HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

13 Mayıs 2008 Salı

Terörist İsrail devleti Lübnan’ı yakıp yıkmaya devam ediyor



Mihrac Ural

20 Temmuz 2006




12 Temmuz 2006, bölgemizin kaderinde değişmeyen kararsız denge, kendini yeniden, savaşın tüm araçlarıyla ifade etmeye devam etti. Siyaset bu gün itibariyle askeri araçlarla yürütülmeye başlandı. Nazi ruhlu, Siyonist İsrail devleti, on yıllardır süren sınır sürtüşmelerinden birini gerekçe sayarak Lübnan’a kıyım ve yıkım götüren füzelerini, bombalarını yağdırmaya başladı. Savaşın 8. gününde, sonuç 300 sivil Lübnanlı vatandaşın ölümü, yüzlerce köprünün yıkılması, onlarca şehirlerarası yolun tahribi ve 5000 binanın, sakinleri üzerine yıkılmasından ibaret olmuştur. Bu savaşta askeri kayıp yok denecek kadar azdır. İsrail Siyonistleri ABD ve Müttefiklerinin Irak işgali için kullandıkları 6000 tonluk bombayı, savaş uçaklarının binlerce sortisi ardından Irak’ın orta büyüklükte bir şehir kadar olan Beyrut üzerine yağdırarak ölüm saçmıştır. Bilinen hiçbir savaşta bu ölçüde bir yıkım bu nedenlerle gündeme gelmemiştir. Yaklaşık bir atom bombası kadar gücü olan ve bir o kadar ölüm saçan bomba ve füze, ordusu bile var sayılmayan küçücük bir ülkenin başına yığılmıştır. Ahlaksız Siyonist İsrail’in ABD adına vekaletin “Orta-Doğunun yeniden ve bir kez daha yeniden düzenlenmesi” adına, “yeni orta-doğu” denilen ve Irak işgali sürecinde “Büyük orta-doğu” diye tanımlanan, yalnızca ABD ve İsrail çıkarına hizmet ve kölelik düzenlenişi olarak beliren bir yıkım ve kıyam savaşı, bir ölüm dansı, “Yaratıcı anarşi” formülüyle bölge halklarına dayatılmaya başlanmıştır. Üstelik bu projenin yüz yıla yaklaşmakta olan tüm savaşları, Arap halkının toprakları üzerinde ve bireylerinin ölümü ortamında icra ediliştir.





ABD’nin tarihi boyunca ve son yarım asırdır ABD adına vekâleten İsrail Siyonizm’inin bölgemizde sürdürdüğü egemenlik savaşları, bir dış siyaset kompleksi olarak, her türden barışçıl amacı dıştalayarak icar edilmektedir. Son yüz yıllık tarihinde 80’i aşkın savaş yapan ABD’nin, çıkarları için sorunları çözmede askeri güçten başka hiçbir yönteme baş vurmaması, bölgemizde yürütülen savaşların içeriği için önemli bir ayırıcı özellik olarak kendini göstermektedir. Kuvvet uygarlığı, uygarlık gücüne karşı siyasetin askeri araçlar dışındaki tüm etkinliklerini hiçe saymıştır. Ne diplomasi ne de diyalog, ne barış nede karşılıklı çıkar uyuşumu bu süreçte hiç prim yapmamıştır. Askeri kuvvet ve savaş ABD ve ortakların sorun çözmede kullandığı tek yol olmuştur. Bu bir mantalitedir ve ABD’nin derin devlet kuruluş ve algılayışında yatan bir maya gibidir. Roma imparatorluğundan bu yana insanlığın tanık olduğu en barbar emperyalist yayılmacılıktır. İnsanlık tarihi böylesine, pervasız ve yıkıcı bir dayatmaya hiç tanık olmamıştır. Birleşmiş Milletler de, bu maceracı yönetimlerin baskısı altında bir araç olmaktan başka işlevi kalmamıştır. Bölgemizin tüm barış girişimlerinin, ABD ve İsrail diplomasisinin kahredici, akıllara ziyan girdapları içinde katledildiğini en yetkili ağızlar seslendirmek durumunda kalmıştır. Arap Birliği Genel Sekreteri ve Mısır eski dış işleri bakanı Amru Musa bu gerçeği, Arap dış işleri bakanları toplantısında dünyaya ilan etmek zorunda kalmıştır. Bölgede barış diye bir şey kalmamıştır, İsrail’e, Lübnan üzerine yürüttüğü kanlı kıyıma devam etmesi üzerine G8 ülkelerinin verdiği açık destek ve BM Güvenlik konseyinin kararsızlığı, bölgemizde sorunların çözümü için tek yolun askeri şiddet olduğunun ilanından başka bir anlamı kalmamıştır. Artık siyasi kararlar askeri kırımların ardından belirlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Savaşın 8. Gününde ve sonrasında beklenen de budur. Evdeki hesaplar çarşıya uymasa da, binlerce insan katledilse de, insan yapımı ve doğa top yekun imha edilse de. Bu kirli savaş insanlığın ortak hiçbir değeri ve kurumu tarafından engellenemez bir sürece girmiş, halklara yaşam için direnmekten başka bir yol bırakılmamıştır. Lübnan dramı burada başlıyor ve burada bitiyor.


8. gününde Lübnan’a karşı sürdürülen böylesine kapsamlı ve böylesine eşine rastlanmayan saldırı pervasızlığının ifade ettiği tek şey, İsrail’in, ABD desteğiyle buna uzun zamandır hazırlık yaptığı tüm bölgede ikame etmek istediği uydu sistemlerin inşası ve Lübnan gibi Arap ulusunun uygarlık penceresi, iktisadi etkinlik trampleni, demokratik ilişki potasının gelişim ve etkin direniş dinamiklerini yok etmek olarak kendini göstermiştir. Diğer tüm iddialar ve söylemler demagojiden ibarettir.



“Hizbullahın esir ettiği iki askeri kurtarmak ve Hizbullahın askeri gücünü kırmak, İran-Suriye-Hizbullah’ın oluşturduğu Şii hattını tasfiye etmek” hiç değildir. Bu iddialar öz ve biçim açısından kocaman bir savaş yalandır. Onlar halkların sindirilmesi için, direnme diye bir edebiyatın halkın zihninde kazandığı haklı, meşru ve muzaffer konumunu tahrip etmek için bu savaşı yürütmektedirler. Sonu gelmeyen ve halklara hiçbir şey kazandırmayan ölü barış görüşmelerinden bıkmış halkın direnme tercihlerini doğmadan katletme amacına yöneliktir. Zira bölge tarihinin tüm deneyleri göstermiştir ki, tüm tavizlere rağmen hiçbir Arap devleti ne İsrail’den ne de ABD den hak alamamıştır, ancak bil mukabil, direnme hareketleri, savaş meydanlarında ve işgal edilmiş toprakları kurtarmada kesin zaferler elde etmiştir. Üstelik bu başarılar, tarihi düşmanla hiçbir ilişki ve diyaloga girmeden ikame edilmiştir. İşte bu örnekler katledilmek istenmektedir ki, “Büyük orta-doğu” yada “Yeni Orta-doğu” yani ABD ve İsrail egemenliği engelsiz icra edilebilsin. Hizbullah’ın başını çektiği halkın direniş güçleri mücadelesinin bu savaşta tüm halklar adına ya galip ya da mağlup olma esprisi burada yatmaktadır. Saflarda buna göre şekillenmektedir.



Siyonistlerin sorunu, esir iki askerini kurtarmak olsaydı bu güne kadar bir aynı yöntemle esir alan ve mübadeleler yapan Hizbullaha karşı bu ölçekte ve Lübnanın toptan yıkıma götüren bir askeri saldırıyı daha öncede baş vurması gerekirdi. Savaş sırasında yakalanan casusların itirafları da amacın bu olmadığını itiraf etmiş, esir alma olayından günler haftalar ve aylar önceden yoğun bir hazırlık yapıldığını itiraf etmişlerdir. Suriye ve İran’a, karşı şimdilik, hiçbir saldırı amacı olmadığını sık sık açıklamakları da, hedeflerinin parça parça hazmetmek üzere planlı bir savaş yürüttüklerini göstermektedir. ABD’nin ve Siyonistlerin, Şii hilali diye hiçbir dertleri yoktur. Bu söylemi, tarihi boyunca ilerici Arap ulusalcılığına karşı, vahabi tekfirciliğinin, el-kaide terörünün mimarı ve besleyicisi olan Suudi-Ürdün yönetimlerinin dile getirmesi bir handikaptır. Onlar, tarihleri boyunca, ilerici Arap ulusalcılığına karşı savaştılar ve hep İslam birliğinden dem vurdular. Şimdi ABD ve İsrail çıkarları, İlerici Arap ulusalcılığına karşı dönünce aniden Ulusalcı olduklarını ilan ederek İslam mezhepleri arasındaki kof ayrımlara yaslanmaya, Şii-Sünni ayrımcılığı yapıyorlar. “Şii hilali” diye söylemler, halkı zayıflatacak ve sokakların basit ve ilkel duygularına hitap edecek jargonlar kullanmaya başladılar. Oysa, direnen halk Hamas adıyla Sünni, Hizbullah adıyla Şii tüm mezheplerden ve inanışlardan kahramanların inanılmaz özverileriyle İsrail’in, ABD adına vekaleten bölgemizi yıkıma götüren siyasetlere ve askeri saldırılarına karşı zaferle direnmektedirler. Suriye gibi çoğunluğu Sünni olan bir ülkede halkın yönetimine verdiği destek, bölgemizi yıkıma götürenlerin dayanaksız söylemlerini göstermesi açısından önemli bir veridir. Tahrandan Lübnan’a uzanan hilal, Şii değil, halkın direnme hilalidir ve kırılmak istenende budur.



Hizbullah’ın bir maceraya giriştiği, başkaları adına, Şii hilali, Tahran-Şam hattı adına düelloya giriştiği iddiası ise, aynı amaçlarla pazarlamaya çalışılmıştır. Bu savaşta İran’ın Nükleer dosyasının BM Güvenlik konseyine taşınması engellenmek istenmiştir diyenlerde aynı araçları kullanmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken, Lübnan sahasında İsrail’le savaşın hiçbir zaman kesintiye uğramadığıdır. 2000 yılı mart ayında Hizbullah önderliğinde Lübnan direniş güçlerinin ağır darbeleri altında zaferle sonuçlanan kurtuluş savaşının son raunda işgal altında kalan Şeba mezrası dolaysıyla tüm şiddetini koruyordu. Ayrıca bilinen o ki, İsrail hiçbir zaman esri mübadelesine normal savaş sonucu yollarla girişmemiş, sürekli askerlerinin esir edilmesinin baskısı altında esir mübadelesi yapmak zorunda kalmıştır. Bu döngü son 20 yıl boyunda bir çok kez tekrar ede durmuştur. Bu gün iki esir için gösterilen tepkinin anlamını bu zeminde bulmak mümkün değildir. Hizbullah bir sürecin normal dengeleri içinde İsrail askerlerini esir almıştır. Bu girişim oldukça akıllı ve hesaplı yapılmış, karşılığında da istenen yalnızca Lübnanlı esirlerin serbest bırakılmasıdır. Bu da tüm Savaş, işgal ve işgale karşı direniş sisteminin ahlakı içinde yapılan bir girişimdir. Bu ahlaki girişime verilen cevap ise ahlaksız ve dengesiz bir açık savaştır, yıkım ve kıyımdır. Suudiarabistan’lıların, bedevi akıl ilkelliğiyle “macera” diye ilan ettikleri ve sonradan çark ederek değiştirmek istedikleri, ancak iş işten geçmiş olan tutumlarının haksızlığı burada yatmaktadır. İsrail ilk elden Araplar adına bu onursuz tutuma dayanarak tüm kinlerini kusmaktan geri kalmamıştır. Mısır ve Ürdün gibi, kimi teslimiyetçi Arap ülkelerini olduğu kadar batılıları da bir yanıyla etkileyen tutum budur.


Hizbullah kimse adına vekaleten mücadele etmiyor. O tas tamam bir Lübnan halkının öz be öz direniş örgütüdür. Dostları ve düşmanları vardır. Destekçileri ve karşıtları bulunmaktadır. ABD’nin sonsuz desteğini alan İsrail kendi haksızlıkları için ne yapıyorsa, Hizbullah kendi halkının haklı davası için dostlarına güvenmektedir. Bu doğal olanın en basit ifadesidir. Üstelik Tahran-Şam hattı bu savaşın böylesine boyut almasına belki de hazırlıklı da değildir. Zaten, Hizbullahın kahraman lideri Hasan Nasrullah, son televizyon konuşmasında bunu samimiyetle söylemiştir; Hizbullah kimseye vekaleten mücadele etmiyor, İsrail askerlerinin esir alınmasında en yakın kimi kadrolarımızın bile bilgisi yoktur olamaz da. İran’ın ya da Suriye’nin ise hiçbir bilgisi yoktur. Bu mücadele ve tutum yalnızca, Lübnan halkının ve onun adında tüm ümmetin adına yapılmış, haklı bir davranış bulunmaktadır.





Diğer taraftan İran’ın Nükleer dosyasının gündem dışına itilmesi ise için Hizbullahın giriştiği bir eylemdir söylemi ise tam bir saçmalıktır. Bu mantık doğruysa Hizbullahın değil İsrail ve ABD’nin oyuna geldiğinden söz etmek daha doğru olur. Onlar iki askerin esir alınışını diğerleri gibi basitçe geçiştirmek yerine, savaşı tırmandırmakla bu oyuna düştüler demek, mantık tutarlılığı açısından daha yerinde bir tespit olur. Kaldı ki, bu mantık doğru olsa da neyi değiştirir. Savaş ve ateşkes kararını elinde bulunduran İsrail ve ABD bu oyunu istediği zaman sonuçlandırabilirdi de. Ya da, savaş sonrası hiç bekletmeden İran dosyasını yeniden gündeme sürebilirdi. Özellikle BM güvenlik konseyinin ABD elinde sıradan bir maşa olduğu şu koşullarda. Bundan dolayı, bu türden akıl yorgunu yaklaşımlar, gerçekleri örtmekte yetersizdirler. Bu densiz suçlama ve temelsiz gerekçeler tek amacı, halkların direniş güçlerinin Filistin’de hükümet kuracak kadar etkin olmasını, Lübnan’da devletten daha güçlü bir güç olmasını, halkın üzerinde yarattığı öz güveni ve mücadele kararlılığını kırmaktan ibarettir. Bölgeyi yeniden düzenlemenin yolu halkları köle etmekten geçtiğini bilenler, halkın bu türden direniş güçlerini öncelikle yok etmek zorunda olduklarını da bilmektedirler.


Savaş telalarının, siyaset ve diploması bilmez çaresizlerin bölgemizi yıkmak için Irak işgalinde düştükleri bataklıkta düştükleri virane hallerini örtmek için göze kestirdikleri sivil halka ve yapılarına yönelmiş bu ahlaksız Lübnan savaşı, çözümsüzlüklerinin ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. etmeye koyuldular. Kolay lokma sandıkları, sıradan bir örgütle savaş bildikleri ve lense etmeye çalıştıkları bu savaş, amaçlarının olduğu kadar yetmezliklerinin bir kez daha Lübnan sahasında da açığa çıkmasına yol açmıştır. Kirli amaç kökleri topraklarında olan ve geniş halk kitleleri tarafından desteklenen bir direniş güçleri karşısında savaşın 8. Günü itibariyle tüm hesapları alt üst olmuş bulunmaktadırlar. Onlar kolay lokma diye Lübnan’ın üzerine yürürken istedikleri, Lübnan’ı kendi içinde bir iç savaşa sürükleyecek, güçsüz ve çaresiz kantonlara bölünmüş haliyle etkisiz bir viraneye çevirmekti. Tüp Araplara ders verebilecekleri bir zayıf halka yakalamaktı. Bunun için Lübnan’ın her alanını, tüm köprülerini, sivil kurumlarını, her türden taşıt aracını ve her bölgesini insafsız bir şiddetle bombaladılar. Uzun zamandır ciddi ve derin görüş ayrılıklarıyla bölünmüş olan Lübnan siyasal çevrelerini, fiili bir iç savaşa sürükleyerek, kendi emellerine yakın olanlara uygun zemin oluşturup, kuzey sınırlarındaki tehlikeyi sindirmek, sonra dönüp güneyde Filistin halkının direnişini kırmak ve burada sağlayacaklarını sandıkları başarılarla Irak’ta ABD ve müttefiklerinin işini kolaylaştırıcı bir bölge ortamı yaratmaktır. Zira Irak halkı, işgalcilere karşı bıçak sırtında duran bir gerginlik içinde tepki göstermek üzere tırmanın dinamikler taşımaktadır. Bunu bilen Bush yönetimi, Irak’ın kaderinde Lübnan direnişinin kırılmasının önemini sık sık vurgulamaktan geri durmamakta ve bu nedenle çömezi İsrail’e karşı açık destek vermektedir. Oysa savaş meydanından gelen haberler bu umutları suya düşürmeye devam ediyor. Galibiyet diye girilen savaşta sonuç alınmıyor, hakemleri taraf olan bu savaş durmadan uzatmaları oynamaya mahkum kalıyor. Uzatmalar kural dışı olarak tekrar tekrar yeniliyor. Bölgemizde savaş tarihçe bilinen tüm kurallarını kaybetmiş haliyle sahneleniyor.



8. günü itibariyle savaş gelişmeleri saldırganların hiçbir hesabını denk kılmamıştır. Bu gerçek savaş uzatmalarının ve kuralsızlıklarının, savaş suçu sayılacak yüzlerce cürümün işlendiği bir ortamda, ABD’nin Lübnan’a yiyecek, İsrail’e tomahog bomba yardımında bulunmasının ahlaksız ikileminde elde edilen sonuçlar hesaplarının denk olmadığını göstermeye yeterlidir. Bunu en yetkili ağızlar tekrar etmektedir. “Böylesi bir direniş ve böylesine örgütlü ve disiplinli bir askeri gücü karşımızda eklemiyorduk, biz, önümüzde birkaç saat durma şansı olmayan, sıradan bir milis gücü çıkabileceğini düşünmüştük. Arap-İsrail savaşlarının tarihinin hiçbir kesitinde tanık olmadığımız bir direnişle ve İsrail’in içlerine karar uzanan füzelerle yüz yüze kaldık. Saldırılarımızdan da, Hizbullaha karşı etkin bir sonuç elde edemedik, tüm hesaplarımız alt üst olmuştur, her şeyin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.” Mealinde yükselen söylemlerine ek, 2 milyon İsraillinin hükümetlerinin acımasız savaş politikaları sonucu sığınaklarda yaşamaya mahkum olması ve tüm kuzey illerinde iktisadi, turistik, taşımacılık ve iş olanaklarının durması eklenince, bu savaşın hangi yeni dengeleri yaratacağını göstermesi açısından önemli birer veri oluşturmaktadır. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. Arap-İsrail savaşının tarihinde halkın direniş kuvvetleri sürece girmiş, Arap yönetimlerinin ve devletlerinin hiç bir koşulda elde edemediği başarıları elde ettiği görülmüştür.



Irkçı insanlık suçu olan Siyonizmin devleti İsrail, önüne gelen her Arap devletinin askeri güncünü bir iki günde yerle bir etmeye alışmıştır. Her savaşta, kesin bir askeri zafer elde etmeye alışmıştır. Her ne kadar tüm işgalleri ve askeri zaferleri hiçbir siyasi sonuç üretememiş ve bu anlamda her bir askeri başarısı yeni bir direnişin doğumuna ve yeni bir savaşın nedeni olma anlamına gelmişse de, bölgedeki iğreti varlığını kendin tatmin eden bu yöntemlerle ayakta tutmaya çalışmıştır. Vatandaşlarını üstün savaş mekanizmasının aldatıcı ve geçici gücüyle oyalamıştır. Anca bu gün, Lübnan’a karşı yürütülen savaşta tüm hesapları alt üst olmuştur. 8. Günüde Arap devletlerinin hiçbir zaman ulaşamadığı Hayfa , Nasıra gibi İsrail denetimindeki iç şehirlerine Halkın direniş gücü Hizbullahın füzeleri yağmur gibi yağmaktadır. Hiçbir önlem İsrail’i bu sert direnişten kurtaramamaktadır. Düzenli ordularla elde edilemeyen Arap zaferi halkın direniş güçleriyle elde edilmeye başlanmıştır. Zaman artık İsrail lehine değil, tersine yıkımına doğru işlemektedir. Bilimsel anlamıyla tüm askeri zaferin verileri, kimin daha çok bina yıkıp kişi öldürdüğüyle ölçülmediği açıktır. Hiç ulaşılmaz ve yenilmez ve yıkılmaz sanılanların aldığı yaralar ve ardından gelen dağılma, hangi ivmelerin başarı şansına daha yakın olduğunu göstermeye yeterlidir. II. dünya savaşında en çok insan kaybı ve en çok yıkıma uğrayan Sovyetler birliği ve Batılı müttefiklerdi. Hitler, savaşı bu ölçüde son ana kadar sürdürmüştü, ancak gedik açılıp çözülme başlayınca, dışta süren savaş Nazi Almanya’sının iç şehirlerinde etkisini gösterince, Hamburg, Munih, Sututgart ve diğer büyük şehirler sosyalistlerin, batılı müttefiklerin füzeleri altında inlemeye başlayınca, o dev ve yıkılmaz sanılan Nazi askeri kudreti, dayandığı tüm haksız ve ahlaksız savaş suçu girişimleriyle adım adım yıkılıp yok olmuştur. 20 milyon Sovyet vatandaşı ve yakılmış toprakların dev boyutlu zararları, Hitler nazizmini başarıya ulaştıramamıştır. Bu gün tarih, küçültülmüş verileriyle, aynıyla Lübnan sahasında yaşanıyor gibidir.



8. günüde savaş tüm şiddetiyle sürerken, Lübnan halkı üzerine oynanan böl-yönet oyunlarının da tümü iflas etmiştir. Lübnan halkı üç beş siyaset kalpazanı dışında tüm etkinlikleriyle direniş örgütünü İsrail düşmanlarına karşı savunmaya başlamıştır. Bir birlerine düşmesi beklenen, Hizbullahı ilk bombaların ardından arkadan vurulacağı üzerine şart koşanlar, Lübnan halkının sert tokadını yemiş durumdalar. İsrail’in bu şaşkın ve acımasız savaşının nedenlerinde biri de bu olmuştur. Yayın kuruluşları dahil tüm çevrelere ve özellikle sivil kurum ve kuruluşlara füze ve bomba yağdırmakta tereddüt etmemiştir. Pusuda olanların, savaşın dinmesini bekleyen ve ilk fırsatta direnme güçlerine saldıracak olduğu belli olan kimi siyaset tüccarı ortaklarını beklemeden giriştiği bu kıyım, İsrail’in karşısında bölgemizin direnme kahramanı olan Lübnan halkı olduğu gerçeğine bir işaret olmuştur. Lübnan halkının tarihi bu destanlarla yazılıdır demek yanlış olmayacaktır. Hizbullah bu halkın bir parçasıdır. Bir halkın tarihi içinde böylesine kahramanlar yaratan nedenleri kavramak, bu direnişin anlamını ve bölge halkları için taşıdığı yeri anlamak demektir. Filistin kurtuluş örgütünden Hizbullah’a kadar, bu bölge, peygamberleri kadar direnme etkinlikleriyle bereketli topraklara sahip olduğunu göstermektedir.


Hizbullah, bir direnme örgütüdür. Bir halk örgütü ve oluşumunun, doğal, haklı ve kaçınılmaz nedenleri bulunmaktadır. İsrail işgali bunun ana nedenidir. Bir başka neden ve itimle böylesine kapsamlı, böylesine halkın içine sinmiş ve haklı davası için ölümüne gidebilecek on binlerce militanı bir araya getirmek mümkün olmadığı gibi insan doğasına da aykırıdır. Bunu Batılı devletler de açıkça belirtmektedir. Avrupalı ülkeler her zaman Hizbullahı ABD gibi terör örgütü ilan etmeye yanaşmamıştır. Zira bu örgütün, ülkesi Lübnan ve işgal altındaki topraklar dışında hiçbir askeri faaliyeti olmadığı gibi, ne Lübnan içinde ne de herhangi bir Lübnanlı siyasal eğilime karşıtı olsa da askeri aracını kullanmamıştır. Hizbullahın, ülkesinin işgal altındaki topraklarını, esir edilmiş vatandaşlarını ve ülkenin askeri tehlike karşısında korunup savunulması diye üç başlık altında özetlenebilecek hedef dışında hiçbir hedefi bulunmamaktadır. Bu hedefler de tüm insanlık için ükleri ve vatanseverliklerinin mantıksal tutumları açısından


Ve bilinmeli ki, özellikle ülkemiz halkı ve siyasal çevreleri tarafından algılanması gerekli olan en önemli unsur, halkın direniş örgütü Hizbullah, adının verdiği ön yargının örgütü olmadığıdır. Evet İslami esasları olan bir direnme örgütüdür ancak ne tekfirci-vahabi el Kaidedir ne de Zarkavi yada, aynı adı kullanan Türkiye’deki ilkel şeriatçı terör örgütleriyle uzak yakın bir ilişki ve benzerliği bulunmaktadır. Hizbullah, bölgemizde gelmiş geçiş tarihin en etkin halk destekli ve katılımlı, siyasal, sosyal kültürel ve askeri direnme örgütüdür. Bu örgüt yıkıcı İsrail Siyonistlerinin işgal ettiği toprakların bağrından doğmuştur. Bu örgüt, halkından aldığı inanılmaz derinlikte ve genişlikteki destekle, 2000 yılı mart ayında güney Lübnan topraklarının önemli bir kısmını, İsrail’in dev askeri gücünü ezerek, kurtarmıştır. Kurtarıcı olmuştu ama, hakkı olmasına rağmen, zafer kazanmış tüm direnme örgütlerinin iktidar olma haklarına rağmen, onlar ülkelerinin özgün yapısına sadık kalarak, gerçek anlamda hak ettikleri niceliksel ve niteliksel olanaklarda ısrar etmeden, iktidarı diğerleriyle paylaşmayı bilmiştir.



Bu örgüt Lübnan’ın Arap alemindeki onurlu yerini sağlayan örgüttür. Bu onur Lübnan halkı tarafından her aşamada yeniden teslim edilmiştir, son seçimlerde parlamentoda etkin yer almasını , hükümette iki bakanla teslimine kadar uzanmıştır. Basım yayım kuruluşlarıyla uydu kanallarıyla, eğitim, sağlık, hizmet kurum ve kuruluşlarıyla Lübnan’ın özgün dokusu içinde en güçlü ev en etkin siyasal bir örgüt konumuna yükselmiştir. Devletin bir çok alanda ve özellikle güney Lübnan’da yapamadığı tüm hizmetleri halkına ulaştırmıştır. Bu süreç direnme hareketine oldukça meşru bir yer kazandırmış, son seçimlerin oluşturduğu hükümet bildirgesinde hizbullahın Lübnan halkı adına talep ettiği tüm istekler yer almıştır; Şeba mezrasının kurtuluşu, esirlerin özgürlüğe kavuşması, vatan savunması için temel düşman İsrail’e karşı önleyici stratejilerin oluşturulması, hükümet bildirgesinde açıkça ilan edilmiştir. Ve Hizbullah bu bildirgenin verili haklarını kullanmaktan başka bir şey yapmamıştır. Lübnan halkının ezici çoğunluğunu temsil eden hükümetin ilan ettiği hedefler dışında bir davranışta bulunmamıştır. Böylesine dikkatli ve meşru temellere dayalı bir rota içinde halkın desteğiyle gelişen direnme örgütün çabalarını, bir başka anlama götürmek yada bir başka yerde aramak abesle iştigaldir. Hizbullah bölge tarihimizin bildiği en meşru direnme hareketidir.


Bu gün işte böylesi önemli ve tüm bölge halkları için bir kurtuluş ümidi olan, örnek teşkil eden direnme örgütü kırılmak istenmektedir. Halkların iradesini burada kırmak istemektedirler. Bunun için Emperyalistler, yerli bekçileri ve teslimiyetçi yönetimler el birliği etmiş Lübnan halkının bu onurlu direnme örgütünü katletmeye çalışmaktadırlar. Afganistan’dan Kafkaslara, Irak'tan ak denize uzanan güzergahta yeniden şekillendirmek istedikleri bölgemize dayatılan bu yıkım ve kıyım, Lübnan sahasında halkın direniş örgütü Hizbullahın tasfiyesi sahnelenmektedir. Bu tasfiye üzerine kurulan kimi planlar, bölgenin son direnme odakları Suriye ve İran’ı kuşatmış olacak ve bin yıllık karanlığın çökmesi için son darbe indirilmiş olacaktır.



Bu satırların yazarı laiklik ilkesi mihverinde, insan hakları, demokrasi ve özgürlük mücadelesi yolunda on yıllarını sürgünlerde tüketmiştir. Sosyalizmin yükseliş ve çöküş dönemine tanık olmuştur. Bu gün de yükselen dini hareketlerin tanığıdır. Siyasetin sosyal işlevlerine ve halklar için gerekliliğine olan inançla, içinde bulunulan kesite kitlesel direnme hareketleri olarak ortaya çıkan dini kökenli de olsa bu halk hareketlerini ciddiye almayı gerekli görür. Soğuk savaşın bitimi ardından dünya güçler dengesinde oluşan ve halkların aleyhine gelişen bu ortamda, halkın sığınacağı tek yer olarak kendini gösteren değerler etrafında direnmeyi tercih etmesi ve bunun sonucu olarak bu tür direnme hareketlerinin derin ve geniş bir kitlesel destek görmesi yadırganamaz. Tersine işlevleri bakımından, amaç ve araçları bakımından, en azından bu kesit itibariyle halkın yararına bir işlev gördüklerinin teslim edilmesi ve desteklenmesi gerektiğine inanır. Özellikle vatansever bir direnme hareketi kapsamında olmaları, yayılmacı ve terör eğilimleri taşımamaları bu hareketlerin desteklenmesinde etkin olmayı bir görev olarak önümüze koyar. Hizbullah ve Hamas işte böylesi birer örgüttürler. Ve böyle oldukları için, terör eğilimli el Kaide ve Zarkavi türü hareketler tarafından düşman ilan edilmiş, bu ilan da bu örgütlerin halk yararına doğru yolda olduklarının bir ifadesi olmuştur.


Lübnan üzerinde sürdürülen Siyonist İsrail ve ABD’nin kirli savaşta, direniş güçlerinin kazanmakta olduğu başarılar, halkın ne ölçüde etkin bir destekle bu kirli savaşa karşı durduğunu anlatıyor. Nitekim savaş cephesinden gelen bilgiler, 8. Günü itibariyle savaşın beklenmeyen bir denge içinde ilerlediğini, İsrail yayılmacılığının önü sert biçimde kesildiğini göstermektedir. Arap devletlerinin dayanmakta aciz olduğu süreler de aşılarak, Siyonistlere ağır darbeler indirilerek vatan topraklarının savunmasını sürdürmektedirler. Kara savaşının ilk verileri ise, İsrail askeri ve siyasi çevrelerini ciddi sıkıntılara sevk etmiştir. Karşılarında düzenli ordularda bile emsali olmayan inan ve kararlılıkta, eğitim ve taktikte bir askeri güç bulmuşlardır. Hava sahasının Her zaman İsrail tekelinde olmasının yarattığı dezavantajlar ilk kez karada sağlam bir yapıla aşılmaya çalışılmaktadır. Zaten askeri uzmanların birleştikleri en önemli nokta, Arapların, İsrail’in hava üstünlüğünü aştıkları an bu sorununda sonunu getireceklerine kanaatleri tamdır. Yarım asırlık bir savaş sürecinde geçte olsa böylesine adım adım aşamalar kat etme becerisi, gelecek savaşların artık bir çok şeyi alt üst edeceğini müjdeliyor; Araplar İsrail’le askeri dengeye geldikleri an, tüm dünya İsrail’in arkasında da olsa, kalıcı siyasi kararlar Arap halkının haklı davası lehine sonuçlanmak durumunda olacaktır. Bu savaşı “var olmak yada olmamak” diye ilen edenler, haksızlıklarının kefaretin ödeyerek hak ettikleriyle yetinmek durumunda olacaklardır.



Bu savaş daha bir süre devam edebilir ve bölgesel bir savaşa doğru da tırmana bilir. Dünyanın tüm lojistik desteğini arkasına alarak halkları ezebileceğine kanaat getirmiş olanların bu küçük ülkede yaşadıkları tıkanıklık, kararlı ve haklı davası uğruna direnen halkın gücünü önemli bir gösterge sayılmalıdır. Bu savaşta işgalcilerin göstereceği ilerlemeler, halkı tarafından etkince desteklenen direnme hareketlerini asla kıramayacaktır. Bölgenin tarihi tüm göstergeleri bunu ifade eder. Bu savaş Lübnan halkının direnme güçleri tarafından tüm bölge halkları adına yürütüldüğü gerçeği, Siyonistlerin ve ABD politikalarının hiçbir askeri zaferle dikte edilemeyeceğinin de bir kanıtıdır. Ne askeri bir sonuç ne de siyasal bir sonuç alamayanların yarım asırdır bölge halklarına dayattıkları bu kirli savaşın tek mağlubu yine bunlardır. Bölgeyi üç yüz yıl işgal eden haçlı dış güçleri şimdi nerededir, Roma, Bizans nerededir. Hepsi tarihe karışmasına karşı bölge halkları hala toprakları üzerinde dış güçlere karşı direnmeye devam etmektedir. Bu hamlede gelip geçicidir. On binlerce mil öteden, II. Dünya savaşının kefareti olarak bölgemize yapıştırılan Siyonist İsrail devletinin adıyla haksız ve ahlaksızca dayatılan bu kirli savaşta, tarihteki diğer örneklerinin bir tekrarı olarak yok olacaktır. Son elli yılın bölgemiz direnişinde hangi ivmelerin yükselişte olduğunu gözlemlemek bölge geleceğinde halklarımızın kazanan tek taraf olduğunu anlamak için yeterlidir. Bu gün tüm koşullar en olumsuz düzlemiyle de olsa halkların bu ölçekte kararlı bir direniş yapmasına zemin oluyorsa, kazanan tarafında bölge halkları olacağına yeterli bir belirtidir. Bu verileri Ülkemiz için doğru değerlendirmek bir vatanseverliktir.



Bilinmeli ki,Türkiye’nin bu savaştan zarar görmemesi mümkün değildir. Büyük orta-doğu, yeni orta-doğu denilen alanın tam ortasında Türkiye bulunuyor. Kirli savaş mimarlarının gerçek hedefleri arasında Türkiye’nin yeri Lübnan’dan çok daha önemlidir. Bu zulüm çarkında ezilme sırası gelmeyecek hiçbir ülke yoktur.


Bu satırların yazarı 80’li yıllarda örgütünün başında İsrail’e karşı, Lübnan halkının Filistin davasının bir neferi olarak mücadelede yerini almıştır. 1982 savaşı ve Beyrut kuşatmasında, Orta Doğuda bulunan Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi örgüt birimleri, İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü haksız savaşa ve işgale karşı cephelerde fiilen savaşmış, yoldaşlarımız şehit olmuştur. Beyrut kuşatması altında yoldaşlarımız, en etkin mücadeleyi göstermiş Lübnan halkıyla omuz omuza olmuştur. Bu onurlu tarihin tüm deney ve birikimleriyle bu günkü savaşı yakından izleyen bizler, bir kez daha etkin bir yer alışla Lübnan halkının haklı mücadelesinin yanında olduğumuzu ilan ederiz.



Bu satırlardan çağrımız odur ki, bölge sorunları birinci dereceden ülkemizin de sorunudur. Bu sorunlar karşısında,bölge halklarının yanında, haklı davaları ve direnmelerinin yanında olmak, işgalcilere, emperyalist çıkar çevrelerine, Siyonist nazil saldırganlığına dur demek onurlu bir vatanseverlik tutumudur. Bundan kaçınmamak, her ne şekilde olursa olsun halkların direnişine omuz vermek tarihsel bir görev olarak hepimizi beklemektedir.


Hiç yorum yok: