2 Şubat 2009 Pazartesi
FİLİSTİN'LE DAYANIŞMA YOLCULUĞUNDAN İZLENİMLER
Mehmet GÜZEL
2 Şubat 2009
İnsanlığın katledildiği yerin adıdır Gazze. Bütün dünyanın gözleri önünde vahşetin doruk noktasına ulaştığı yerdir. İnsan eliyle, insanlığın en dip noktaya batırıldığı yerin adıdır. İnsanlık tarihinin nadiren tanık olduğu boyutlardaki çılgınlıktır orada yaşanan.
İnsanlık adına ne varsa, tüm değerlerin ayaklar altına alındığı bu zulüm karşısında söz geçerliliğini yitirmiştir artık. İnsanların insani değerlerini dumura uğratan, sinir sistemini felç eden, cinnet haline sokan bir soykırımdı uygulanan.
Dünyanın iktidar sahipleri göstermelik tepkilerle geçiştirirken, o iktidarların yönetimindeki halklar insanlık değerlerinin itimi ile ayaktaydılar. Orada saldırıya uğrayanlar sadece Filistinliler değildi. Onların nezdinde insanlığın tümü saldırıya maruzdu. Dolayısıyla o değerleri hissedenler bir şekilde tepki duyuyor ve tepkilerini ortaya koyuyorlardı.
Türkiye Edebiyatçılar Derneği, PEN İstanbul Merkezi ve Türkiye Yazarlar Sendikası Filistinlilerle dayanışma amacıyla bir yolculuk organize ettiler. Bu yolculuk organizasyonuna Adana İHD, Adana Tabipler Odası, Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği, Antakya Toplumsal Özgürlük Platformu, Eğitim-Sen, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Sosyalist Emek Hareketi de destek verdiler. İstanbul, Adana, Mersin, Antakya ve Antep’ten yazar, şair, gazeteci, araştırmacı aydınlardan oluşan 28 kişiyle 21 Ocak 2009’da yolculuğa çıkıldı.
Ertesi gün Şam’a vardığımızda ilk olarak Arap Yazarlar Birliği’ne geçtik. Birçok Arap yazarla birlikte Başkan Dr. Hüseyin CUMA tarafından karşılandık.
Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin CUMA: “BM’nin Adaletsizliğine Karşı Dava Açın!” Başkan Dr. Hüseyin CUMA;
Türkiye’deki aydın yazar ve edebiyatçı dostlarla geliştirmiş oldukları yakın ilişkiden son derece memnun olduğunu, bu dostluğun daha ileri boyuta geliştirilmesi ve kalıcılaştırılması gerektiğini ifade etti. Cuma, aydın sorumluluğuna değinerek aydınların, dünyada yaşanan olumsuzlukları, haksızlıkları ve adaletsizlikleri birçok yolla teşhir etmeleri ve bunlar karşısında tutum almaları gerektiğini ifade ederek “Filistinlilerin uğradıkları vahşeti bütün dünyaya anlatmak sizin sorumluluğunuzdur” dedi. Cuma; “Gazze saldırısının eşsiz bir vahşet olduğunu, Siyonist tehlikenin Filistinlilere olduğu kadar tüm dünyaya yönelik bir tehdit olduğunu” söyledi. “İsrail’in ‘demokrasi’ maskesi takmış olduğunu” ifade eden Cuma siyonizmin uygulamalarının, kendisinin gerçek yüzünü ortaya koyduğunu anlatarak “siyonizmin demokrasi maskesini açığa çıkartın” talebinde bulundu.
“Göreceğimiz Kuneytra şehri enkazının Siyonistlerin eseri olduğunu, bu eserde onların niteliklerini de görebileceğimizi, bu enkazla aslında Gazze’de yaşananları da görmüş olacağımızı, siyonizmin vahşi tutumlarına karşı BM’nin adaletsiz tutumlar takındığını”
anlatan Dr. Hüseyin Cuma, “BM’nin adaletsiz tutumlarına karşı aydınlar olarak dava açmanızı öneriyoruz” talebinde bulundu.
Ardından Türkiyeli heyet adına Türkiye Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan heyette yer alan kurumları tanıtarak başladığı konuşmasında “Ortadoğu’daki bütün sorunların temelinde Filistin sorununun yattığını, İsrail’in Golan ve Filistin’de işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe sorunların bitmesinin mümkün olmadığını” ifade etti. “Türkiye ile Suriye devletleri arasında yaşanan yakınlaşmadan memnun olduklarını” ifade eden Cengizhan “ iki ülke arasındaki bu yakınlaşmadan aydın, yazarlar ve edebiyatçılar olarak yararlanmak, iki devlet arasında köprü olmak istiyoruz” dedi. Cengizhan; “ Türkiye halkının Filistin’in haklı davasının yanında, İsrail’in vahşi saldırılarının karşısında olduğunu, bunu, etkin protesto eylemleriyle ortaya koyduğunu, bu ziyaretin de dayanışmanın somut ifadesi olduğunu” belirtti.
İSRAİL’İN YÜZÜ; ENKAZ KUNEYTRA
Arap Yazarlar Birliği ziyaretinden sonra Kuneytra’ya doğru yola çıktık. Kuneytra Şam’ın yaklaşık 100 km güneyinde, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarının bitişiğinde, Tebariyye gölünün kıyısında bir kent. 1967’de İsrail işgali altına girmiş, 6 yıl sonra 1973’te geri alınmış. Ancak İsrail Kuneytra’dan çekilirken kenti bir bütün olarak yerle bir etmiş. Suriye bu kentin harabelerini, İsrail’in zorbalığının göstergesi olarak açıkhava müzesi olarak korumuş. Hemen yakınında yeni Kuneytra şehrini kurmuş.
Bu önbilgilerle Kuneytra’nın sınırına vardığımızda eskortlar tarafından karşılandık. 2 eskortla Kuneytra Valiliği’ne geldik. Vali ve diğer yetkililer tarafından kapıda karşılandık. Kuneytra Valisi Dr. Riyad Hicab, bu ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade ettikten sonra; kentle ve İsrail’in işgali dönemindeki uygulamalarla ilgili bilgiler verdi. 1967’de Kuneytra’nın nüfusu 153.000 idi. Çevre köyler ve yerleşim yerleriyle birlikte toplam nüfusu 510.000 idi. İsrail çevrede 240 köyü yıkmış ve halkını göç ettirmiş. Bugün itibariyle Kuneytra’nın nüfusu 100.000’dir. Ayrıca İsrail Golan’da Yahudilere ait eserler bulmak umuduyla 211 yerde arkeolojik kazılar yapmış ve hiçbir eser bulamamıştır. Bunun ardından Uluslar arası araştırmacılar Kasım 2008’de bölgede araştırmalar yapmış ve Yahudi tarihine ait bir şey bulunamadığını onaylamışlardır.
Bu bilgilerle kenti geziyoruz: Sokaklar, caddeler yerli yerinde. Bunların kenarlarındaki binalar ise yerle bir. Sağlam hiçbir yapı bırakılmamış. İlerlediğimiz yollar boyunca sağlı sollu tüm yapılar yıkılmış. Bize eşlik eden kılavuz; binaların, İsrail çekilmeden kısa süre önce kimilerini dinamitleyerek, kimilerini ise dozerlerle yıktığını ifade ediyor. Ve Golan Hastanesi’ne geliyoruz. Daha doğrusu, hastane kalıntılarına… Eskiden burası 400 yataklı bir hastaneyken şimdi bir harabe. Bu hastanenin çok sağlam, taştan duvarları burada çok şiddetli çatışmaların yaşandığını anlatıyor. Duvarlar dile gelmiş konuşuyor. Mermilerin etkisiyle dış duvarların tüm sıvaları dökülmüş. İnsan derisinin dökülüp iskeletinin ortaya çıkması gibi bir hal bırakıyor bizde. Her tarafı harap olmasına rağmen kolonları üzerinde duran birkaç binadan biridir bu. İç duvarları savaşın yıkıcılığının ibret tablosu gibi. İrili ufaklı on binlerce mermi izi duruyor. Demir borularda, mermerlerde, kolonlarda, duvarlarda bir eleğin delikleri gibi mermi izleri… Bölgedeki en şiddetli, en amansız çatışmanın burada yaşandığını anlatıyor. İnsanlara bin bir çare olmak amacıyla kurulan bu binada savaşta kim bilir kaç insan öldürülmüş. Binaya sıkılan her kurşunun “İsrail’in yüzünde” yaşama nasıl kurşun sıkıldığını görürüz. Binayı İsrail, elinde bulundurduğu süre içinde askeri eğitim yeri olarak da kullanmış. Hastaneden ayrılıp yıkık Kuneytra’nın Sokak ve caddelerinde ilerliyoruz. Camiler ve kiliseler harap. Bombalanmış ve yanmış araçlar. Kurşunlardan delik deşik olmuş metaller. Ve nereye baksak enkaz! Geçen zamanın göstergesi olan demirlerdeki pas olmasa, kısa süre önce savaşın bittiğini düşünebilir insan. Ama metallerdeki kalın pas 35 yılın izini taşıyor.
KUNEYTRA’NIN ANIMSATTIĞI 1982 LÜBNAN SAVAŞI
Kuneytra’daki tablo beni 27 yıl öncesinin Beyrut savaşına götürdü. 1982’de Türkiye’den yaklaşık 100 yoldaşımla birlikte Lübnan’daydık. Filistin Kurtuluş Cephesi saflarında bir süre Lübnan’ın güneyinde İsrail güçleri olan Said Haddad kontrolündeki son sınır şeridinde yer aldık. Ardından Beyrut’a geçtik. Ve İsrail’in 4 Haziran 1982’de Lübnan işgalinin ilk uçak saldırısını yaptığı Beyrut stadyumunun yanı başındaydık. Savaşın başından ateşkesin yapıldığı eylülün başına kadar İsrail’e karşı Filistinlilerle birlikte savaşta yer aldık. Bugün basında yansıtılan ve insanın yüreğini paramparça eden kareleri bizzat yaşamıştım. İsrail uçaklarının yeri göğü yırtan gürültüleriyle, savaş gemileriyle, güneydeki topçuları ve tanklarıyla, doğudaki işbirlikçi Falanjist güçleriyle Beyrut’un bombardımanı altında olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Şu an cansız, hareketsiz duran enkaz yığınlarının oluşması sırasındaki bombardımanları, çığlıkları, yangın ve ateş toplarını, koşuşturmaları, bedduaları, uçak sortilerini, uçaksavar atışlarını, tank paletlerinin sağır edici gıcırtılarını, parçalanan bedenleri, kan deryalarını, çocuk avcısı misket bombalarını, boğucu ve yakıcı fosfor bombalarını, tahrip edilen binaları, yardım feryatlarını, siren seslerini ve bir bütün olarak ölüm kokusunu yaşıyordum. Beyrut’ta yaşadığım o cehennemin Kuneytra’da da 1973’te nasıl yaşandığını iliklerime kadar hissediyordum. Her yıkıntının yanından sessizce geçerken sessizliğimin derinliğinde büyük bir kıyamet kopuyordu. Duvarlardaki büyük-küçük her bir şarapnel-mermi izinin oluşumundaki hengame gözlerimin önünde canlanıyor, kulaklarımda sesleri uğulduyordu.
Kılavuzumuz enkazın önünde durup parmağını uzatarak, “burası liseydi” dediğinde Beyrut’un Bear Hasan semtindeki bombardımanda parçalanan çocuğu kucaklayan babanın önümden koşuşunu yeniden görür gibi oldum. Yaralı kadını yoldaşlarımla birlikte az ilerdeki bina enkazından tekrar çıkarıyormuşuz gibi hissettim. Şuradaki mevzide uçaksavarın başında sorti yapmaya çalışan İsrail uçaklarına karşı savunma atışı yapan savaşçının heyecanını yaşadım. Az ötedeki, sıradan gibi görünen çukurdan, ilerleyen ölüm tanklarına karşı azimle mevzisini koruyup tanksavar atışları yapan savaşçının direniş kararlılığını yaşadım. Üzerinden rahatça yürüdüğümüz topraklarda an olmuştur ki, bir mevziden öteki mevziiye geçmek saatler, hatta günler almıştır. Ayak bastığımız her yer kan deryası olmuştur. Kuneytra Valisi Dr. Riyad Hicab’ın konuşması esnasında söylediği “toprağın her santimi şehitlerin kanıyla geri alınmıştır!” sözünün ne anlama geldiğini iliklerime kadar duyumsayarak algıladım. Kimilerine soyut gibi gelen bu sözün pratik içerisinde ne anlama geldiğini, ancak bunu yaşayan biri tam olarak algılayabilir.
Heyette Halil İbrahim Özcan, Hilal Aydın ve Bereket Kar her ne kadar savaşta bulunmadılarsa da 80’li yıllarda Lübnan’da Filistin mücadelesinin yanında yer aldıkları için Kuneytra enkazının onlarda da benzer duygular oluşturduğunu tahmin ediyorum.
Evet, hala savaş kokuyor her taraf. Neden mi? Beyrut direnişinde hiç kuş yoktu ortada. Mermiler, bombalar ve uçaklar yerlerini almıştı. 35 yıl sonra Kuneytra’da da hala kuş yoktu!
Güneydeki son noktaya doğru ilerliyoruz. Dikenli tellerin ötesi İsrail işgali altındaki topraklar ve Birleşmiş Milletlerin denetimi altındaki son kontrol noktası. Üzerinde UN ibaresi taşıyan araçların geçtiği, Birleşmiş Milletler bayrağının çekili olduğu kontrol noktasıyla Suriye’nin kontrol noktası arasında 100 metrelik bir tampon bölge var. Ve tam karşımızdaki tepede İsrail’in askeri gözetleme üssü… Her hareketimiz izleniyor sanki. Biraz daha ileride, tepenin eteklerinde işgal altındaki Filistin topraklarında bazı araçların hareketlerini gözlemliyoruz. Uzaktan geçen beyaz bir otomobil, tarlada mavi renkte bir traktör…
HERŞEYE RAĞMEN ZEYTİN
İnsan üretimi olan dikenli teller ve askeri silahlar bir halkın iki yakasını bir birinden ayırıyor. Yaşamları ayıran dikenli tellere karşı insanlığın özlem duyduğu barışı simgeleyen zeytin’i dikmeye yöneliyoruz. Kıyımın ve yıkımın simgesi olan Kuneytra’yı ziyaret edenlerin diktiği zeytinlerden kocaman bir dostluk bahçesi oluşmuş. Her ağacın dibinde onu diken heyeti veya kişiyi tanıtan bir tabela var. Dünyanın tüm halklarından insanların kocaman bir barış bahçesi oluşmuş. Bizler de bir zeytin fidanı dikiyoruz. Zulmün, adaletsizliklerin, esaretin, baskının son bulacağı, haklıların haklarının alındığı adil bir barış ve özgürlük dilekleri eşliğinde fidanımızı diktik.
Dikenli tellerin ardında kuşatılmış yaşamları, acıları ve çığlıkları bırakarak Şam’ın yolunu tutuyoruz yeniden.
YARMUK FİLİSTİN MÜLTECİ KAMPI
Şam’da Yarmuk Filistin Mülteci Kampı’na gidiyoruz. Yarmuk Şam’ın büyük bir semti. Bu semtte 250.000 Filistinli yaşıyor. Filistin mücadelesinin önemli liderlerinden Ebu Cihad Tunus’ta öldürüldüğünde Yarmuk caddesinde bir milyon insan protesto yürüyüşü yapmış. FKÖ Yarmuk’ta kurulmuş. Lübnan’ın tersine, Suriye’deki Filistinliler Suriye vatandaşlarıyla eşit haklara sahip.
Yarmuk’ta Filistinli tüm mücadele örgütleri yer alıyorlar. Ama ağırlıklı olarak FKÖ içindeki sol örgütler yer alıyor. Bunlar da başta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin’in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe, (FHKC) Genel Komutanlık ve Filistin Halk Partisi (eski Filistin Komünist Partisi).
Yarmuk Filistin Mülteci Kampının Cafra Gençlik Merkezine geldiğimizde bizi bu örgütlerin temsilcileri ve Filistinli Gazeteciler ve Yazarlar Birliği 2. Başkanı Tahsin Halebi karşıladı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Siyasi Büro üyesi ve Dış İlişkiler Sorumlusu Ebu Ahmet konuşmaya başladığı zaman çok yakın bir yoldaşlık duygusu kapladı içimi. Çünkü geçmişten bu yana Filistin mücadelesiyle dayanışma içerisinde bulunduğumuz ve FKÖ içerisinde bize yakın olarak gördüğümüz örgütler, FKÖ’nün bu sol örgütleriydi. Dünyayı kavrayış, mücadele stratejisi ve siyasal bilinç derinliği anlamında yoldaşlık duygularıyla ortaklaştığımız bu örgütlerin insanları kurdukları ilk cümlelerle, taşıdıkları siyasal derinliği ortaya koyuyorlar.
Ebu Ahmet: “Türkiyeli Devrimci Dostlarımız Bizimle Dayanışmada Şehitler Vermişlerdir.”
Ebu Ahmet konuşmasında “Geçmişte Türkiye Hükümetleri ve devletiyle ilişkilerinin pek iyi olmadığını, Türkiye’nin, Filistin mücadelesinin yanında yer almadığını, daha çok Türkiyeli devrimci güçleriyle ilişkilerinin olduğunu, Türkiyeli devrimci güçlerin Filistin mücadelesinin hep yanında olduğunu ve bu mücadelede şehitler verdiklerini, bu güçlerle de dayanışmalarının devam ettiğini” açıkladı, ayrıca “son zamanlarda Türkiye Hükümetiyle de ilişkilerinin daha iyi bir rotaya girdiğini” ifade etti.
Ebu Ahmet’in ardından Türkiye Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan dayanışma duygularını ifade eden bir konuşma yaptı. Ardından da Halil İbrahim Özcan “geçmişte fiili ve askeri olarak militanca Filistin mücadelesinin yanında yer aldığımızı, o tarihlerde dayanışma içerisinde olacağımız güçleri seçerken FKÖ içerisindeki sol örgütleri tercih ettiğimizi, şimdi de bu mücadeleyle dayanışmamızı edebiyat dâhil olmak üzere birçok yolla devam ettirdiğimizi” belirten bir konuşma yaptı.
Konuşmaların ardından Ebu Ahmet ve diğer örgüt temsilcileriyle özel bir görüşme yaptım. Bu görüşmenin ardından Yarmuk Mülteci Kampını Temsilcilerden bazılarının eşliğinde gezdik. Gezi boyunca arkadaşlarla Filistin Sorunu, 1982 Lübnan Savaşı, dünyadaki siyasal gelişmeler ve devrimci mücadelenin durumu konularında sohbetimiz devam etti.
Yarmuk dönüşü Filistinli Gazeteciler ve Yazarlar Birliği 2. Başkanı Tahsin Halebi ile birlikte akşam yemeğine geçtik. 50'li yaşlarında gösteriyor olmasına rağmen Halebi'nin heyecanı, girişkenliği ve dinamizmi bir delikanlının ruh halinde bulunur ancak. Yemeğe kestirme yollardan götüreyim derken koca otobüsümüzün dar sokaklarda mahsur kalmasına yol açmasını da bu heyecana yorup tatlı bir anı olarak not ediyorum. Yemekte mırıldanma halinde başlayan halk türküleri ve devrim marşlarımıza başka masalardan da İspanyol halk türküleri ve devrim marşlarıyla karşılık gelmeye başladı. Elbette şaşırmıştık. Aynı şaşkınlığı komşu masadakilerin de yaşadığını tahmin ediyorum. Çünkü küçücük, mütevazi bir lokantada bir anda Türkçe, Arapça ve İspanyolca devrim marşları yükselmeye başlamıştı. Meğer yan masadakiler, Marcel Khalife’nin o gün Şam’da düzenlenen konserini organize eden grupmuş. O akşam üç dilde üç renkteki müziğin, insanlığın ortak ruhunda ve evrensel değerlerindeki birleştiriciliğine tanık olmuştuk.
22 Ocak gecesinin ertesi günü dönüş yolunu tuttuk. Halep üzerinden Türkiye’ye geçerken bir yarımız Filistin’de, diğer yarımız buradaydı artık…
2 Şubat 2009
İnsanlığın katledildiği yerin adıdır Gazze. Bütün dünyanın gözleri önünde vahşetin doruk noktasına ulaştığı yerdir. İnsan eliyle, insanlığın en dip noktaya batırıldığı yerin adıdır. İnsanlık tarihinin nadiren tanık olduğu boyutlardaki çılgınlıktır orada yaşanan.
İnsanlık adına ne varsa, tüm değerlerin ayaklar altına alındığı bu zulüm karşısında söz geçerliliğini yitirmiştir artık. İnsanların insani değerlerini dumura uğratan, sinir sistemini felç eden, cinnet haline sokan bir soykırımdı uygulanan.
Dünyanın iktidar sahipleri göstermelik tepkilerle geçiştirirken, o iktidarların yönetimindeki halklar insanlık değerlerinin itimi ile ayaktaydılar. Orada saldırıya uğrayanlar sadece Filistinliler değildi. Onların nezdinde insanlığın tümü saldırıya maruzdu. Dolayısıyla o değerleri hissedenler bir şekilde tepki duyuyor ve tepkilerini ortaya koyuyorlardı.
Türkiye Edebiyatçılar Derneği, PEN İstanbul Merkezi ve Türkiye Yazarlar Sendikası Filistinlilerle dayanışma amacıyla bir yolculuk organize ettiler. Bu yolculuk organizasyonuna Adana İHD, Adana Tabipler Odası, Antakya Demokratik Kültür-Sanat Derneği, Antakya Toplumsal Özgürlük Platformu, Eğitim-Sen, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Sosyalist Emek Hareketi de destek verdiler. İstanbul, Adana, Mersin, Antakya ve Antep’ten yazar, şair, gazeteci, araştırmacı aydınlardan oluşan 28 kişiyle 21 Ocak 2009’da yolculuğa çıkıldı.
Ertesi gün Şam’a vardığımızda ilk olarak Arap Yazarlar Birliği’ne geçtik. Birçok Arap yazarla birlikte Başkan Dr. Hüseyin CUMA tarafından karşılandık.
Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin CUMA: “BM’nin Adaletsizliğine Karşı Dava Açın!” Başkan Dr. Hüseyin CUMA;
Türkiye’deki aydın yazar ve edebiyatçı dostlarla geliştirmiş oldukları yakın ilişkiden son derece memnun olduğunu, bu dostluğun daha ileri boyuta geliştirilmesi ve kalıcılaştırılması gerektiğini ifade etti. Cuma, aydın sorumluluğuna değinerek aydınların, dünyada yaşanan olumsuzlukları, haksızlıkları ve adaletsizlikleri birçok yolla teşhir etmeleri ve bunlar karşısında tutum almaları gerektiğini ifade ederek “Filistinlilerin uğradıkları vahşeti bütün dünyaya anlatmak sizin sorumluluğunuzdur” dedi. Cuma; “Gazze saldırısının eşsiz bir vahşet olduğunu, Siyonist tehlikenin Filistinlilere olduğu kadar tüm dünyaya yönelik bir tehdit olduğunu” söyledi. “İsrail’in ‘demokrasi’ maskesi takmış olduğunu” ifade eden Cuma siyonizmin uygulamalarının, kendisinin gerçek yüzünü ortaya koyduğunu anlatarak “siyonizmin demokrasi maskesini açığa çıkartın” talebinde bulundu.
“Göreceğimiz Kuneytra şehri enkazının Siyonistlerin eseri olduğunu, bu eserde onların niteliklerini de görebileceğimizi, bu enkazla aslında Gazze’de yaşananları da görmüş olacağımızı, siyonizmin vahşi tutumlarına karşı BM’nin adaletsiz tutumlar takındığını”
anlatan Dr. Hüseyin Cuma, “BM’nin adaletsiz tutumlarına karşı aydınlar olarak dava açmanızı öneriyoruz” talebinde bulundu.
Ardından Türkiyeli heyet adına Türkiye Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan heyette yer alan kurumları tanıtarak başladığı konuşmasında “Ortadoğu’daki bütün sorunların temelinde Filistin sorununun yattığını, İsrail’in Golan ve Filistin’de işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe sorunların bitmesinin mümkün olmadığını” ifade etti. “Türkiye ile Suriye devletleri arasında yaşanan yakınlaşmadan memnun olduklarını” ifade eden Cengizhan “ iki ülke arasındaki bu yakınlaşmadan aydın, yazarlar ve edebiyatçılar olarak yararlanmak, iki devlet arasında köprü olmak istiyoruz” dedi. Cengizhan; “ Türkiye halkının Filistin’in haklı davasının yanında, İsrail’in vahşi saldırılarının karşısında olduğunu, bunu, etkin protesto eylemleriyle ortaya koyduğunu, bu ziyaretin de dayanışmanın somut ifadesi olduğunu” belirtti.
İSRAİL’İN YÜZÜ; ENKAZ KUNEYTRA
Arap Yazarlar Birliği ziyaretinden sonra Kuneytra’ya doğru yola çıktık. Kuneytra Şam’ın yaklaşık 100 km güneyinde, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarının bitişiğinde, Tebariyye gölünün kıyısında bir kent. 1967’de İsrail işgali altına girmiş, 6 yıl sonra 1973’te geri alınmış. Ancak İsrail Kuneytra’dan çekilirken kenti bir bütün olarak yerle bir etmiş. Suriye bu kentin harabelerini, İsrail’in zorbalığının göstergesi olarak açıkhava müzesi olarak korumuş. Hemen yakınında yeni Kuneytra şehrini kurmuş.
Bu önbilgilerle Kuneytra’nın sınırına vardığımızda eskortlar tarafından karşılandık. 2 eskortla Kuneytra Valiliği’ne geldik. Vali ve diğer yetkililer tarafından kapıda karşılandık. Kuneytra Valisi Dr. Riyad Hicab, bu ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade ettikten sonra; kentle ve İsrail’in işgali dönemindeki uygulamalarla ilgili bilgiler verdi. 1967’de Kuneytra’nın nüfusu 153.000 idi. Çevre köyler ve yerleşim yerleriyle birlikte toplam nüfusu 510.000 idi. İsrail çevrede 240 köyü yıkmış ve halkını göç ettirmiş. Bugün itibariyle Kuneytra’nın nüfusu 100.000’dir. Ayrıca İsrail Golan’da Yahudilere ait eserler bulmak umuduyla 211 yerde arkeolojik kazılar yapmış ve hiçbir eser bulamamıştır. Bunun ardından Uluslar arası araştırmacılar Kasım 2008’de bölgede araştırmalar yapmış ve Yahudi tarihine ait bir şey bulunamadığını onaylamışlardır.
Bu bilgilerle kenti geziyoruz: Sokaklar, caddeler yerli yerinde. Bunların kenarlarındaki binalar ise yerle bir. Sağlam hiçbir yapı bırakılmamış. İlerlediğimiz yollar boyunca sağlı sollu tüm yapılar yıkılmış. Bize eşlik eden kılavuz; binaların, İsrail çekilmeden kısa süre önce kimilerini dinamitleyerek, kimilerini ise dozerlerle yıktığını ifade ediyor. Ve Golan Hastanesi’ne geliyoruz. Daha doğrusu, hastane kalıntılarına… Eskiden burası 400 yataklı bir hastaneyken şimdi bir harabe. Bu hastanenin çok sağlam, taştan duvarları burada çok şiddetli çatışmaların yaşandığını anlatıyor. Duvarlar dile gelmiş konuşuyor. Mermilerin etkisiyle dış duvarların tüm sıvaları dökülmüş. İnsan derisinin dökülüp iskeletinin ortaya çıkması gibi bir hal bırakıyor bizde. Her tarafı harap olmasına rağmen kolonları üzerinde duran birkaç binadan biridir bu. İç duvarları savaşın yıkıcılığının ibret tablosu gibi. İrili ufaklı on binlerce mermi izi duruyor. Demir borularda, mermerlerde, kolonlarda, duvarlarda bir eleğin delikleri gibi mermi izleri… Bölgedeki en şiddetli, en amansız çatışmanın burada yaşandığını anlatıyor. İnsanlara bin bir çare olmak amacıyla kurulan bu binada savaşta kim bilir kaç insan öldürülmüş. Binaya sıkılan her kurşunun “İsrail’in yüzünde” yaşama nasıl kurşun sıkıldığını görürüz. Binayı İsrail, elinde bulundurduğu süre içinde askeri eğitim yeri olarak da kullanmış. Hastaneden ayrılıp yıkık Kuneytra’nın Sokak ve caddelerinde ilerliyoruz. Camiler ve kiliseler harap. Bombalanmış ve yanmış araçlar. Kurşunlardan delik deşik olmuş metaller. Ve nereye baksak enkaz! Geçen zamanın göstergesi olan demirlerdeki pas olmasa, kısa süre önce savaşın bittiğini düşünebilir insan. Ama metallerdeki kalın pas 35 yılın izini taşıyor.
KUNEYTRA’NIN ANIMSATTIĞI 1982 LÜBNAN SAVAŞI
Kuneytra’daki tablo beni 27 yıl öncesinin Beyrut savaşına götürdü. 1982’de Türkiye’den yaklaşık 100 yoldaşımla birlikte Lübnan’daydık. Filistin Kurtuluş Cephesi saflarında bir süre Lübnan’ın güneyinde İsrail güçleri olan Said Haddad kontrolündeki son sınır şeridinde yer aldık. Ardından Beyrut’a geçtik. Ve İsrail’in 4 Haziran 1982’de Lübnan işgalinin ilk uçak saldırısını yaptığı Beyrut stadyumunun yanı başındaydık. Savaşın başından ateşkesin yapıldığı eylülün başına kadar İsrail’e karşı Filistinlilerle birlikte savaşta yer aldık. Bugün basında yansıtılan ve insanın yüreğini paramparça eden kareleri bizzat yaşamıştım. İsrail uçaklarının yeri göğü yırtan gürültüleriyle, savaş gemileriyle, güneydeki topçuları ve tanklarıyla, doğudaki işbirlikçi Falanjist güçleriyle Beyrut’un bombardımanı altında olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Şu an cansız, hareketsiz duran enkaz yığınlarının oluşması sırasındaki bombardımanları, çığlıkları, yangın ve ateş toplarını, koşuşturmaları, bedduaları, uçak sortilerini, uçaksavar atışlarını, tank paletlerinin sağır edici gıcırtılarını, parçalanan bedenleri, kan deryalarını, çocuk avcısı misket bombalarını, boğucu ve yakıcı fosfor bombalarını, tahrip edilen binaları, yardım feryatlarını, siren seslerini ve bir bütün olarak ölüm kokusunu yaşıyordum. Beyrut’ta yaşadığım o cehennemin Kuneytra’da da 1973’te nasıl yaşandığını iliklerime kadar hissediyordum. Her yıkıntının yanından sessizce geçerken sessizliğimin derinliğinde büyük bir kıyamet kopuyordu. Duvarlardaki büyük-küçük her bir şarapnel-mermi izinin oluşumundaki hengame gözlerimin önünde canlanıyor, kulaklarımda sesleri uğulduyordu.
Kılavuzumuz enkazın önünde durup parmağını uzatarak, “burası liseydi” dediğinde Beyrut’un Bear Hasan semtindeki bombardımanda parçalanan çocuğu kucaklayan babanın önümden koşuşunu yeniden görür gibi oldum. Yaralı kadını yoldaşlarımla birlikte az ilerdeki bina enkazından tekrar çıkarıyormuşuz gibi hissettim. Şuradaki mevzide uçaksavarın başında sorti yapmaya çalışan İsrail uçaklarına karşı savunma atışı yapan savaşçının heyecanını yaşadım. Az ötedeki, sıradan gibi görünen çukurdan, ilerleyen ölüm tanklarına karşı azimle mevzisini koruyup tanksavar atışları yapan savaşçının direniş kararlılığını yaşadım. Üzerinden rahatça yürüdüğümüz topraklarda an olmuştur ki, bir mevziden öteki mevziiye geçmek saatler, hatta günler almıştır. Ayak bastığımız her yer kan deryası olmuştur. Kuneytra Valisi Dr. Riyad Hicab’ın konuşması esnasında söylediği “toprağın her santimi şehitlerin kanıyla geri alınmıştır!” sözünün ne anlama geldiğini iliklerime kadar duyumsayarak algıladım. Kimilerine soyut gibi gelen bu sözün pratik içerisinde ne anlama geldiğini, ancak bunu yaşayan biri tam olarak algılayabilir.
Heyette Halil İbrahim Özcan, Hilal Aydın ve Bereket Kar her ne kadar savaşta bulunmadılarsa da 80’li yıllarda Lübnan’da Filistin mücadelesinin yanında yer aldıkları için Kuneytra enkazının onlarda da benzer duygular oluşturduğunu tahmin ediyorum.
Evet, hala savaş kokuyor her taraf. Neden mi? Beyrut direnişinde hiç kuş yoktu ortada. Mermiler, bombalar ve uçaklar yerlerini almıştı. 35 yıl sonra Kuneytra’da da hala kuş yoktu!
Güneydeki son noktaya doğru ilerliyoruz. Dikenli tellerin ötesi İsrail işgali altındaki topraklar ve Birleşmiş Milletlerin denetimi altındaki son kontrol noktası. Üzerinde UN ibaresi taşıyan araçların geçtiği, Birleşmiş Milletler bayrağının çekili olduğu kontrol noktasıyla Suriye’nin kontrol noktası arasında 100 metrelik bir tampon bölge var. Ve tam karşımızdaki tepede İsrail’in askeri gözetleme üssü… Her hareketimiz izleniyor sanki. Biraz daha ileride, tepenin eteklerinde işgal altındaki Filistin topraklarında bazı araçların hareketlerini gözlemliyoruz. Uzaktan geçen beyaz bir otomobil, tarlada mavi renkte bir traktör…
HERŞEYE RAĞMEN ZEYTİN
İnsan üretimi olan dikenli teller ve askeri silahlar bir halkın iki yakasını bir birinden ayırıyor. Yaşamları ayıran dikenli tellere karşı insanlığın özlem duyduğu barışı simgeleyen zeytin’i dikmeye yöneliyoruz. Kıyımın ve yıkımın simgesi olan Kuneytra’yı ziyaret edenlerin diktiği zeytinlerden kocaman bir dostluk bahçesi oluşmuş. Her ağacın dibinde onu diken heyeti veya kişiyi tanıtan bir tabela var. Dünyanın tüm halklarından insanların kocaman bir barış bahçesi oluşmuş. Bizler de bir zeytin fidanı dikiyoruz. Zulmün, adaletsizliklerin, esaretin, baskının son bulacağı, haklıların haklarının alındığı adil bir barış ve özgürlük dilekleri eşliğinde fidanımızı diktik.
Dikenli tellerin ardında kuşatılmış yaşamları, acıları ve çığlıkları bırakarak Şam’ın yolunu tutuyoruz yeniden.
YARMUK FİLİSTİN MÜLTECİ KAMPI
Şam’da Yarmuk Filistin Mülteci Kampı’na gidiyoruz. Yarmuk Şam’ın büyük bir semti. Bu semtte 250.000 Filistinli yaşıyor. Filistin mücadelesinin önemli liderlerinden Ebu Cihad Tunus’ta öldürüldüğünde Yarmuk caddesinde bir milyon insan protesto yürüyüşü yapmış. FKÖ Yarmuk’ta kurulmuş. Lübnan’ın tersine, Suriye’deki Filistinliler Suriye vatandaşlarıyla eşit haklara sahip.
Yarmuk’ta Filistinli tüm mücadele örgütleri yer alıyorlar. Ama ağırlıklı olarak FKÖ içindeki sol örgütler yer alıyor. Bunlar da başta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin’in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe, (FHKC) Genel Komutanlık ve Filistin Halk Partisi (eski Filistin Komünist Partisi).
Yarmuk Filistin Mülteci Kampının Cafra Gençlik Merkezine geldiğimizde bizi bu örgütlerin temsilcileri ve Filistinli Gazeteciler ve Yazarlar Birliği 2. Başkanı Tahsin Halebi karşıladı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Siyasi Büro üyesi ve Dış İlişkiler Sorumlusu Ebu Ahmet konuşmaya başladığı zaman çok yakın bir yoldaşlık duygusu kapladı içimi. Çünkü geçmişten bu yana Filistin mücadelesiyle dayanışma içerisinde bulunduğumuz ve FKÖ içerisinde bize yakın olarak gördüğümüz örgütler, FKÖ’nün bu sol örgütleriydi. Dünyayı kavrayış, mücadele stratejisi ve siyasal bilinç derinliği anlamında yoldaşlık duygularıyla ortaklaştığımız bu örgütlerin insanları kurdukları ilk cümlelerle, taşıdıkları siyasal derinliği ortaya koyuyorlar.
Ebu Ahmet: “Türkiyeli Devrimci Dostlarımız Bizimle Dayanışmada Şehitler Vermişlerdir.”
Ebu Ahmet konuşmasında “Geçmişte Türkiye Hükümetleri ve devletiyle ilişkilerinin pek iyi olmadığını, Türkiye’nin, Filistin mücadelesinin yanında yer almadığını, daha çok Türkiyeli devrimci güçleriyle ilişkilerinin olduğunu, Türkiyeli devrimci güçlerin Filistin mücadelesinin hep yanında olduğunu ve bu mücadelede şehitler verdiklerini, bu güçlerle de dayanışmalarının devam ettiğini” açıkladı, ayrıca “son zamanlarda Türkiye Hükümetiyle de ilişkilerinin daha iyi bir rotaya girdiğini” ifade etti.
Ebu Ahmet’in ardından Türkiye Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan dayanışma duygularını ifade eden bir konuşma yaptı. Ardından da Halil İbrahim Özcan “geçmişte fiili ve askeri olarak militanca Filistin mücadelesinin yanında yer aldığımızı, o tarihlerde dayanışma içerisinde olacağımız güçleri seçerken FKÖ içerisindeki sol örgütleri tercih ettiğimizi, şimdi de bu mücadeleyle dayanışmamızı edebiyat dâhil olmak üzere birçok yolla devam ettirdiğimizi” belirten bir konuşma yaptı.
Konuşmaların ardından Ebu Ahmet ve diğer örgüt temsilcileriyle özel bir görüşme yaptım. Bu görüşmenin ardından Yarmuk Mülteci Kampını Temsilcilerden bazılarının eşliğinde gezdik. Gezi boyunca arkadaşlarla Filistin Sorunu, 1982 Lübnan Savaşı, dünyadaki siyasal gelişmeler ve devrimci mücadelenin durumu konularında sohbetimiz devam etti.
Yarmuk dönüşü Filistinli Gazeteciler ve Yazarlar Birliği 2. Başkanı Tahsin Halebi ile birlikte akşam yemeğine geçtik. 50'li yaşlarında gösteriyor olmasına rağmen Halebi'nin heyecanı, girişkenliği ve dinamizmi bir delikanlının ruh halinde bulunur ancak. Yemeğe kestirme yollardan götüreyim derken koca otobüsümüzün dar sokaklarda mahsur kalmasına yol açmasını da bu heyecana yorup tatlı bir anı olarak not ediyorum. Yemekte mırıldanma halinde başlayan halk türküleri ve devrim marşlarımıza başka masalardan da İspanyol halk türküleri ve devrim marşlarıyla karşılık gelmeye başladı. Elbette şaşırmıştık. Aynı şaşkınlığı komşu masadakilerin de yaşadığını tahmin ediyorum. Çünkü küçücük, mütevazi bir lokantada bir anda Türkçe, Arapça ve İspanyolca devrim marşları yükselmeye başlamıştı. Meğer yan masadakiler, Marcel Khalife’nin o gün Şam’da düzenlenen konserini organize eden grupmuş. O akşam üç dilde üç renkteki müziğin, insanlığın ortak ruhunda ve evrensel değerlerindeki birleştiriciliğine tanık olmuştuk.
22 Ocak gecesinin ertesi günü dönüş yolunu tuttuk. Halep üzerinden Türkiye’ye geçerken bir yarımız Filistin’de, diğer yarımız buradaydı artık…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder