıcı sistemin yöneticisi olan güçler, bu açıdan paniğe kapılması normaldir. Üzüm üzüme baka baka kararı kaygısıyla, aptalca, ilkel-milliyetçi-ırkçı reflekslerle ortaya koydukları tepkiler aynı zamanda iki ülke ve iki ayrı Kürt sorunu gerçeğini de ifadesidir. Suriye Kürtleri tarihlerinin hiçbir döneminde Suriye yönetimleriyle, Türkiye’de yönetimlerle düştükleri kanlı kitlesel kıyım sendromlarına düşmemiştir. Suriye Kürtlerinin son reformlarda aldığı hakların da ötesini almaları bir haktır. Bunun için her ortamdan yararlanmaları kadar doğal hiçbir şey yoktur. Ama Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gerçek siyasal liderlikleri, ülkelerini bu zor süreçlerinde arkadan hançerleyen güçleri olmayacaktır; her toplulukta vatan hainleri kadar, kuklalar, tetikçiler, ucuz kahramanlar çıkabilir ama nesnel veriler tek başına bu Donkişotları dizginlemeye yetecektir.
Suriye, ne bir ırk ne bir millet adıdır. Suriye, farklılıklarıyla, tarihiyle, gelenek ve görenekleriyle üzerinde yaşayan tüm insanların ortak vatanıdır. Mozaiği zenginliği olan bu ülkede yaşayan her insan kendini Suriyeli olarak tanımlar, bu bir üst kimlik algısıdır. Türkiye olmayan da budur. Bir ırkın adını tarihler boyu Anadolu olarak bilinen bir coğrafyaya verip burayı, tek bir ulusun tek bir bayrağın, tek bir dilin anavatanı yaparak hükümran olmak bu açıdan Suriye karşısında, ilkel kalmak, geriden nal toplamaktır. Ortak ülkemizin Suriye’den öğreneceği çok şey olduğun bir kez daha görmüş olduk. Üstelik Suriye bu en zor günlerinden geçerken bu dersleri verebilecek kadar toparlayıcı bir kimliktir.
MEZHEPLER VE TARİH YAZIMI
Yoğunluklarım nedeniyle geç kalmış bir hatırlatmayı buradan yapmak istiyorum.
Suriye’nin direnişi, dikkatli her izleyicinin kolayca anlayacağı gibi, ülkeyi çevreleyen sınır komşularından sızan emperyalist güçlerin, gerici Arap rejimlerinin ve Erdoğan yönetiminin ülkemizi kirli ve karanlık süreçlere sürükleyen eli kanlı şebekelere karşı bir direniş olarak belirmektedir. Kendini yenilemek, geliştirmek isteyen bağımsızlığını bölge halklarıyla ortak çıkar ve paylaşımla sürdürmek isteyen bir ülkenin kaderine müdahale ederlere karşı bir duruştur. Suriye olaylarını esası da budur. Ne mezhepsel ne de demokratik taleplerle ilgilidir; mezhepsel güdüler tarihin her döneminde olduğu gibi Suriye’de olduğu kadar Suriye olaylarıyla ilgili olan her yerde yapabilecekleri tek kirlilik saçmaktır. Bu açıdan tarih yazımında kimse mezheplere bir rol yüklemesin, mezhepsel akıla sadece kirli bir tarih yazılabilir.
Hatay halkının Sünni mezhep mensubu insanlarından tarih yazmalarını bekleyen dostlarıma önerim, bu söylemlerin hiçbir boyutu barışa katkı yapamaz diyeceğim. Bu söylemin hiçbir özelliği birleştirici, kapsayıcı tarih yazıcı olamaz diyeceğim. Toparlayıcı olmak adına, provokasyona gelmemek adına, Hatay mozaiği adına yapılacak en kötü önerme, mezheplere tarih yazdırma önerisidir. Tarihin her kesitinde en kirli yazımı sadece bu akılların yaptığını göz önüne almayan bu önerme, halkımızı hazırlıksızlıktan dolayı daha da perişan etmekte, güvenliğini ehil olmayan akıllara verme çabasındadır.
Bilinmeli ki, Amerika’nın silikon vadisinde bilimsel keşifler yapan mezhepçi akıl ile Afganistan’ın Tora Bora dağlarında tarihin ilkel çağlarını aratmayan Talibancı mezhepsel akıl arasında hiçbir fark yoktur. Hatay’daki mezhepçi akıl da bunlardandır. Bunlara kimse tarih yazdırmaya kalkışmasın. Böylesi iyi niyet ilanları, tarihin kanla yazılmasından başka bir sonuç üretmez. Cehennemin yolları iyi niyetle döşeli olduğu gerçeğini unutmamak gerek.
Ben bu tür öneriler yerine akıl izan ve vicdan sahibi olan tüm onurlu insanları, savaşa karşı barışı her araçla savunmaya çağıracağım. Her araçla…
17 Temmuz 2012 Salı
RECEP GÜREĞEN ANISINA
BİR DİRENME KAHRAMANI
RECEP GÜREGEN ANISINA
Mihrac Ural - 18 Temmuz 2012 / Çarşamba
18 Temmuz 1979 bir kahramanın şehit olduğu gündür. Bu gün Recep Güregen yoldaşın ölümsüzleştiği gündür.
Recep Güregen’i Isparta zindanında tanıdım. THKP-C(Acilciler) merkezi davasının görüleceği yer Isparta ağır ceza mahkemesiydi. Bu davanın sanıkları olarak, Engin Enginer adlı bir itirafçının da mağdurlarıydık. Bu çirkin itirafçı adımızı polise afişe etmiş, ilgili ilgisiz eylemleri sırtımıza yıkmıştı.
Recep Güregen İstanbul’daki davalarının uzantısı olarak Isparta cezaevinde tutukluydu. Mahkemeleri de sürüyordu. Adli bir mahkumdu. Buna karşın, zindan buluşmamızın kısa sürecinde, aramızda müthiş bir enerji alışverişi gelişti. Örgütümüzün aktivitesi, direngenliği, kararlılığı ve siyasal olaylar karşısındaki duruşu, Isparta cezaevinde Recep yoldaş gibi bir çok adli mahkumu etkilemişti. Recep yoldaşta yaşamının yeni sayfasında kendini en iyi şekilde THKP-C(Acilciler) örgütünde ifade edeceği kanaatiyle bizlere sempati gösteriyordu.
Disiplinli bir topluluktuk. Komün olarak her şeyimizi paylaşıyor, spor yapıyor, olumsuz hiçbir alışkanlığa aramızda yer vermiyorduk. Okuyor, eğitim çalışmaları yapıyor, halkımızı düşünüyorduk. Recep bu cazibe merkezine hızla yöneldiğini hissetti.
Bir gün yanıma geldi. Mir dedi, “siz sigara içmiyorsunuz. Bu ilke ise, buna uymak isterim değilse yine bırakmak isterim, üzerimde geçmişten kalan olumsuz bir izle yürümek istemiyorum”.
Bunun üzerine, “Genelde yoldaşlarım sigara içmez, ilke değil bir duruştur. Bana uymak istersen bunu bir defada bırakacaksın ve bitecek” dedim.
O an hiç düşünmeden, önceden düşünüp algılamasını tamamlamış olarak, elindeki sigarasını küllüğe ezercesine bastırıp söndürdü. Gömleğinin ön cebinde yeni açılmış sigara paketini de çıkartarak, avucu içinde sıkıştırıp büzüştürdü, ezdi. Ve yere attı. Buraya kadar dedi. O günden itibaren sigarayı ağzına almadı.
İlk toplu mahkememize çıkmıştık. Mahkeme salonunda hakimlere karşı haykırarak örgüt bayrağı açılmıştı. Sloganlarla mahkeme salonunu inletmiştik. İtirafçı orada da bizi yalnız bırakmış, mahkeme karşısında “ben masumum hakim bey” maskesi takınarak, “suçlu” diye bizi işaret eder durumdaydı. Bu mahkemelerde, ifadelerimizin ser verip sır vermeyen dik duruşlarına rağmen, itirafçıdan aktarmalı isnat edilmeye çalışılan her şeyi reddediyorduk. Bununla kalmayıp her riski göze alarak, sloganlarla mahkemeyi yargılıyorduk. Bu haber ülkede ve Isparta zindanında etkisini hızla hissettirmişti.
Recep Güregen için bu adım bir dönüm noktasıydı. İtirafçıya duyduğu tepkiyle “İstanbul’da mahkemem var, bana da izin verin, o mahkemede özeleştirimi kamuoyu önünde yaparak bayrak açayım” dedi.
Önerisini kabul ettim. Bayrağını ellerimle yaptım. Beline sardım ve mahkemeye uğurladık. Yoldaşımızdı ve bunu ilan edecekti. Nitekim aleni olarak kamuoyuna yönelik özeleştirisini yapıp, mahkeme salonunda örgüt bayrağını açtı. O artık bir acilciydi.
Recep yoldaş, Sinop zindanını yakmaktan, Nebil yoldaşın Niğde cezaevinden kaçışta gerekli olan idare mührünü yapmaya kadar, zindan sürecinin her anını Örgütümüzün bir militanı bir direnme kahramanı olarak geçirdi.
Nebil yoldaşın firarından hemen sonra kendisi de Niğde cezaevinden firar etti. Gitmesi gereken görev yerine heyecanla gitti. Örgütümüzün zindanlarda başgardiyanların yaptığı zulme karşı aldığı karar gereğince, gardiyanlara yönelik eylemlerin en önemli kesitlerini başarıyla yerine getirdi; bu eylemler devrimciler için zindanlara sunulmuş önemli bir destekti.
15 Temmuz 2012 Pazar
SURİYE'DE KATLİAMLARIN SIRRI
Tramsa kanlı bir kıyıma sahne oldu (13 Temmuz 2012 / Cuma) yüzlerce insan katledildi. Bu kıyımın tek nedeni var o da BM Güvenlik konseyinin yarınki, Suriye’yle ilgili yaptırımlarıdır. Bu katliam öncekiler gibi, BM Güvenlik konseyinin şer güçlerine bir işaret yapılmak istendi. İlginç olan, önceki tüm katliamların tezgahlanışının aynı nedenle gündeme gelmesiydi. Bu katliamın failleri bu gece Suriye resmi TV kanalında itiraflarıyla kamuoyuna gösterildi. Suriye ordusu halkının ordusu olduğu, masum vatandaş kanına elinin bulanmamış olduğu, bir koruma (Humat el diyar) ordusu olduğu bir kez daha görülmüştür. Suriye ordusu ve güvenlik güçleri, medyanın bitip tükenmeyen yalanlarını, suratlarına bir şamar gibi indirdiği kanıtlarla yerle bir etmiştir; TV kameraları önünde katillerin yaptığı itiraflar bunun için yeterli olmuştur.
Tramsa katliamın en önemli sanığı Hikmet Şihadi el Mustafa el Yunisi ve katil Said Derviş açıkladı; “liderimiz Mülhem Derviş katliam emrini verdi, çatışmalarda öldü.. Aramızda Türkler ve Libyalılar da vardı… 1,5 saat içinde yüzlerce insanı kurşuna dizdik. Çoğu, önceden elimizde esir olan sivillerdi. Emir böyle gelmişti… “ İşte bu katliamın sırrı da anında, aynı gün böylece çözülmüş oldu. Sabahtan beri kesintisiz yalan bombardımanı yapan uluslararası şer medyası bu açıklamalardan sonra birden geri adım atmaya başladı.
Ama ben yazmaya devam edeceğim. Okuruma ve halkıma gerçekleri bir bilanço olarak sunmaya çalışacağım.Zira bu katliamlar zincirinin açıkça ortayla çıkan bir özelliğinin bilinmesini istiyorum. Devam edelim…
Hula katliamı ( 25 Mayıs 2012)Humus’ta gündeme geldi iki gün sonra (27 Mayıs 2012 / Cuma) BM Güvenlik Konseyi’nin toplantısı bulunuyordu. Suriye aleyhine oylama yapılacaktı. Oylama Rusya ve Çin’in vetosu dünya şer güçlerini hezimete uğratırken, katliamı şifre gibi kullanan Avrupa ülkeleri, Suriye’yle diplomatik ilişkilerini kesiyordu. Katliam resmen tezgahlanmış ve Suriye yönetimi ve güvenlik güçlerinin sırtına yıkılmıştı. Oysa Hula, yönetim taraflısı vatansever, Şiilerden oluşuyordu. Bu insanlar yönetim yanlısı olmalarının bedelini canlarıyla ödüyorlardı.
Sonra El-Kbeyr katliamı geldi (7-8 Haziran 2012 / Cuma). Yine aynı gün toplanacak BM Güvenlik Konseyi bulunuyordu. Her katliamın ardından BM güvenlik konseyi oylaması diye ilerleyen bu süreç tesadüf değildi.
Sonra Darit İzze katliamı geldi (22 Haziran 2012 / Cuma) ve sonuncusu Tramsa katliamı yani bu gün, Cuma katliamı ve yarın BM güvenlik konseyi toplanıyor. Konu yine Suriye ve yeni yaptırımlar. 7 madde üzerinden askeri müdahale kararı için çırpınışlar. İşte seri katliamların sırrı da burada yatıyor.
Gerçek hiç de karmaşık değil. Bunu anlamak için çok akıl yürütmeye bile gerek yok. Katliam yapmak isteyen bir yönetim ya da ordusu bunu her gün, egemenlik sahasının her köşesinde yapabilir. Bunu da her saniye, üstelik en acımasızca, bin bir gerekçe altında yapabilir. Bununla da kalmaz yaptığı katliamı hiç kimseye yansıtmadan, izlerini de yok ederek icra edebilir. Ama ne ölçüde zalim olursa olsun kendi aleyhine sonuçlanacak böylesi bir kıyımı hiçbir yönetim, aleyhine kararlar almak üzere toplanan BM Güvenlik Konseyinin gözünün içene batıra batıra, basına da açık bir kıyımı halkına dayatacak. Yalanın böylesine yalan denir mi?
Diyeceğim o ki, batsın bu yalan dünyası, bu akılsız hezeyanların karanlığına lanet olsun; bu akıllar düzen karamaz, bu akıllar sadece kukla olur ve kendi halkını acımasızca doğrar. Bu haberlerden etkilenen önemli bir kamuoyunun da olduğunu görünce insan delirmenin moda olduğu sanısına kapılabilir. Evet, yalan büyüdükçe şüpheler de artar. Tek hedef de bu olabilir. Ama yalanın böylesine yalan bile denemez…
Bu kadar tesadüfü Ali-Babanın sihirli lambasından çıkan cin bir araya getirmez. Tümünde de tek zararlı taraf Suriye yönetimi olmuştur. Ama her defasında gerçekler ortaya çıkmış ve bu eli kanlı şebekelerin kendi vatanlarında nasıl bir kukla ve tetikçi olarak kendi halkını kıyıma uğrattığı belli olmuştur. Bu tür eylemleri böylesi bir ortamda, kiralık katil sürüleri rahatlıkla başarabilirler; vatanseverlere bedel ödetecek ve yönetimi zor sokacak menfur kıyım yapmaları, masum insanları kurşuna dizmeler hiç de zor değildir. Nitekim itirafçılar, katliamı nasıl yaptıklarını tüm ayrıntılarıyla açıklayarak bu olaydaki yalancı çırpınışların ağır bir darbe yemesini sağlamış oldular. Katliamı vatan hainleriyle el ele vermiş Türk ve Libyalı teröristler yaptığı anlaşılmıştır. Olayın tetikçileri bunlardır. Kıyımın amacı, BM Güvenlik Konseyi toplantısında Suriye’ye darbe vurmaktır. Menfur cinayetin doğrudan sorumlusu ise Erdoğan yönetimidir. Emperyalistler, Katar-Suudi şebekeleri ise bu cürümün yapılandırılması, mali ve askeri olarak finansmanının temel unsurlarıdır.
ERDOĞANIN SON TANGOSU
Suriye olaylarının ikinci perdesini, İÇ KANAMA süreci olarak tanımladım. Devam ediyor…Bu sürecin tip özellikleri hala olduğu gibi ama beli bir birikim yönünde ilerliyor. Yaygın ama lokal terör eylemleri, halkı ve devleti bezdirme çabaları sürüyor. Süreç olası bir yönetim boşluğunda, Suriye’yi kantonlara ya da bölgelere ya da bölünmeye kadar gidecek süreçte kontrolü elden kaybetmemek için kabul edilebilir bir yaygınlık ve hızla, iç kanamayı derinleştirme çabaları sürmektedir. Kürt bölgesi kadar Türkmen bölgesinin farklı bir tarzda harekete geçirilme çabası bunu yansıtıyor.
Kürt bölgesinin gelişmeleri henüz tüm yönleriyle belirginlik kazanmadı. Ancak bu alanda vatansever Kürt örgütleri ve liderleri Barzanici Amerikan kuklalarının yıkılmış prestijleriyle girişecekleri çabalar, onlara bir sermaye oluşturamayacaktır. Suriye Kürt halkının ezici çoğunluğu yönetimden yana emperyalizme ve vatan haini eli kanlı şebekelere karşı, savaş meydanlarında yerlerini çoktan almış bulunmaktadırlar.
Türkmen bölgeleri birden fazladır. Humus, Azaz (Halep) ve en yoğun olarak Lazkiye bölgesidir. Düne kadar diyeceğimiz bir zaman kesitinde, bu alanda vatanseverlikleriyle sakin duran Türkmen bölgeleri üzerinde uzun zamandır yapılan çalışmalar bir kıpırdanmayı getirmedi . Ancak son bir aydır çılgınca yürütülen müdahaleler ve uçak kriziyle tırmanın vahşet girişimleri, bu bölgenin vatansever karakterini bozmak, etnik sorun yaratıp k halkın birbirini doğraması için provokasyon yaratma çabaları öne çıktı.
Hatay’ın Yayladağı ilçesi sınır bölgesinin Suriye kısmında yoğunluklu olarak yaşayan Türkmenler, Erdoğan’ın kirli siyasetinin kurbanı edilmek üzere ilgileri olmayan bir kırılmayla yüz yüze bırakılmak istendikleri anlaşılmaktadır; bu şebekeler, SÜRİYE TÜRKMENLERİ adı altında (ortasında bozkurt imgesinin olduğu bir ambleme sahipler) kanlı eylemlere başlamış bulunmaktadırlar. Yaklaşık 12 gün önce 11 güvenlik gücünü pusuya düşürüp katletmeleriyle bölgedeki gerginliği doruğuna götürdüler. Bu şebekelerin arasında çok az Türkmen olduğu ve daha çok Cisir el Şuğur, Bdama ve İdlipli tetikçilerin bulunduğunu, yayınlanan video görüntü ve seslerin lehçelerinden anlaşılmıştır. Türkmenlerle ilgili olarak sınır bölgelerindeki gelişmeleri, şu an gergin bir nöbet anında MUKAVEME SURİYYİ önde gelen sıra neferi olarak yazdığım bu yazıyla birlikte sık sık okurlarıma ileteceğim.
6 Temmuz 2012 Cuma
SAVAŞAMAZLAR
Mihrac Ural – 7 Temmuz 2012 / Cumartesi
Banu Avar dostumun güzel bir yazısı yayınlandı, başlığı “SURİYE ‘İŞİ’ TÜRKİYE’NİN ÜZERİNE KALDI!”. Bu güzel yazıya, Hakkı Alacakaptan güzel bir özet ekledi. Ben de onun eklerine bir ek yapma geriği duydum. Bu üç yazıyı şu linktedir; ( https://www.facebook.com/#!/groups/suriyehalkiyladayanisma/ ). Sizlerle Banu Avar’ın yazısını yaptığımız yorumları playlaşıyorum.
Yanlış çeviri. Erdoğan sorunu Türkiye'nin bizzat çözmek durumunda kalabileceğini söyledi, diyor. Yani yapacağız değil, yapabiliriz. Zaten yazı Türkiye'nin neden müdahale etmeyeceği için en az altı ayrı neden sıralıyor:
1 - Türk halkı müdahaleye karşı
2 - Türkiye zaten PKK'yla bile başa çıkamıyor
3 - Suriye'deki sözde "muhalefet" için Türkiye'de kimse destek gösterisi yapmadı.
4 - Dinci sağ Tayyibin Amerika için taşeronluk yaptığını ve asıl hedefin İran olduğunu düşünüyor (aferin dinci sağa :))
5 - Amerika Türkiye'nin müdahalesine karşı ve Pentagon yetkilileri uçak düşürme olayında Türkiye'yi haksız çıkardı
6 - Suriye'de kem Kürtler, hem de Ermeniler Türkiye'ye karşı. Riyad el Asad'ın teröristleriyle savaşmak için Suriye'ye geçen PKK'lılar var.”
1 - Türk halkı müdahaleye karşı
2 - Türkiye zaten PKK'yla bile başa çıkamıyor
3 - Suriye'deki sözde "muhalefet" için Türkiye'de kimse destek gösterisi yapmadı.
4 - Dinci sağ Tayyibin Amerika için taşeronluk yaptığını ve asıl hedefin İran olduğunu düşünüyor (aferin dinci sağa :))
5 - Amerika Türkiye'nin müdahalesine karşı ve Pentagon yetkilileri uçak düşürme olayında Türkiye'yi haksız çıkardı
6 - Suriye'de kem Kürtler, hem de Ermeniler Türkiye'ye karşı. Riyad el Asad'ın teröristleriyle savaşmak için Suriye'ye geçen PKK'lılar var.”
Mihrac Ural
Değerli hakkı Alacakaptan, listeyi uzatmak mümkün, bu konuyla ilgili birden çok yazı yazdım "İKİ ORDU" Başlığı altında yazdığım bir yazı vardı, tarihsel süreç içinde iki ordunun ülkü açısından karşılaştırmasını yaptım, son 300 yıllık savaş süreçlerini ele aldım (tabi Suriye'nin 1946'da bağımsız olduğunu göz önüne alarak). Bu yazım sürecinde oluştuğun önemli soyutlamalar var. Bunlar arasında önemsediğim buraya da aktarmak istediğimi lir unsur bulunuyor.
Yukarıdaki ana yazıdan çıkardığınız sonuçların özeti olan listenize bu unsur eklemek istiyorum; Atatürk'ün "YURTTA SULH CİHANDA SULH" ülküsüyle kurumlaştırdığı, Osmanlıdan çıkış ve farklılaşma planı çerçevesinde yeniden düzenlediği cumhuriyet ordusundan geriye kalan savunma ordusu ülküsüdür. Böyle bir ülkü, yayılmacı ordulardan farklı bir düzenlemeyi getirir. Yeni Osmanlıcılıkla Erdoğan taifesinin oturtmaya çalıştığı, ama sizinde dediğiniz gibi ülkede hareket halinde olan 1500 PKK'liyle baş edemeyen bu ordunun yayılmacı olmaya hazır olmadığı gerçeğidir. Bu durumdaki ordulara kimliksiz ordular denir (Türk Ordusu kimliğini bu taifeyle birlikte kaybetti). Osmanlının Yeni Çerileri, kendi gelişim tarihlerine uygun oluştular, yayılmacı karakterleri böylesi bir evrimin doğal dengesi içinde oldu. Selçuklu yıkılmış, Moğol saldırıları her alanı kasıp kavurmuş ama oturmamış, Bizans şehir devleti olacak kadar daralıp gücünü yitirmiş işte öylesi bir boşlukta bir sınır aşireti imparatorluk kurmaya yönelirken, orduları da yayılmacı karakter kazanıyordu; yani kimlikliydi (beğensek de beğenmesek de).
Ancak bu günkü Türk ordusu Misak-ı Milliyi savunma ordusundan, yayılmacı orduya geçiş yaparken hiç bir tarihi, nesnel gelişme olmaksızın bunu denemeye zorlanıyor. Zorlayanlar ise belli Amerika dünya şer güçlerinin başı, yayılmacı emperyalist devlet. Bu durumda kimliksiz Türk ordusu olsa olsa işte bu kimlikli Amerikan emperyalizminin kuklası olarak işlev görebilirdi, bu işlev yayılmacılık da olsa ona bağımlıdır. Yani taşeronluktur. Türk halkının bağımsız iradesinin asla kabul etmeyeceği böylesi bir zorlama böylesi bir kimliksizliğin örtüsüdür. Buradan hareketle 6 maddede sıraladığınız nedenlere bir madde eklemeyi uygun gördüm, 7. Madde; ülküsüz kimliksiz ordular asla savaşamazlar, savaşırlarsa hezimet kaçınılmaz olur...
SURİYE'DE BÜYÜK TEMİZLİK
Mihrac Ural – 5 Temmuz 2012 / Perşembe
Suriye olaylarında İkinci perdeye geçildiğini belirledim; bunun İÇ KANAMA süreci olduğunu tespit ettim. Bu süreç dünya şer güçleri ve tetikçileri olan eli kanlı şebekelerle amansız bir vahşet olarak sahnelenip, yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu menfur amaçlara cevap vermekte gecikmeyen Suriye yönetimi, halkın bağımsız ve özgür iradesini temsil eden ordusu ve güvenlik güçleriyle vatanı yangın ve yıkım yerine götüren sürece son vermek üzere, büyük bir temizliğe başladı. Bu hamlenin belli bir kesitini sizlere aktaracağım.
Bu yazı bilgi dönüşümü diyebileceğim güzel tartışmalar yaptığımız Suriye’yle dayanışma… gruptaki yorumlarımdan biridir. (https://www.facebook.com/messages/#!/groups/suriyehalkiyladayanisma/). Suriye’de eli kanlı şebekelere ağır darbelerin indirildiği bir dönemdeyiz bunu anlatmaya çalıştım. Ama bu her şey değil dünya şer güçlerinin mali-askeri ve her türden lojistik desteğiyle özelikle Türkiye üzerinden Erdoğan’ın etkin yardımlarını görerek Suriye’de kanlı eylemler yapan şebekelerin bu aşamanın alameti farikası olan İÇ KANAMA hallerini derinleştirdiklerini söyleyeceğim. Çatışmalar henüz kritik kırılma noktasına geldi demeyeceğim. Bir süre daha kanlı haliyle sürecektir de diyebilirdim. Olayın içinden size taşıyacağım bilgiler, bu kaosu halkın sürece aktif katılımının sona erdireceğini belirteceğim bunun ne anlama geldiğini ise MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin mücadele alanlarını genişletmesiyle çok yakından ilgili olduğunu belirtmekle yetineceğim. Yorumumu birlikte okuyalım;
Büyük temizlik, Suriye’nin güneyinden kuzeyine, Türkiye sınırına doğru ilerliyor. Asimetrik savaş, bilindiği gibi düzenli ordularla düzensiz şebekelerin savaşı (içimden bu eli kanlı şebekelere gerilla demek gelmiyor).
Cib el Ahmar (Kızıl kuyu) virajını elinde tutmaya çalışan eli kanlı şebekeler, Ğab tarım alanlarını Alevi dağ doruklarına bağlayan yolu da tutacaklarını sandılar. Bu doğudan batıya, Hama kırsalından denize, sahile doğru giden yolları tutmak demekti. Yani Suriye yönetiminin en güçlü olduğu kitlelerin yaşam alanlarına sızıp orta yerde duran Haffi ilçesine saldırmak demekti. Bunu da denediler; askeri açıdan aptalca bir girişimdi. Hezimeti muhkem olan bu girişimin tek amacı, savaş baronlarının uşaklığını yaptığı Katar-Suudi-Erdoğan’dan oluşan şer üçgeninin talimatlarını yerine getirmekten ibaretti. Bu şer üçgenin derdi ise Lazkiye kırsalının tutuştuğu izlenimini ilah etmekten ibarettir; El JEZİRNE TV bu işareti alır almaz düzenli biçimde LAKİYE GÜNCESİ adı altında günlük programlara bile başlamıştı. Yayladağı ve Altınözü kırsalında çekilen görüntüleri derhal Lazkiye kırsalı olarak yayına giriyordu.
Haffi ilçesi saldırısının askeri hiçbir önemi ve değeri yoktu. Tüm çevresi olağan üstü hamasi yönetim yanlısı halkın yerleşim alanlarından oluşuyordu. Nitekim ordu sürece el koyunca halkın etkin katılımıyla hem ordu korundu hem de tüm patika yollar tutularak bu şebekeler agğır zayiat verildi. Türkiye sınırına doğru büyük kaçış böyle başladı. Dağınık halde, 500'ü Türkiye'deki kamplardan silahlarıyla gelmiş, bir o kadarı da baskı, zor, para karşılığı yada kimisi gönüllü olarak bu süreçte yer alanlar, hızla Cisir el Şuğur bölgesi kırsalına yani sınıra sıfır noktasına doğru kaymaya başladılar. Bunların yaklaşık 250’si Hatay'ın Yayladağı ilçesinin karşısına düşen KASTAL EL MAAF ve RABİ3A (ağırlıklı olarak Türkmen bölgesi) Suriye beldelerinin sınıra sıfır alanlarına yayıldılar.
Böylece eli kanlı şebekeler, SELKİN ilçesinden (Reyhanlı, Kırıkhan ilçelerinin karşısı), KESAB ilçesine (Yayladağı ilçesine) kadar uzanan şeritte sıkıştırılmaya başlandı. Bunlara destek olan önemli sayıda yatakçının da sürecin bir parçası olarak kovalandığını söylemek yanlış değildir. Sınıra 25-30 km uzaklıkta bir şerit içine itilen bu şebekeleri, Suriye ordusu toplu müdafaaya sürüklemektedir. Asimetrik savaşı tepe taklak ederek, onları kitleleştirip bellerini kırma taktiği izlediği gözlemlenmektedir.
Baştan beri süren bu taktik kimi insanlarda, ordu geç kalıyor izlenimi yaratsa da sonuçta eli kanlı şebekeler ciddi, ağır ve onarılması mümkün olmayan zayiat veriyorlar. Ayrıca bu ölçüde ağır kırılmanın yarattı korku ve depresyon şebeke topluluğunun bir alanda tutunma d eğilimlerini de yerle bir ediyor. Suriye ordusunun %5 lik bir gücünü bile kullanmadığı bilinen bir gerçek. Ayrıca olmasına rağmen, asimetrik savaşın kapılarını açmadı. Yani, düzensizlere karşı halkın oluşturacağı gerillalarla cevap vermeye yönelmedi. Bunu yapabilir ve kısa yoldan sonuç da alırdı. Ancak yönetim bu bir iç savaş, bu halkın birbirini kırması anlamına gelir diye bu eğilimi öne çıkarmadı. Zira böylesi bir adımda bu şebekelere yataklık yapan köyler, alanlar kesintisizce baskın üzerine baskın alacaktı. Bu ise halktan ciddi ölümlerin hatta katliamların gündeme gelmesine yol açacaktı. Suriye halkçı yönetimi karşıtı olan insanlara bile koruyucu davranmayı stratejik bir ilke edinmiştir., buna önemli dikkat etmektedir.
Bu süreçte MUKAVEME SURİYYİ güçleri, sınır sızmalarını önlemek ve Türkiye’ye güvenli alan diye sığınmak isteyenlerin peşinde vurucu bir güç olarak yer alıyor. Bu güç bir gerilla gücü olarak sadece sınırları tutma çabasındadır içte bir görev almamaktadır. Eski kaçakçı yollarının bir çoğunun mayınlanması ise bu şebekelere kaçış sansı bırakmıyor. Üçlü şer şebekesinin (KATAR-SUUDİ-ERDOĞAN) sinir sistemini bozuyor ve azgınlığını artırarak hatalarını yoğunlaştırıyor. Suriye başardıkça, bunlar hezimete uğruyor. Suriye’nin başarısıyla artan hezimet, zamanın da şer güçleri aleyhine gelişmesine yol açıyor. Üç seçim ardından, yeni parlamento ve yeni hükümetiyle, devletinin hiçbir kurumunda bir aksama olmadan işleyen sistem, eşine rastlanmayın ambargolara bitip tükenmeyen mali-askeri destekle kışkırtılan eli kanlı şebekelerin eylemlerine rağmen, halkı Suriye yönetimi sarsılmadan yoluna devam ediyor.
Suriye’de orman yangınlarıyla yüreğimin de yandığını ek olarak bu yazıma aktarıyorum. O güzelim binlerce yıllık ormanlar, o yeşil sarmaşıklar, saatlerce yürüseniz de gölgesinde kaldığınız çam ağaçları, Şuh ağaçları, sedir, meşe ağaçları, palamutlar yok oluyor.Bunların yeri yüzyıllar boyu zor dolar, ama vatanı yakanların bu ormanlığın yanışındaki temel rolünü unutmadan suçluyu açıkça ilan etmek gerek; Suçlu eli kanlı şebekeler ve onları kukla gibi kullanan, ülke topraklarını halkının iradesini çiğneyerek bu şebekelere sunan Erdoğan yönetimidir. Ve bu şer güçleri bunun hesabını tarihe de insanlığa da er ya da geç verecektir: Onları, bu akıbetten kurtaracak hiçbir güç yoktur…
EVVEL TEMMUZ FESTİVALİ
EVVEL TEMMUZ FESTİVALİ
ANADİLİM ve ALFABEM…
Mihrac Ural – 6 Temmuz 2012 / Cuma
Samandağ Evvel Temmuz festivali organize eden komiteye ya da komitelere kısa bir mesaj iletmek isterim. Zorlu bir başlangıçla yola çıktınız ve önemli bir başarı sağladınız. Bu hepimiz adına önemliydi. Arap halkı adına da bu alanda atılmış önemli bir adımdı. Ama dikkat çekici bir biçimde ve ilerleyen zaman içinde daha çok halkın kültürel karakterine bürünmesi gereken bu festivali TÜRKLEŞMİŞ-ARAP festivali haline dönüştürmeye başladınız; katılımcıların istisnasız tümüne büyük saygı ve sevgimle bunu dile getirmek isterim.
İki farklı komitenin, belki üç ya da şahsi duruşlarıyla farklılaşan yöneticileri hesaba kattığımızda bir çok sesin ve başın etkin olmaya çalıştığı bu festivalde, bize kadar ulaşan, dışa yansıyan duyulması ve tahammülü mümkün olmayan çekişmeleri bir yana koysak da, solun derin fraksiyonculuğuna mahkum akıl hükümlerinin olumsuz izlerini örtmek mümkün gibi görülmüyor. Bu durum bizlere üzüntü vermektedir, bilesiniz.
Bunların üzerinde burada durmak bana da uygun gelmiyor, ama bu festival halkımıza ait ise tarihi değerlerinin, uygarlık ve kimlik bilincinin bir boyutuna aittir demektir. Bu nedenle işaret etmek yanlış olmayacaktır. Festivali önemli kılan en gerçekçi veri de budur. Farklılığı temsil etmesidir, ayrı bir varlığın kendini bütün içinde, kolektif kimliğiyle temsil etme etkinliği olarak belirmesidir; bunda ısrarlı ve kararlı olmasıdır. Bu da bizleri eleştiride daha duyarlı olmaya götürüyor. Bu durumda sorgularımız gündeme geliyor.
SORUYORUM…
Sorularım çoktur. Ancak festivalin ruhunu yansıtması gereken sorularla yetineceğim. Bu tür festivallerin en önemli bölümü müzik olması nedeniyle de sorgularıma buradan başlayacağım.
Halkımızın anadili bu festivalin neresindedir? Hani bu halkın 70 yıldır yasaklı olan anadili? Hani afişlere yansıması gereken alfabesi? Hani, Arap asıllı kaliteli müzik sanatçıları? Hani Arapça skeç ve tiyatroları? Hani Türkiye Arapları arasında onlarca parlak müzik sanatçıları? Hani Arap panelistler? Hani dünyayı sarsan Suriye olayları üzerine konuşacak halkımızın ikinci yarısı olan Suriyeli aydınlar? Bunlar nerede söyleyebilir misiniz?
Samandağ Evvel Temmuz Festivali özellikle de seçmeci davrandığını hesaba katarak bu soruların cevabı olacak sanatçıları, panelistleri bu ülkede bulamadı mı? Yoksa arama gereği mi görmedi? Bana göre, bu hata ve eksiklikler, başarıda devamlılık algısının olmaması ve arama dinamiğinin eksikliği nedeniyle gündeme gelmiştir.
Bir iki örnek vereceğim, Türkiye’de Ümmü Gülsüm'ü yorumlayan, akademik, profesyonel, binlerce şarkı repertuarıyla kendine emek vermiş, Arap aleminin dev sanatçılarının bile koşarak eşlik ettiği dinleti müziğinin kalite sınırlarını zorlayan Arap kadın sanatçımız NEVAL MERCAN’I hatırlatacağım sizlere. Sayın NEVAL MERCAN’nın devrimci mücadele ve toplumsal siyasal etkinliklerdeki aktivitesi bir yana, bunu Mersin’in tüm ilerici siyasal güçleri iyi bilir, ama o bunun çok ötesinde, bir Arap kadın sanatçıdır, sesinin rengi-alanı, farklılığı, yorum gücü, binlerce şarkıdan oluşan repertuarı, Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve anadili olan Arapçayla şarkı söylemekte ulaştığı dorukları sizler de bilin, halkımız da bunu dinlesin diye hatırlatmak isterim.
Avrupa’nın her köşede bilinen TV programlarında hakkıyla, emekleriyle yer alan, büyük sanatçıların sesine özendiği Arapça repertuarı az olmayan Mehmet Ali Gündoğan gibi, yalnız bestekar Sanatçı değil, bilim adamı ve BM Royal club üyesi tarih, felsefe, teknoloji, uluslara arası siyaset, dini ve sosyolojik alanda futurist bir şahsiyeti hatırlatmak isterim. Neden festivalde yok diye sormak isterim.
Mesut Aslanyürek gibi, halkına sık sık seslenen, siyasi mesajlar vererek aydınlık saçan, müzik kadar siyasi mesajlarıyla kendi alanında doğruları arkasında dik yürüyen devrimci Arap sanatçıları hatırlatırım. Bu listeye eklenecek yüzlerce isim olduğunu ayrıca bilmenizi isterim.
Ya panelistler için ne diyeceğim. Binlerce Arap aydını sayabilirim. Özellikle bölgemiz sorunları üzerine konuşacak, olaylarını açıklayacak ve halkıyla buluşmak isteyecek bizden birileri az değildir, koşa koşa gelir bu görevi yerine getirirler. Üstelik hiçbir maliyeti olmadan, kimseden hiçbir misafirperverlik beklemeden.
Bu tür aydınlar, Arap Aleminin dorukları olan polemikçi, araştırmacılar, bilgi kaynakları kapsamlı ve tutarlı olanlar, festivale güç katacaklarını ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım. Türkiye kamuoyuna olduğu kadar festival katılımcılarına izleyici ve dinleyicilerine bilgi aktaracak olan bu aydınların, festivalin lokal karakterini bir üst düzlemlere taşıma dinamiği de oluştururlar. Bunlar arasında Maad Muhammed gibi, Türkiye’de yapılan panellere defalarca katılmış, mitinglerde, basın açıklaması etkinliklerinde yer almış gazeteci, araştırmacı-yazar aydınlar bulunmaktadır: Bu örnekleri tanıtabilirim.
Maad Muhammed, dünyanın en önemli TV kanallarında doğruları savunan, devrimci bir aydındır. Böylesi bir panelistin festivalde yer alışı zenginlik olurdu, güç ve moral olurdu. Bunun da ötesinde, festivalin konusu uluslararası alana taşınabilirdi. Daha da önemlisi, halkımızın ikinci yarısı Suriye halkına da taşınarak, hak ettiği mesajı ulaştırırdı.
Bu örnekleri çoğaltmak zor değil, sizler bunları bilmiyor olamazsınız? Ama anlaşılmayan ölçülerinizle, haklı eleştirileri ötelemeye kalkışırsanız bu sizin için kaçış yolu olmaz. Kendinizi aldatırsınız…
Evvel Temmuz festivali adının da taşıdığı kapsama sahip olması gerektiği kaygısıyla bunları dile getiriyorum. Bu gün, mitolojideki anlamıyla ilah Temmuz’a ait, verimlilik, hasat günü olduğu kadar, bu güne denk gelen onlarca tarihi olayla da ilgilidir; bunlardan biri de Antakya Prensliğinin ilan edildiği gün olmasıdır. Bu aynı zamanda o tarihte İsa’nın gökyüzüne çıkarıldığı Cuma el Azimi (büyük Cuma ya da kutsal Cuma günüdür). Demem o ki, bu bayram bu toprağın dili ve kimliğidir. Onu bu güne taşıyan da halkının gerçek yerli olmaları ve bunu dilleriyle taşımış olmalarıdır.
Ulus gibi tarihi kategoriler, siyasal hüküm gibi gelip geçici egemenlikler böylesi derin köklere sahip, bu toprakların uygarlıklar üzerine uygarlıklar ekleyerek günümüze gelmiş bayramlarıyla asla boy ölçüşemezler.
Dil ise bu kategorilerden çok daha kadim ve çok daha köklüdür. Uygarlığı da kuran, mitolojileri de oluşturup bu güne taşıyan dildir.
Bu coğrafyanın, bu toprakların, bu ilahların dünden bu güne taşınmasında rol oynayan dil Arapçadır; toprağın olduğu kadar gökyüzünün anadili de Arapçadır. Bu nedenle Evvel Temmuz festivalini orijinal diline kavuşturmak, tutsaklıktan kurtarmak gereklidir derim. Bunun yolu da Arap aydınları, Arap sanatçıları, Arap edebiyatçıları ve bu halkın davasına gönül vermiş Arap siyasi şahsiyetlerinin festivalde anadilleriyle yer almasından geçer.
Bu ölçülere dayanarak baktığımızda festivale hak ettiği ruhu verdiğiniz söylenebilir mi? Yoksa nasıl olsa başardık, “halkın önüne ne koyarsak yutar” mı diyorsunuz?…
Hemen söyleyeyim yanılıyorsunuz… Zorluklarınızın olduğuna, sponsor vb sorunlarınızın bulunduğuna, böylesi önemli bir organizasyonu yönetmenin karmaşık insan psikolojileriyle uğraşma zorluklarına dayanarak kendinizi savunabilirsiniz. Ama bu savunu geçerli değildir. Yönetici olmak en iyisini eleştiriler altında yapabilmektir. Yönetici olmanın ne demek olduğunu ben de çok iyi bilirim. Ama bu hiçbir zaman esasa ilişkin yükümlülüklerin mazereti olamaz…
Evvel Temmuz daha çok Antakya ve havalisinin kutladığı bir bayramdır. Böyle olmasının ayrıca bir anlamı var. Şehir kültüründe tutarlılığın bir ifadesi olan bu kutlamalar sonuçta halkın iradesine saygı göstermekle yükümlüdür. Hiç kimse bu festivalleri kendi akıllarına esir edemez. Bu festivalin ruhunu anadiliyle konuşan halk verecektir. Hiçbir yönetici ya da heyet bunu tekelinde uzun bir süre tutamaz. Bunu da yaşayarak birlikte gereceğiz.
Israrla tekrar ifade edeyim, festivale gelen hiçbir sanatçıyı küçümsediğim sanılmasın. Ferhat Tunç çok yakın dostum, büyük saygı duyduğum kararlı ve ilkeli bir sanatçıdır; dünyaca ünlü müzik ödüllerinin de sahibidir, böylesi sanatçıları kimse tartışamaz da. Selda’yı konuşmak bile abestir, o bir doruktur, kimsenin yürek göstermediği yerde bizi sesiyle büyüleyip, mitinglerimize, yürüyüşlerimize ruh verendir. Grup yorumu saygıyla anarım, onlar bizim çok özgün değerlerimiz, yüreklerimiz can yoldaşlarımızdır; onlar esasında bu festivalin en önemli örtüsüdür. Buna rağmen yeter mi diye soracağım?...
Bu festivalin adı EVVEL TEMMUZ öyle değil mi? Bu toprakların ilahlarına, bu toprakların hasadına, bu toprakların bereketine kültürüne ait bir festival değil mi? Bu festival Arapçanın kültürel doruklarıyla temsil edilmeden anlamı tecelli edebilir mi?
Bu bayramı her şeye rağmen sahiplenip bu günlere getiren halkın değerleridir. Peki bu halkın ana dili nedir? Arapça değil midir? Bu toprakların, bu coğrafyanın, bu gökyüzünün dili de bu değil midir? Siz hiç yeri süren eken diken bir köylünün başka dil kullandığını gördünüz mü? Siz gök yüzüne bakım dua eden hiçbir insanın başka bir dil kullandığın gördünüz mü? Dengeyle gelin beyler dengeye… Yaşam dengedir, sonsuz olan hareketin sürekli dengeye yönelmesidir… sizde doğadan ders alın, yol haritanızı ona göre çizin, yoksa bu doğa size yer bırakmaz…
Tüm dillere saygımız sonsuz, ama hükmü altında esir edildiğimiz dillerin karşısında, dev hacmiyle anadilimizin seslerini bu festivallerin kavs kuzahı (gök kuşağı) yapmak ona ruh vermektir, güç vermektir derim? Tercih sizin zire siz bu günün yöneticelerisiniz, yarının olup olmayacağınızın garantisi yoktur bizde beklemesini biliriz…
Bu halk, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlet hükmü altına alınmış olsa da bir değil mi? Bu nedenle Suriye olaylarıyla bire bir ilgili değimliyiz. Evvel Temmuz festivali bu duyarlılığı nasıl yansıtıyor bunu bize gösterebilir misiniz? Suriye olayları bu festivalin neresindedir… Türkiyeli panelist bunu izah etmeye yeterli mi? Suriyeli edebiyatçılar nerede, onlara neden bir fırsat tanımadınız?
Bunca siyaset konuşmacısı arasında, Arap halkının sesi neden yok? Bu nasıl bir gaftır, izah edebilir misiniz? Direnişiyle dünyayı sallayan, yeryüzünün tüm şer güçlerine meyden okuyan Suriye’deki halkımızın sesi nerede, sanatçıları nerede?
Hala geç değildir. Sırtınızdaki bu olumsuz yükü atabilirsiniz. Bölgenin zorlu koşulları göz önüne alınarak bu eksiklikleri gidermek için festival programında küçük ayarlamalar yapılabilir: Halkımız bunu içselleştirmekte zorlanmayacaktır: tersini anadiliyle ilgili olan her düzenlemeyi kucaklayacaktır. Bu önermelerimi önemsemeyen akıl halkı karşısında bulacaktır, bunu yaşayarak göreceğiz…
Kimse “ben yaptım oldu” demesin, böyle davrananlar yerden yere çalınır. Bu halkın değerlerini taşıyan onlarca festival oluyor, daha da iyileri olacak. Yükseliş ve düşüşlerin tarihsel serüvenlerini okuyup durduk hayatımız boyunca. Bu kural sizin içinde geçerlidir. Düşerek mahkum olmaktan kurtulamazsınız. Bunu size hatırlatırım da. Ama neden olsun.
________________________________________________
EVEL TEMMEZ YAZISI ÜZERİNE FARKLI GRUPLARDA YAYINLANAN MESAJLARI BU SAYFANIN OKURLARI İÇİN YAYINLIYORUM.
Kaliteyi gittikçe düsürüyorlar festivalin daha da gelistirilmesi lazımdı ..Evvel Temmuz adından da anlasılacağı gibi kültürel bi olay Kültürel sanatsal aktiviteler yoksa festivalin anlamı nerede kaldı!
Festival, genellikle yerel bir topluluk tarafından belirlenmiş ve geleneksel olmuş gün ve tarihlerde kutlanan, yapıldığı yörenin imgesi hâline gelmiş etkinlikler bütünüdür. Yörenin imgesini gösterecek kültürel aktiviteler yoksa o festival işlevsizdir!
Festival, genellikle yerel bir topluluk tarafından belirlenmiş ve geleneksel olmuş gün ve tarihlerde kutlanan, yapıldığı yörenin imgesi hâline gelmiş etkinlikler bütünüdür. Yörenin imgesini gösterecek kültürel aktiviteler yoksa o festival işlevsizdir!
Değerli Mihrac hocam; yerden göğe haklı biçimde kaleme almış olduğun bu konu, birkaç yıldır benim de kafamı kurcalıyordu lakin "sen de kimsin" denmesinden korktuğum için yarama tuz basarak sustum, başkaları görür ve dillendirir umuduyla bekledim ve yazıyı görünce büyük bir sevinç yaşadım. Bu yazıdan ve eleştiriden sonra, değerli yönetici ve organizetörlerin gerekli adımları atacaklarını ümit ederim. Çok açık ve net biçimde anlatacaklarını haklı olarak anlatmışsın ve bu çerçevede adımlar atılırsa, hatta bu festivali sadece bir yöreye mal etmeyip kollektif biçimde bütün bölgelere yayarlarsa bence çok iyi olur. Organize eden arkadaşlar bu yazıya kızmazlar inşallah. Bence tam aksine teşekkür etmeleri gerekir. Eğer bunun tersini yaparlarsa, işin içinde bir bit yeniği var demektir ve gereken adımlar başka tür atılmalıdır çünkü bu festival, senin de ifade ettiğin gibi halkın malıdır ve genişletilerek en iyi şekilde kutlanmalıdır.
Mesut bey kimse size ''sende kimsin'' diyemez festival halk festivaliyse toplumdan insanların fikir beyan etme hakları vardır ve organizatörler bunu hos karsılamalıdır. Organizasyonun nasıl yapıldığı ve ne tür mantık yürütüldüğünden emin değiliz biraz yönlendirme ve fikir alısverisiyle daha iyi sonuç alacağımıza eminim.. Organizatörlerinde elestirimizi yıkıcı değil yapıcı olarak algılayacaklarından da kuşkum yok aksi olursa şayet bunu da o zaman çözeriz..
Yeter ki fikrimizi beyan edelim susmayalım..
Yeter ki fikrimizi beyan edelim susmayalım..
Saygi deger Mihrac hocam herseyden önce bu duyarliligindan ve uyarindan dolayi ictenlikle seni kutluyorum degerli dost seninde acikca belirttigin gibi halkimizin tarihten gelen gelenek, görenek kültürü ne sartlar altinda olursa olsun hic kimsenin tekelinde olamaz olmamalida zaten. Bu festival o bölgede yasiyan bir toplumun tarihten gelen hakki olan bir kutlamasidir dolayisiyle sizinde belirttiginiz gibi cogulcu bilincli guruplarla ve kisilerle icerigini anlatarak ve anliyarak kutlanmasinda yarar olduguna ve olacagina inanan bir kisi olarak bütün arab aydinlarin arab sanatcilarin arab basin mensuplarinin ve duyarli ve bilincli tüm sahislarin panale konusmaci ve festivale davetli olarak katilmalari uygun ve yerinde bir davranis olur kanisindayim aksi taktirde birilerine hizmet etmis olmaktan baska bir deger kazanmis olmaz saygilarimla.
Sayin Mihrac bey kardesim, o kadar hakli, anlamli ve hakkaniyetli uyarida bulunmussunuz ki, takdire sayandir! Festival , genellikle geleneksel olmuş gün ve tarihlerde kutlanan etkinlikler bütünüdür. Yazinizda da degindiginiz gibi Evvel Temmuz Festivali ta M.Ö. Antakya`ya ait bir Festivaldir! Festival komitesinin sizin elestirilerinizi dikkate almasi bu cok vahim hatasini düzeltmesi ve bilhassa elestirdiginiz icin size tesekkürde etmesi icap eder! Verecekleri cevabi bekleyip daha sonra ayrica bir yorum yapacagimdan hic kimsenin kuskusu olmasin. Halkimizin sorunlariyla ve gelecegi icin ilgilendiginiz ve cok duyarli oldugunuz icin ben size cok cok tesekkür ederim, sagolun varolun, iyiki varsiniz sayin Kardesim!!! Son söz: Anadilimizi ve kültürümüzü bize ait Festivalimizde kutlamak, bize ait ve bizi ilgilendiren tüm sorunlarimizi dile getirmek ve tartisip halkimizi aydinlatmak vede cözüm üretmek bizlerin anamizdan emdigimiz süt kadar en dogal hakkimizdir ve Birlesmis Milletler sözlesmesinde de mevcuttur!!!
mihrac hocama yerden goye haklilik payi veriyorum.....Samandağ Kalkındırma Derneği Başkanı Adil Nural,,,ustlenmis bu yil gecen yilda kendileriydi sanirim ...samandagindaki siyasi yada etiketci insanlarin koltuk sevdasi egilimlerini bitmedikce bu festivallerin degisegini ummuyorum ...... siyasi konjoktor degisncege kadar yani demek istiyorumki bu dernek baskanlari yoneticiler genclere yerlerini vermedkce degismeycektir .. hep ayni tip festivaller devam edecektir kimse farkli bir festival havasi beklemesin hayal kirikligina ugrar ...samandagindaki dernegin biseyleri degistirmege calisacagini zannetmiyorum saygi ve sevgiyle kalin
hocam oyle can alici noktalara deginiyorsunuz ki dilimiz baglanip duruyor, siz yapici elestiri yapiyor ve u halk icin cirpiniyorsunuz, bunun altinda baska sey arayacak olanin alnini karsilarim.
Evvel temmuz festivalinde bölgemizdeki savaş gerçekliğini hatırlamak; hatırlatmak ve kirli savas provakasyonlarını, adam öldürmeleri (reel politikalar gereği !) komşu ülke halklarına kabus yaşatan onların yaşam hakkına kasteden , medeniyetler şehri Antakyayı da kaosa sürükleyen sözde mülteci kampları ve kirli emperyalist politikalar hakkında insanlarda farkındalık yaratmak için herkesi siyah vb. kıyafetlerin giyildiği sessiz protestolara davet ediyorum!!!!! Antakya Suriyede iç savaş çıkarmak için kullanılacak bir kan,vahşet ve paralı asker şehri terör yuvası değildir.
Ufuk Mubarek mihrac abi seni takdir ediyorum
MİHRAÇ URAL'IN EVVEL TEMMUZ FESTİVALİ ELEŞTİRİLERİ ÜZERİNE
Değerli dostlar,
Mihraç Ural düşünceleriyle, yazılarıyla ve duruşuyla saygı duyduğum bir insan. Birçok konudaki yazılarını ve makalelerini dikkatle takip ediyorum ve okuyorum. Birçok konuda özgün fikirleri ile bana zaman zaman ilham kaynağı dahi olmaktadır.
Son yazısı "Samandağ Evvel Temmuz Festivali"nde eksik gördükleri üzerineydi.
Mihr...aç bey çarpıcı bir biçimde özetle "Bunca siyaset konuşmacısı arasında, Arap halkının sesi neden yok? Bu nasıl bir gaftır, izah edebilir misiniz? Direnişiyle dünyayı sallayan, yeryüzünün tüm şer güçlerine meyden okuyan Suriye’deki halkımızın sesi nerede, sanatçıları nerede? " eleştirisinde bulunmuş.
Mihr...aç bey çarpıcı bir biçimde özetle "Bunca siyaset konuşmacısı arasında, Arap halkının sesi neden yok? Bu nasıl bir gaftır, izah edebilir misiniz? Direnişiyle dünyayı sallayan, yeryüzünün tüm şer güçlerine meyden okuyan Suriye’deki halkımızın sesi nerede, sanatçıları nerede? " eleştirisinde bulunmuş.
Bu konuda festivalde bu güne kadar emek veren, sürekliliğini sağlayan ve bu konuda maddi - manevi yükün büyük bir bölümü üzerlerinde olan gönüllü Samandağ'lı sivil toplum örgütleri ve değerli temsilcilerinin hakkını yememekle onlara derin sevgi ve saygılarımızı sunmakla birlikte bu eleştirilere kulak verilmesinin faydalı olacağı ve belkide Festivalimizin eksik kalan önemli bir yönünün tamamlanması konusunda katkısı olacvağı kanaatindeyim.
Bu konuda atılabilecek adımlar için henüz geç kalınmamıştır. Planlanan organizasyonlara bu anlamda eksiği tamamlayacak sanatçı ve düşünürlerimiz, Suriye'li aydınların katılımı sağlanabilir.
Türkiye'nin ve Suriye'nin buna ihtiyacı var.... :)
Sevgilerle....Devamını Gör
Hariçten gazel okumak istemem ama mantıken festival Arapça (da) kutlanmalı ve sınır gözetilmeksizin tüm Arap Alevîler festivalde kucaklaşabilmelidir. Arapça DA diyorum çünkü benim gibi Arapça cahillerinin de "Kürt sorunu" nöbeti geçirmekten... bıkıp eninde sonunda bu ülkedeki Arap Alevîleri ve diğer etnik grupları farkedeceğini, onların değerlerini anlamaya çalışacağını ümit ediyorum. Allah büyük. Yani bizim de birşeyler anlayabilmemiz için altyazı olsa iyi olur :)Devamını Gör
Değerli Dostum Hakkı Alacakaptan, ince zekanızla olayın ruhunu kavradığınızı bir kez daha teslim edeceğim. Sizi de beni de okuyan izleyenler farkında mı bilmem ama şunu söyleyeceğim, bu ülke birimizin değil hepimizin ve bunu birbirimize sık... sık kanıtlamakla yükümlüyüz. Bunu kendi yaşam alanımızdaki etkinliklerde er ya da geç tüm incelikleriyle oturtacağız. Yapılan etkinliklere de (Festival gibi, açılış, yürüyüş miting, kuruluş vb) yeni yol haritası çizeceğiz. Bunun ruhunu da ülke genelinde eşit kurucular olarak hepimizin özgün kimlik haklarını yasa, kurum ve kuruluşlarla güvenceye alarak ifade edeceğiz. Bu konuda öngörülü olduğunuz için teşekkür ederim. İşte sık sık vurguladığım Türk aydın türü budur, geleceği birlikte kuracaksak bu ayarda aydınlara ihtiyacımız var; yoksa herkes kendini yeni Sevr anlaşmalarına hazırlasın ve kimse kimseyi suçlamasın... Teşekkür ederim..
YORUMLARA DEVAM…
Mihrac Bey'in yazısını dikkatlice okudum ve yazısındaki eleştirilerini oldukça yerinde ve samimi görmekle birlikte, beklentilerini umutla algılayamadığımı ifade etmek isterim... Yıllardır bu halkın kendi değerlerini öne çıkarıp kendi devrim...ci bilincini yaratmak yerine bu halka uzun yıllardır hep başka kültürlerin değerleri ya da mücadeleleri üzerinden ulaşmaya çalışmanın bir ürünü olarak görüyorum bu tabloyu... Kim olursa olsun toplumun öncüsü iddiasında olan herhangi bir yapılanma, kendi halkının heyecanından, gündeminden böyle uzak olduğu sürece böylesi festivaller köye şenlik geldi gittik izledik modundan öteye gitmeyecektir... Bu da birilerine yetiyor sanırım... Tıpkı Mihrac Bey'in dediği gibi ''nasıl olsa başardık ; bu halkın önüne ne koyarsak yutar'' hikayesi... Bu toplumun, bu coğrafyada oynanan oyunda olmaması gerektiği yerde duran toplulukların fikrinden çok dilinin alışık olduğu tatlara ihtiyacı var... En basitinden bu coğrafyanın bağrından çıkmış bir ''Mısğud bıl ısğud'' ( http://www.youtube.com/watch?v=4xe_WofW44c ) ruhunun bu festivalde kendi milletvekili arkadaşları Diyarbakır'da allah'u v ekber sloganları arasında Suriye karşıtı eylemlerde boy gösterirken ( http://www.nasname.com/tr/10621.html ) sesini çıkaramayan katılımcılardan daha sağlam bir etki bırakacağı aşikardır...
Bottom of Form 1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)