27 Şubat 2009 Cuma
"silahlara veda" mümkün mü?
Kürt sorununda çatışmalı sürecin bittiğine işaret eden bir döneme giriliyor.
Sorunun muhatapları bugün her zamankinden daha mümkün görünen ‘silahlara veda’ dönemi için, fikirlerini, önerilerini çeşitli kanallardan açıklamaya başladılar.
Bu siyasi konjonktür, küresel koşullarla da uyum gösteriyor.
Obama açıkça ilan etti ki, dünyada ‘korku siyaseti’ bitecek.
Obama çok haklı. Filistin-İsrail çatışması ve çözüm bekleyen Kürt sorunu, Ortadoğu’da, yıllardır bu korku siyasetinin üretildiği temel alanlardı.
ABD ordusu bir iki yıl içinde Irak’tan çekilecek.
Ne Şiilerin ne de Sünni Arapların federal bir siyasi statü talepleri yok.
Ama ülkenin kuzeyinde yer alan Kürdistan’ın yeni siyasi statüsünü de anlayışla karşılıyorlar.
Kürtler ise, kendilerini Irak devletinin asli unsuru olarak görüyor ve Irak devletinin birliğine bağlılık içinde hareket ediyor.
Bu siyasi gelişmelerin, Türkiye’de artık sürdürülemeyeceği açıkça belli olan bir iç çatışmanın taraflarını yeni arayışlara itmesi çok doğal.
Süreci etkileyecek başka olumlu gelişmeler söz konusu.
Yeni bir Kürt Konferansı’ndan söz ediliyor. (Kanaatimce ulusal çapta ve karakterde.)
Öte yandan, Abant Platformu’nun Erbil’de yaptığı toplantı ve bu toplantıda sürdürülen tartışmalara birçok açıdan yaklaşmak mümkün. Kuşkusuz bazı katılımcıların yazdığı gibi, Abant grubunun Erbil toplantısı, bir ‘Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden ibaret değildi.
Hatırlardadır, Rojbin Togan geçen yıl Abant’ta Kürt sorununda yaşanan acılar bağlamında bir vicdan muhasebesi yapmamıza yol açacak konuşmasıyla gündeme damgasını vurmuştu. Erbil’de de yine bir Kürt kadını, şair ve yazar Bejan Matur’un; Rojbin’in belki de bıraktığı yerden devam ederek, Kürt sorununda vicdan ve akıl üstünden bir yüzleşme perspektifi sunduğu yazılıp söyleniyor. Ama Erbil toplantısı sadece bu değil kanımca.
Bu toplantı asıl olarak Kürdistan; Türkiyeli aydınlar tarafından yeniden keşfedilirken, adı Kürdistan olan bu coğrafyanın yerli halkıyla kardeşlik ilan edip, bu yerli halkın akrabaları olan Türkiye’deki Kürtlere ‘düşmanlık’ yapmanın demeyeyim ama, en azından siyasi varlıklarını görmezlikten gelmenin, artık mümkün olmadığını, dahası birkaç yıl önce düşünüldüğü gibi Kürdistan halkıyla bir olup, ‘kendi Kürtlerimizi’ dövmenin de artık ayıp kaçacağını göstermiş olması bakımından da kıymetli.
Ve ‘arka bahçenin Kürtlerine evet’, ‘bizim Kürtlere’ hayır diyen bir siyasetin sürdürülemeyeceği de, toplantının aldığı olumlu-olumsuz tepkiden açıkça belli oldu.
Bunu görmek belki de, adını şimdiden ‘silahsızlandırma konferansı’ olarak dillendirilen ve Kürt siyasi partilerini, aydınlarını biraraya getirecek muhtemel bir konferansın başarı ve başarısızlık sınırının nerede başlayıp nerede bitebileceğini anlamak bakımından da önemlidir.
Kürtlerin ulusal psikolojilerinin bugün yegâne önemli verisini, süreçten dışlanma endişesi ve korkusu oluşturuyor.
Bu bakımdan, Kürtlere gerektiği kadar ve devletin aklının erdiğince hak vermenin, ama bu hakları kabul edilebilir hale getiren mücadeleyi ve emeği görmezlikten gelmenin yeni acılara gebe ve çok sorunlu bir politika olacağı açıktır.
DTP, Öcalan ve PKK bu ulusal kaygıların temel taşıyıcısı konumundalar. Yani süreçten dışlanmak istemiyor ve bu sürecin aktörleri olarak görülmek ve kabul edilmek istiyorlar.
Yeni bir dönemin başlamakta olduğunun herkes farkında.
Öcalan, avukatları aracılığıyla üç aşamalı bir plan önerdi:
Karşılıklı ve kalıcı bir ateşkes süreci, yeni bir anayasa yapılması ve hakikat komisyonu kurulması.
Öcalan ve PKK üstüne konuşmak her zaman zor olmuştur. Tabular, ideolojik sebepler, siyasi kaygılar ve hukuki engeller bu zorluğun belli başlı noktaları.
Ne var ki, Öcalan, PKK içindeki siyasi ağırlığını ve liderliğini bugün de koruyor
Öcalan’ın rolü sadece PKK bağlamında değil, PKK’yi destekleyen ve belli bir ihtiyat payıyla olumlayan halk arasında da hatırı sayılır ölçülerde bir realite.
PKK Kürt sorununun var ettiği bir hareket, ama Türkiye bu hareketle yüzleşmeyi ve bu yüzleşmeden sağlıklı sonuçlar çıkarmayı istemedi. İşin siyasi yanı bir tarafa, PKK’yi, hâlâ Batılı akademisyenler çalışıyor. İsmet İmset PKK üstüne gerçekçi bir kitap yazdı ve iş orada durdu. Bu kitaptan sonra Aliza Marcus’un yeni kitabı, PKK hakkında yazılmış en önemli kitap. Onu da yazmak, Türkiyeli bir gazeteciye değil, Aliza Marcus’a kısmet oldu işte.
Kürt sorununun tarihsel mahiyeti, modern milliyetçi hareketler ve Ortadoğu jeopolitiğindeki yeri bakımından ortaya konmuş akademik merak, Türkiye’de İsmail Beşikçi’yle 70’li yıllarda başlıyor 90’lı yıllarda duruyor. İkinci bir Beşikçi yok bu ülkede ve Beşikçi’nin Kürtlere ve Kürt sorununa duyduğu bu merakın ona neye mal olduğu ise ortada.
İhsan Dağı Zaman gazetesinde güzel bir yazı yazarak, ‘biraz da biz Kürtleşelim’ mevzuuna önemli bir katkı sundu. Bana bu konuyu yeniden düşündüren Dağı’nın makalesi oldu. ‘Biraz da biz Kürtleşelim’ meselesi, kanımca ciddi bir yüzleşmeden geçiyordu. Tanımadığımız, bilmediğimiz, ama devletin referanslarıyla güneş-dil teorisi gibi rezaletlerle düşman edildiğimiz bir toplumu ve onun dilini nasıl merak edip nasıl konuşacaktık ki! Önce gerçeğe ihtiyacımız vardı ve inanın bu gerçeği İsmail Beşikçi ayarında merak eden akademisyenlerimiz olsaydı, bugün Türk veya başka bir etnisiteden olup ta Kürtçe bilen ve konuşan bilim insanlarımız da, yurttaşlarımız da fazlasıyla olurdu. Böyle bir şey inkâr ve yok sayma sürecinin anlamsızlığını tartışan bir Türkiye tablosu da çıkarırdı ortaya ve bu mesele öyle elde silah dağlara filan taşınmazdı.
Konuyu dağıttım, amacım aslında bunları yazmak hiç değildi. PKK’nin silahsızlandırılması ve kalıcı bir barış konusunda ortaya çıkan gelişmeleri yazmak istiyordum. Kaldığım yerden ve şöyle devam edeyim: Türkiye ve bazı bölgesel aktörler için Kürt sorunu ve PKK hâlâ ayrı sorunlar olarak görülüyor. Oysa PKK’yi destekleyen ve desteklemeyen Kürtler açısından, PKK, Kürt sorunundan ayrı bir sorun gibi durmuyor. Bu kesim, ‘Kürt sorunu PKK’siz çözülemez’ gibi güçlü bir kanaate sahip.
Dolayısıyla bu kesimin gündeminde silahsızlandırma sadece afla alakalı bir gündemi içermiyor. Bu gündem, dolaysız olarak Kürt sorununun demokratik ve siyasi çözümü demek. Çünkü affedilmesi düşünülen insanlar, ilan edilmiş bir siyasi program için ve her şeyden önce kendi topraklarında yıllardır süren silahlı bir mücadele yürütüyor.
Şimdi günümüze bakalım. Ateşkes fiili olarak var.
Yeni anayasa için Başbakan nisan ayına işaret etti.
Hakikat Komisyonu için en uygun dönem.
Türkiye Kürtlerle barışmaya her zamankinden daha yakın. Aman dikkat, bu fırsatı kaçırmayalım!
Sorunun muhatapları bugün her zamankinden daha mümkün görünen ‘silahlara veda’ dönemi için, fikirlerini, önerilerini çeşitli kanallardan açıklamaya başladılar.
Bu siyasi konjonktür, küresel koşullarla da uyum gösteriyor.
Obama açıkça ilan etti ki, dünyada ‘korku siyaseti’ bitecek.
Obama çok haklı. Filistin-İsrail çatışması ve çözüm bekleyen Kürt sorunu, Ortadoğu’da, yıllardır bu korku siyasetinin üretildiği temel alanlardı.
ABD ordusu bir iki yıl içinde Irak’tan çekilecek.
Ne Şiilerin ne de Sünni Arapların federal bir siyasi statü talepleri yok.
Ama ülkenin kuzeyinde yer alan Kürdistan’ın yeni siyasi statüsünü de anlayışla karşılıyorlar.
Kürtler ise, kendilerini Irak devletinin asli unsuru olarak görüyor ve Irak devletinin birliğine bağlılık içinde hareket ediyor.
Bu siyasi gelişmelerin, Türkiye’de artık sürdürülemeyeceği açıkça belli olan bir iç çatışmanın taraflarını yeni arayışlara itmesi çok doğal.
Süreci etkileyecek başka olumlu gelişmeler söz konusu.
Yeni bir Kürt Konferansı’ndan söz ediliyor. (Kanaatimce ulusal çapta ve karakterde.)
Öte yandan, Abant Platformu’nun Erbil’de yaptığı toplantı ve bu toplantıda sürdürülen tartışmalara birçok açıdan yaklaşmak mümkün. Kuşkusuz bazı katılımcıların yazdığı gibi, Abant grubunun Erbil toplantısı, bir ‘Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden ibaret değildi.
Hatırlardadır, Rojbin Togan geçen yıl Abant’ta Kürt sorununda yaşanan acılar bağlamında bir vicdan muhasebesi yapmamıza yol açacak konuşmasıyla gündeme damgasını vurmuştu. Erbil’de de yine bir Kürt kadını, şair ve yazar Bejan Matur’un; Rojbin’in belki de bıraktığı yerden devam ederek, Kürt sorununda vicdan ve akıl üstünden bir yüzleşme perspektifi sunduğu yazılıp söyleniyor. Ama Erbil toplantısı sadece bu değil kanımca.
Bu toplantı asıl olarak Kürdistan; Türkiyeli aydınlar tarafından yeniden keşfedilirken, adı Kürdistan olan bu coğrafyanın yerli halkıyla kardeşlik ilan edip, bu yerli halkın akrabaları olan Türkiye’deki Kürtlere ‘düşmanlık’ yapmanın demeyeyim ama, en azından siyasi varlıklarını görmezlikten gelmenin, artık mümkün olmadığını, dahası birkaç yıl önce düşünüldüğü gibi Kürdistan halkıyla bir olup, ‘kendi Kürtlerimizi’ dövmenin de artık ayıp kaçacağını göstermiş olması bakımından da kıymetli.
Ve ‘arka bahçenin Kürtlerine evet’, ‘bizim Kürtlere’ hayır diyen bir siyasetin sürdürülemeyeceği de, toplantının aldığı olumlu-olumsuz tepkiden açıkça belli oldu.
Bunu görmek belki de, adını şimdiden ‘silahsızlandırma konferansı’ olarak dillendirilen ve Kürt siyasi partilerini, aydınlarını biraraya getirecek muhtemel bir konferansın başarı ve başarısızlık sınırının nerede başlayıp nerede bitebileceğini anlamak bakımından da önemlidir.
Kürtlerin ulusal psikolojilerinin bugün yegâne önemli verisini, süreçten dışlanma endişesi ve korkusu oluşturuyor.
Bu bakımdan, Kürtlere gerektiği kadar ve devletin aklının erdiğince hak vermenin, ama bu hakları kabul edilebilir hale getiren mücadeleyi ve emeği görmezlikten gelmenin yeni acılara gebe ve çok sorunlu bir politika olacağı açıktır.
DTP, Öcalan ve PKK bu ulusal kaygıların temel taşıyıcısı konumundalar. Yani süreçten dışlanmak istemiyor ve bu sürecin aktörleri olarak görülmek ve kabul edilmek istiyorlar.
Yeni bir dönemin başlamakta olduğunun herkes farkında.
Öcalan, avukatları aracılığıyla üç aşamalı bir plan önerdi:
Karşılıklı ve kalıcı bir ateşkes süreci, yeni bir anayasa yapılması ve hakikat komisyonu kurulması.
Öcalan ve PKK üstüne konuşmak her zaman zor olmuştur. Tabular, ideolojik sebepler, siyasi kaygılar ve hukuki engeller bu zorluğun belli başlı noktaları.
Ne var ki, Öcalan, PKK içindeki siyasi ağırlığını ve liderliğini bugün de koruyor
Öcalan’ın rolü sadece PKK bağlamında değil, PKK’yi destekleyen ve belli bir ihtiyat payıyla olumlayan halk arasında da hatırı sayılır ölçülerde bir realite.
PKK Kürt sorununun var ettiği bir hareket, ama Türkiye bu hareketle yüzleşmeyi ve bu yüzleşmeden sağlıklı sonuçlar çıkarmayı istemedi. İşin siyasi yanı bir tarafa, PKK’yi, hâlâ Batılı akademisyenler çalışıyor. İsmet İmset PKK üstüne gerçekçi bir kitap yazdı ve iş orada durdu. Bu kitaptan sonra Aliza Marcus’un yeni kitabı, PKK hakkında yazılmış en önemli kitap. Onu da yazmak, Türkiyeli bir gazeteciye değil, Aliza Marcus’a kısmet oldu işte.
Kürt sorununun tarihsel mahiyeti, modern milliyetçi hareketler ve Ortadoğu jeopolitiğindeki yeri bakımından ortaya konmuş akademik merak, Türkiye’de İsmail Beşikçi’yle 70’li yıllarda başlıyor 90’lı yıllarda duruyor. İkinci bir Beşikçi yok bu ülkede ve Beşikçi’nin Kürtlere ve Kürt sorununa duyduğu bu merakın ona neye mal olduğu ise ortada.
İhsan Dağı Zaman gazetesinde güzel bir yazı yazarak, ‘biraz da biz Kürtleşelim’ mevzuuna önemli bir katkı sundu. Bana bu konuyu yeniden düşündüren Dağı’nın makalesi oldu. ‘Biraz da biz Kürtleşelim’ meselesi, kanımca ciddi bir yüzleşmeden geçiyordu. Tanımadığımız, bilmediğimiz, ama devletin referanslarıyla güneş-dil teorisi gibi rezaletlerle düşman edildiğimiz bir toplumu ve onun dilini nasıl merak edip nasıl konuşacaktık ki! Önce gerçeğe ihtiyacımız vardı ve inanın bu gerçeği İsmail Beşikçi ayarında merak eden akademisyenlerimiz olsaydı, bugün Türk veya başka bir etnisiteden olup ta Kürtçe bilen ve konuşan bilim insanlarımız da, yurttaşlarımız da fazlasıyla olurdu. Böyle bir şey inkâr ve yok sayma sürecinin anlamsızlığını tartışan bir Türkiye tablosu da çıkarırdı ortaya ve bu mesele öyle elde silah dağlara filan taşınmazdı.
Konuyu dağıttım, amacım aslında bunları yazmak hiç değildi. PKK’nin silahsızlandırılması ve kalıcı bir barış konusunda ortaya çıkan gelişmeleri yazmak istiyordum. Kaldığım yerden ve şöyle devam edeyim: Türkiye ve bazı bölgesel aktörler için Kürt sorunu ve PKK hâlâ ayrı sorunlar olarak görülüyor. Oysa PKK’yi destekleyen ve desteklemeyen Kürtler açısından, PKK, Kürt sorunundan ayrı bir sorun gibi durmuyor. Bu kesim, ‘Kürt sorunu PKK’siz çözülemez’ gibi güçlü bir kanaate sahip.
Dolayısıyla bu kesimin gündeminde silahsızlandırma sadece afla alakalı bir gündemi içermiyor. Bu gündem, dolaysız olarak Kürt sorununun demokratik ve siyasi çözümü demek. Çünkü affedilmesi düşünülen insanlar, ilan edilmiş bir siyasi program için ve her şeyden önce kendi topraklarında yıllardır süren silahlı bir mücadele yürütüyor.
Şimdi günümüze bakalım. Ateşkes fiili olarak var.
Yeni anayasa için Başbakan nisan ayına işaret etti.
Hakikat Komisyonu için en uygun dönem.
Türkiye Kürtlerle barışmaya her zamankinden daha yakın. Aman dikkat, bu fırsatı kaçırmayalım!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder