12 Eylül darbesi ülkemize gelip çöktüğünde en büyük darbeyi ve yarayı devrimci hareket aldı. Hazırlıksız yakalandı. Sonu feci şekilde biten bir süreç oldu. Bu karanlık sürece karşı dünyanın tüm devrimci hareketlerinde olduğu gibi, ülkemizde de geri çekilme ve bir nefes alımı için emin limanlara çekilme gereği doğdu.
On binlerce devrimci öncelikle Ortadoğu'ya aktı. Suriye bunun önemli bir kısmına ev sahipliği yaptı. Yaralar hızla sarılmaya, toparlanmaya ve kayıpları telafi edip çalışma tarzı yenilemek ve dinamiklerle faşizme karşı direniş için, elden gelen her şeyi yapma koşulları oluşturuldu. Bu amaçla direnmek isteyen istisnasız tüm siyasal hareketler canla başla çalıştı.
Her eylemin başlangıcı nesnel veriler üzerinde yükselen bir iradedir. Koşulları varsa ve imkanlar yeterliyse bu niyet fiil olur. Fiil ise üzerinde oluştuğu veriler kadardır. Ancak, nitelikçe olay bu fiile girişmektir, nicelik ise verilerle ilgili ya yoğun ya da zayıf kalabilirdi.1982’lere doğru giderken bu adımlar hızla atılmaya başlandı. Kürt özgürlük hareketi başta olmak üzere direnme hattını seçen tüm örgütler silahlı-silahsız direnmeleri yükseltmeye çalıştı. Bu amaç ve iradeyle yürüdü.
Bu iradenin varlığı önemliydi. Yeterlilikler ve yetersizlikler ise işin diğer boyutudur; ancak bu irade ve fiile rağmen, ortaya konan çabaları küçük göstermek için bir takım itirafçıların hor görülerini sağa sola üflemeleri ise devrimci harekete Özel Harp Dairesi'nin işidir.1982 yılı, 12 Eylül rejimine karşı direnme hattını seçenlerle, teslim olmaya dahi yetecek birliğini koruyamayanlar arasında bir ayrışmaya tanık olundu. Her örgüt açısından olay farklı cereyan etti. Biz Acilciler olarak bunu kamptan ve mücadeleden kaçanlarla, itirafçıların kışkırtmalarıyla teslimiyeti seçenleri gördük. Hızla da atlattık.
1982 Haziran’ında onu aşkın devrimci örgüt direnme hattını seçerek Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi'nin kuruluşunu ilan etti (FKBDC). Bu cephenin kurucu üyesi olarak bizler, diğer devrimci örgütlerle birlikte, direnmenin her iki yakasında da yerimizi alıyorduk. Silahlı ve silahsız direnme araçlarını gücümüz ve olanaklarımız oranında yerine getirmekteydik.Aynı kesitte sendikaların, köklü parti ve siyasal hareketlerin 12 Eylül öncesi on binleri sokaklara dökme koşulu olanların, ortalıktan tamamen silinmelerine rağmen, bu ülkenin direnme güçleri, direnişlerini sürdürme kararı aldı ve bunu yürüttü.
Bu direnişi yoğun olarak Kürt özgürlük hareketi temsil etti. Daha çok silahlarıyla dağları, bayırları kapsayan mücadelesiyle, şehitleriyle bunu yaptı. Bu bütün içinde diğer örgütler şehirlerde yapabilecekleri her şeyi ortaya koydu; bildiri dağıtımından yazmaya, silahlı eylemden korsan gösteriye kadar yapılması mümkün olan şeyler aksatılmadan yerine getirilmeye çalışıldı. Ortak ülkemizin devrimci hareketi gerçek anlamda birlikte hareket ederek bir direnme hattı oturtmaya çalıştı. Bunun ne kadar başarılıp başarılmadığından önemlisi bu iradenin ortaya konması ve bunun için fiili adımların atılmasıydı. 12 Eylül karanlığına karşı direnmeyi değerlendirirken başka türlü bir yaklaşım yapılamaz. O gün yapılması gerekenler verili olanaklarla yapılıp yapılmadığını sorgulamak gerek, ötesi abartmadır. Bu abartmaların olmasını bekleyen aptallar ise direnmeyi küçük düşürmek için, ortalıkta hiçbir şeyin olmadığı şüphesini yaygınlaştırarak gerçekleri örtmek isterler.
Tarihte olan her direnmenin ve devrimin bu gün itibariyle ortaya çıkan gerilemesine bakarak da, bunların birer vehim olduğunu iddia etmek güç değildir. Bir takım itirafçılar “Direnmek gereksiz bir çabadır, varsa da anlamsızdır sonuçsuzdur çapsızdır” dediler. Bu inkarcılık, bu güne dönüp baktığında tarihin tüm direnmelerini devrimlerini de inkar eden, onları hor gören bir yaklaşım içinde olur; nitekim iyi izleyiciler bunun öyle pazarlanmakta olduğunun yabancısı değillerdir.Olay bu değildir. Nitekim 12 Eylül karanlık rejimine karşı direnmenin bu gün itibariyle sonuçlarına baktığımızda küçümsenmeyecek bir tablo olduğunu görmek zor değildir. İşte Kürt sorununun aldığı uluslararası boyut ve buradan ortak ülkemiz demokrasi mücadelesinde açtığı kanalları, yıktığı tabuları, hala zorlamakta olduğu statüler, direnmenin birer başarısı olarak dünden bu güne taşınmıştır. Burada hangi örgüt ne yaptı gibi bir yarışın anlamsızlığına girmeyeceğim. Ortak ülkemizin direnme çizgisinden yana olanlar ve buna katılanlarla bunun dışında olanların ayrımını yapmakla yetineceğim.
Örgütümüz adına ise söyleyeceğim şey 12 Eylül rejimine karşı verili tüm imkanları kullanarak direnmeye çalıştığımızdır. Bu uğurda silahlı silahsız eylemlerimizle, siyasal gelişmelere karşı kesilmeyen çabalarımız ve direnme çizgisini yükseltme amaçlı girişimlerimizle sürecin bir parçasıydık. Yurt dışında örgütsel çalışmaya yaşam alanı açmak ve sınırları her alanda delerek giriş çıkış imkanları yaratmak ve bunu tüm direnme güçleriyle paylaşmak dahil silahlı silahsız her çabayı ortaya koyarak yerine getirmeye çalıştık.
Özel Harp Dairesi işleriyle kesişenlerin çabaları, devrimci saflarda mütalaa edilmeyecek bir yerdedir. Onlar arkadan nal toplarcasına özel hafiyeler gibi direnme övgüsüne saldırdığını sorgulamak yerinde olacaktır. Bu da ikinci kuşak Ergenekoncularının kendilerini belirginleştiren ortaya koyuşlarıdır.
Tek tek örgütleri baz alarak kıyaslama basitliğine düşmeden ülkemiz devrimci hareketini bir bütün olarak algılayıp konuyu ele aldığımızda görülecek ki, her ülkede olduğu gibi ülkemizde de direnen ve direnmeyenler vardı. Doğal olarak direnme çizgisinde olanlar da bin bir türlü direniş içindeydiler. Düzenli gerilla birlikleriyle dağlarda direnenler yanı sıra, şehirlerde zaman zaman askeri eylemlerini yükseltip diğer araçları da direnme sürecine katanlar bulunmaktaydı. Bunlar bir bütündü, üstelik FKBDC adı altında da siyasal bir birlik içindeydi. Bu adımı atmış, bunun fiili gerekleri için özveriyle çalışıyorlardı. 12 Eylül rejimi bizleri örgüt örgüt ayırıp özel bir muameleye tutmuyordu. Hepimizi düşman sayıp katletmeye çalışıyordu.
Bunu her yerde, ülke içinde, zindanlarda, yurt dışında ulaşabildiği her yerde kanlı biçimde yapıyordu. Doğal olarak direnme de her yerdeydi, ülke içinde olduğu kadar dışında da kendi özgünlükleriyle, ülke içindeki çabalara katkılarıyla direnme vardı.Bu gerçekleri görmemezlikten gelip hafife almak, kasıtlı değilse ahmakçadır. Dünyanın tüm devrimleri ve direnmeler çok kısır olanaklarda, çok zor koşullarda ve bin bir araçla yürütülmüştür. Büyük bir çoğunluğu da bastırılmıştır. Buna bakıp dünyada direnme olmamıştır denebilir mi, buna bakıp şehitler, yaralılar, illegalin amansız denklemlerindeki çabalar, direnme değildir denebilir mi?
Bu konuda, bu güne dek hiç kimse 12 Eylül rejimine karşı en küçük bir çabaya bile saygısızlık yapmamıştır. Bu çabaları küçümsememiştir. İtiraf kompleksliler yeltenmiştir. Bu aptal bir süredir devrimci hareketin tüm değerlerine saldırmakta zıvanadan çıkmıştır: Filistin halkının meşru hakları ve devrimci mücadelesine yapılan katkıları bile “paralı askerilik” olarak görecek kadar saçmalayanlardır!..
Tüm devrimci hareketin faaliyetlerini, bir yerlere yamalamak için Özel Harp Dairesi'nin devrimcilere ait temiz bir alan bırakmama taktiği gereği çamur atanlardır. Bu tipler Kürt özgürlük hareketine yönelik milliyetçi reflekslerini bir kin olarak kusması hiçte uzak değildir. Direnme söylemine bu tepkinin varacağı ilk durak budur.Bu konunun tartışmasında şu ya da bu örgüt adını anmak, ayrıntılara inip örgüt içi tartışılacak sorunu internet ortamında ifa etmek doğru değildir. Bu gibi ihbarcı çabalar direnme karşıtlarının işi olabilir, bizi ilgilendiren konunun özüdür, direnme ve direnme safında yer alıştır. Hangi örgütün ne kadar ve nasıl direndiği ise, o örgütün iç değerlendirmesidir ve görelidir. Avrupa konformizminin rahatlığında, direnme saflarında ayrılıkçılığı körükleyin itirafçıların bu kulvarda söyleyecek ne bir sözü ne de yeri vardır.
Özgürlük mücadelesi veren Kürt hareketinin direnişini inanılmaz akıl zorlamalarıyla bir yerlere yamama ya da tehlikeli, hatta terör olarak gösterme çabaları buradan kaynaklanmaktadır; bunu da daha çok tarihlerinin hiçbir dönemlerinde direnememiş ve direnme gerektiğinde teslim olmuş siyasal eğilimlerin yapması tesadüf değildir.Yarınları kurmak için dünyada tüm direnme hareketlerinin ısrarla izlediği bir gerçek vardır. O da geçmişin en küçük bir olumluğunu yenilemek ve ilerletmek için öne çıkarma çabasıdır. Hataların, yetersizliklerin, başarısızlığın bataklığında düşünceleri köreltmek yerine, olumlunun taşıdığı başarı umudunu yükseltme çabasını öne çıkarmak, başarıya giden yolun önemli bir adımıdır. Direnme süreçlerinin deneyleri bunun başarı için önemli olduğunu gösteriyor. Biz de geçmişimizin onurlu çabalarını boyutuna bakmadan öne çıkarıyor, onu yükseltme amacı taşıdığımızı ilan ediyoruz. Bizim bu çabalarımıza karşı, itirafçı gibi bir dizi kukla “abartmayın, başaramadınız, başaramazsınız, yetersizsiniz, gücünüz yetmez, kendinizi dev aynasında görüp kendinizi aldatmayın” diyor, bunu kulaklara şüphe ve kuşkuyla birlikte fısıldıyor; biz de abartmadan diyoruz ki; bu fısıldamalar kimin işidir soruyoruz. Elimizdeki tüm bilgiler bu hor görücü çabaların geri planında Özel Harp Dairesi'nin olduğunu gösteriyor.
12 Eylül Rejimine Karşı Direnmenin Sonuçları12 Eylül rejimine karşı direnenler, alabilecekleri önlemleri sonuna kadar zorlayarak bu mücadeleyi yürüttüler. Hiçbir devrimci körü körüne bir yerlere atılarak direniyorum adı altında bir iş yapma macerasında olmadı. Eksik oldu, fazla oldu, bu konumuz dışındadır. Ama devrimci güçlerin önemli bir kısmı her şeye rağmen direnme kararındaydı ve bunu fiili olarak yaşama geçirme atılımı yaptı. Bu amaçla kendini yeniden yapılandıranlar da vardı.Direnme amacı taşıyanlar, bu süreçte bin bir araçla direndiler. Tecrübesizlik, eksiklik, yetmezlik, olanaksızlık, başarısızlık demeden direndiler, dönüp bir daha direndiler. Kendi adımıza konuşacak olursak, en az üç kez merkezi düzeyde yakalanmalarımıza rağmen, dönüp yeniden direnişi yükseltmek için ne var ne yok her şeyimizi ortaya koyup devam ettik. Diğerleri bizden farklı değildi. Kararlılık devrimci harekettin kendini belirgin eden bir göstergesiydi. O gün bunun önemi çok büyüktü. O gün bir yaprağın kıpırdanması bile güçken; bu kararlılık ve bu duruş, direnmeydi. Bu gerçekleri hiçbir itirafçı rezil adam kirletemez.Hata yapmamak için iş yapmamak gerek.
Direnenler hata yapmayı göze aldılar. Geçmişin bu onurlu çabalarını, bu günün ortamında küçük düşürmek ve hafife almanın bir durum değerlendirmesinin, düşünce alış verişi kapsamında görülmesi mümkün değildir.Direnme ölçüleri tarihin her kesitinde belirgin özelliklere sahiptir. Bunların en önemlisi direnme iradesidir. Bu irade direnmek isteyen tüm örgütlerde vardı, tersini de kimse iddia edemez.
FKBDC bu amaçla kuruldu ve devrimci örgütler arasında direnişin yükseltilmesi açısından olumlu bir rekabet de yaratmıştı. Evet yakalanmalar, ölümler, zarar ve ziyanlar, yetersizlik ve tecrübesizlikler çoktu. Ama örgütsel karar ve yönelim direnmeden yanaydı. Bu amaçla elde olan her şey seferber edilmişti. Hiçbir dış kaynağa sahip olmadan, kendi dar olanaklarıyla kavrulan, deneyimsiz ve genç bir devrimci hareketin gösterdiği bu irade, direnmenin yarısıydı. Buna saygı duymayanların, bu gerçekleri algılama şansları hiç olmayacaktır. Bu nedenle bu gün direnmeye karşı gösterdikleri refleksler ortaya çıkmaktadır.
Daha iyisi yapılmaz mıydı, evet yapılırdı. Bunu bu gün söylemek çok kolay. O gün bir taş atmanın bile direnme olduğu kesitte, irade beyan etmek çok ayrıdır. O süreci tüm ayrıntıları ve detaylarıyla yaşayan bu satırların yazarı, direnme hattında yer alma iradesi gösteren tüm örgütlerin abartmasız 80-90 yılları arasında mümkün olan tüm araçlarla eylemlerini ortaya koymaktan çekinmediler. Bu çabaları hafife almak en hafif deyimiyle edepsizliktir.Bilindiği gibi, 12 Eylüle karşı en kapsamlı ve en ciddi direniş; ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi gücü olan Kürt özgürlük hareketi tarafından ortaya konmuştur. Bu hareket ortak ülkemizin direnme hattı içinde bir hareketti. Ağırlığı ne olursa olsun, onunla birlikte olanların oluşturduğu bir hattı. O da biz gibi direnme mücadelesinin bir parçasıydı.
1982 Haziran’ında Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’ni (FKBDC) ve sonrası Devrimci Birlik Platformu'nu (DBP) kurduğumuzda devam eden hat buydu; bir direnme hattıdır bu. Bu hattın direnmediğini iddia etmek ancak aptallara mahsustur.Kürt özgürlük hareketini genel Türkiye devrimci hareketinden yalıtarak ele almak en azından dün için insaflı bir yaklaşım sayılamaz. Kaldı ki, 80’li yılarda devrimci hareketin bin bir nedenle iç içe giren süreçleri, direnme adına ortaya ne konduysa tüm tarafların katkılarıyla olduğu gerçeğini göstermeye yeterlidir. Dün, tek tek örgütlerin direnmeden yana konumlarını yorumlamanın hiçbir anlamı da yoktu.
Dünyanın her yerinde de direnme böyle olmuştur. Süreci bir biçimde yürüten öncüler vardı, ama bu diğer katkıları dışlamaz. Ayrıntılara dalmak, kimin hangi düzeydeki kadroları nerede ne yaptı ya da ne yapabilirdi ve neden öyleydi gibi bu gün için geçmiş bir tartışmayı güncellemek, demagojiden ibarettir. Bu didiklemeler devrimci hareketi küçük düşürmek için, tarihinde kayda değer tüm izleri yok saymak için harcanmış derin devlet çabalarıdır. Yolları bu karalamalarla kesişenlerin tepkilerini anlamak güç değildir.
12 Eylül faşist askeri diktatörlüğüne karşı direnişin istenilen kesitte sonuç almadığı doğrudur. Ancak bu direnmenin hiçbir şeyi başaramadığı iddiası ise tamamen gerçek dışıdır. Her şey bir yana, ülkemiz mozaiğinin bu gün 12 Eylül iradesine ve tek boyutluluğuna karşı kazandığı sonuçlar ve kendini demokrasi mücadelesinde eğitme açısında edindiği tecrübeler bile, başarlı sonuçları olduğunu göstermeye yeterlidir.Bu gün Kürt halkının kazanımları ve dolaysıyla anti-demokratik devleti kıstıran, daha çok açılıma sevk eden etkinliklerin o günlerin direnmesinin bir ürünü olduğu inkar edilemez. Kürt halkının ezici çoğunlukla Kürdistan bölgesinde özgürlük hareketine gösterdiği eğilim, bir halkın direnme hattıyla kazınılmasının açık ifadesidir. Bunlar da direnmenin doğrudan ürünüdür. Milyonlarca insan bu süreçte demokrasi mücadelesi eğitiminden geçmiştir. Bu gün, ilk kez bu ölçüde bir yoğunlukla, grup kuracak boyutlarıyla, özgürlük ve demokrasi sesi meclise “bin umut adayları” yla taşındıysa, bu da dolaysızca dünkü direnmenin bir sonucudur.
Bu direnmeye hepimiz her şeyimizle katıldık. Bu gün etnik kimlik hakları için üzerindeki ölü toprağını silkelemeye yönelen halkların kendilerini ifade etme çabaları da bunun ürünüdür. Bu güne geride ne kaldıysa dünkü direnişin ürünü olduğu da unutulmamalıdır.
Milliyetçi etkiler, Türkiye devrimci hareketine ağır darbe indirdi. Direnme hattındaki yerini oldukça zedeledi. Buna rağmen dün isimleri ne olursa olsun bu gün de hangi ad altında olursa olsun direnme hattından yana olanların direnişi sürdürme çabaları devam etmektedir. Bir toparlanma, bir yeniden organize olma çabalarının yükseldiği bu koşulda, önümüzdeki örnekler kazanılmış sonuçların kaynağında yatan dünün direnme geleneğidir. Bunu yükseltmek, kendini yetmezlikle, hata yapmakla, yanlıştan kurtulamamakla kıskıvrak çeviren bir algılayıştan çok daha önemlidir. Biri daha çok teslimiyete diğeri yeni başarılara götürür.Kimse yanlış anlamasın; silahı alıp savaşın diyen yok, söylenen gayet açık, direnme hattı tüm etkinlikleri ve araçlarıyla başarının dünkü ve bu günkü tek yoludur. Bu yol içinde yeri ve zamanı geldiğinde tüm araçları ve faaliyetlerini ihtiva eder. Hazırlıklarımız en iyi düzeyde olmalıdır. Ancak hazırlık adı altında sonsuza süren bir sürecin mahkumu olmak gibi sonu teslimiyete uzanması mukadder durumlara da düşmemek gerekir.
12 Eylül rejimine karşı direniş en kötü koşullarda başlamış olsa da yapılması kaçınılmaz olan ve sonuçları önemli başarıları içeren bir direnişti. ama bu belirlemelerin ışığında kimi aptalların “direnişten söz etmek, temelsiz ajitasyonun ötesine geçmiyor” söylemleri, en iyimser deyişle abesle iştigaldir.
Direnme bu gün de sürüyor. Bu bir tutumdur. Bir irade beyanıdır. Bunun ne kadarı yaşama geçer verilerin bütünsel endekslerine bağlıdır. Ama öncelikle bu duruşun örgüt bazında ya da şahıs bazında karara bağlanmış olmasıdır. Bu gün de iyi bir hazırlıkla direniş sürmeli ve yükseltilmeli denebilir. Ki doğrudur. Ancak ani bir baskın, ani bir siyasal değişim gelip kendini dayatınca, var olan imkanlarla direnmek zorlu olunca bundan kaçınmamak gerektir.
12 Eylül darbesinin ardında olan ve alınması gereken tutumun kaynağında bu vardı. Bu kesitte, yerel seçimler gibi önemli bir düelloya giderken yaşanabilecek bir siyasal kırılma ortamında gelip dayatacak bir açık direniş ihtimali belirince yapılması gereken de aynıdır. Kimse kimseyi aldatmasın, önce bitip tükenmeyen bir hazırlık yapılmalı adı altında direniş yapılamaz. Asgari imkanlarla başlar tüm direnişler, ondan sonrası genişleyerek büyür. Bu gün parlamentoya kadar yükselen kazanımların, dünün imkansızlıkları içinde başlayan direnmenin eseri olduğu unutulmasın.
12 Eylül rejimi bir biçimde hala sürmektedir. Toplum üzerindeki karabasanı yasa ve kurumlarıyla kendini hissettirmeye devam etmektedir. 80’li yıllardan bu yana bu rejime karşı direnmede sürmektedir. Bu kesit itibariyle, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması yönünde oluşan kanaatler direnmenin iyi bir yükseliş trendi yakaladığına işaret etmektedir. Birçok alanda olduğu gibi Antakya’da halkın, ortak ülkemizin ünlü sanatçılarıyla omuz omuza 12 Eylül protestolarına katılması ve “darbeciler yargılansın” demeleri bu geleneğin bir uzantısıdır.
Antakya’da 12 Eylül protestosunun mesajı çok önemlidir. Bir siyasi geleneğin nasıl da halkıyla sanatçılarıyla iç içe olduğunu ve direnme tutumunda yoluna devam ettiğini karınca kadarınca gösterdiği gibi, ortak ülkemizin siyasal duyarlılıklarıyla da paralel yürüyen çabalarına da bir göstergedir. Bu ne bir mevkide yer alma böbürlenmesidir ne de vehimdir; bu ikircimsiz ve açık bir direnme hattıdır, kararlı olma ve kendi haklarını ortak ülkenin haklarıyla kaynaştırma çabasıdır, geçmişten bu güne uzanan tutarlı bir duruştur.
Direnme bir süreçtir. Devrim değildir. Direnme için gerekli olanlarla devrim için gerekli olanlar çok farklıdır. Bu yüzden direnmenin gelip çattığı bir kesitte devrim için aranan koşulları beklemek safça bir davranış değilse, çirkin bir teslimiyetçi tutumdur. Ülkemizde direnme her zaman her yerde kendini dayatan bir gerçektir. Devletin halkı karşısındaki konumu itibariyle gerçek budur. Siyasal kurumlarıyla, askeri ve emniyet teşkilatıyla, bürokrasisiyle devlet, halkı direnmeye zorlayan bir yapılanmadadır. Tek boyutluluğuyla halka direnmekten başka seçenek bırakmayan bu devlete karşı dün sürdürdüğümüz direnişten daha güçlü direnişleri örgütlememiz bir vatandaşlık görevi haline gelmiştir. Bunu hazırlık adı altında sulandırmanın çok anlamlı olduğu söylenemez. Bu türlerin tek amacı, geçmiş direnmeleri küçük düşürerek bu günkü direnme etkinliğimizi doğmadan kırma çabasıdır. Sorunu kişilerin geçmiş üzerine didişmelerinden çıkaran da tam bu noktadır.
Bizler dün de bu gün de diyoruz ki, haklarımızın kazanımının yolu direnmekten geçiyor. Direnmemizin araçları, bizi direnmeye zorlayanların baskı araç ve yönelimlerine bağlı tercih olacaktır. Bu gün ve geçmişte tüm halkların direnmede tercihlerini belirleyen koşullar ne ise bizim içinde geçerli olan odur. Ne bir fazla ne bir azdır. Bu da tüm halkların meşru hakkıdır. Bizlerin hak kazınım yolu için önemsediğimiz sonuç alıcı kanallar burada bulunmaktadır. Direnme bir savunmadır, saldırı değildir.
Anti-demokratik devletin tüm kurumlarıyla saldırıya geçtiği, her türden hak talebini ve bunun için yükselen direnme ve mücadeleyi itirafçılarıyla birlikte kirletmek istediği bir ortamda verilecek tek bir cevap vardır; o da direnmeyi yükseltmektir.