HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

29 Mayıs 2012 Salı

SURİYE İÇİN ADANA MİTİNGİ

TÜM GEREKÇELERİNİZİ ELİMİN TERSİYLE İTİYORUM....

SURİYE'Yİ KORUMAK İÇİN

GÖZÜNÜZÜ KAPATIP
ÇOLUK ÇOCUK, KADIN ERKEK, İHTİYAR GENÇ DEMEDEN
3 HAZİRAN ADANA MİTİNGE KATILIN DİYORUM.... (Mihrac Ural)
İŞTE ÇAĞRI …..
3 Haziran 2012 Adana mitingi…




EMPERYALİST İŞGALLERE, ORTADOĞUNUN KAN GÖLÜNE DÖNMESİNE,
HALKLARI DÜŞMANLAŞTIRACAK HER TÜRLÜ PRAVAKASYONLARA VE SAVAŞA HAYIR.
HAYDİ, MİTİNGE, BARIŞI HAYKIRMAYA.

Dünyada ve özellikle de Ortadoğu coğrafyasında sürmekte olan çatışma ve savaş, barışa olan ihtiyacı acil bir zorunluluk haline getirmiştir. Hayatın her alanında gerçek ve kalıcı barışı sağlamak, halkların dayanışma ve kardeşliğini gerçekleştirmek, vicdan sahibi yurttaşların tarihi sorumluluğudur.
Emperyalist güçler yeni pazar arayışlarına halkları feda etmekte, oluk oluk kan akıtmaya devam etmektedirler. Ortadoğu’da Müslüman kanı döken Amerika’nın, İsrail’den sonra en yakın müttefiki ve stratejik ortağı AKP hükümeti, Libya, Suriye, İran gibi ülkelere yönelik plan ve saldırılarda şevk ve heyecanla görev almaya devam ediyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ABD’nin ve diğer emperyalistlerin dümen suyunda yol alan AKP hükümeti, Kürt sorununda da Türkiye’yi tehlikenin içine atıyor.
ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronu olduğunu artık gizleme ihtiyacı bile duymaksızın ülke içinde savaş politikalarını artırma yönünde adımlar atan AKP, Suriye’ye yönelik saldırgan politikanın yürütücülüğüne soyunarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirecek tehlikeli bir yönelime girmiştir.
Suriye ve çevresindeki gelişmeler dikkate alındığında; Amerikan stratejisine bağlanmış politikaların Türkiye’yi bölgedeki bütün uğursuz çatışmaların girdabına ittiği görülmektedir.
Türkiye bugüne kadar savaşın bedelini en ağır şekilde ödemiştir. Savaşın değil, demokratik, barışçıl çözüm yollarının gündem olması için herkesi sağduyulu davranmaya davet ediyor, siyasilerin ve medyanın toplumda düşmanlık duygularını pekiştirecek açıklama ve yayınlar yapmak yerine, barış ve bir arada yaşam zeminini güçlendirecek somut adımlar atmalarını istiyoruz.
Ülkemizin de hak ettiğine inandığımız toplumsal barışın tesisi yönünde çaba göstermiş her türlü girişim ve eylemliliği önemsiyor, takdirle karşılıyoruz. Bütün bu onurlu mücadelelerin yeterli bir sonuç vermemiş olmasını üzüntü ile karşılamakla birlikte, barışın tesisi yolunda yılgınlığa ve umutsuzluğa kapılmıyoruz. Hangi siyasi görüş ya da geleneğe mensup olursa olsun, temel tercihini barıştan yana yapmış olan tüm kişi ve kuruluşları, ortaya güçlü bir ‘Barış İradesi’ koyabilmek için, bir kez daha güç ve eylem birliğine çağırıyoruz.
İşçiler, emekçiler ve ezilen halklar olarak tarihi bir görevle karşı karşıyayız. Bizler barışın tarafı olduğumuzu yüzlerce kez ilan ettik, buradan bir kez daha ilan ediyoruz.
Bizleri daha büyük felaketlere sürükleyecek öfke ve şiddeti dindirmenin, ötekileştirme-düşmanlaştırma duygularını ortadan kaldırmanın tam zamanıdır. Toplumun farklı kesimleri, halklar dost ve kardeşçe bir arada yaşama sevincinde ortaklaşsın istiyoruz.
Bu nedenlerle barış çığlığımızı bir kez daha yükseltiyoruz. Barışa geç kalmayalım. Silahlar konuştukça demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları değerleri kayboluyor. Adalet ve hak ihlalleri her alanda genişleyerek büyüyor.
Savaş ortamında İşsizlik ve açlık büyür emek sömürüsü derinleşir, tüm emekçilerin hak arama eylemleri şiddetle bastırır, haklı talepleri göz ardı edilir.
Toplumsal muhalefet susturuluyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü alanı daralıyor ve ağır bedeller ödeniyor. Silah sesleri devam ettikçe demokrasiyi inşa etmenin koşulları ortadan kalkıyor, yok oluyor.
Bu yol; Türk, Kürt, Arap her milliyetten Ortadoğu halklarına ölüm, gözyaşı ve yoksulluktan başka bir şey getirmeyecektir.
Halklarımız arasında düşmanlığı körüklemeye devam etmelerine izin vermeyelim.
Tüm emekçileri barış çalışmalarına katkı sunmaya, barışın tarafı olmaya, tarihsel ve kültürel gerçeklerle yüzleşmeye, barış’a destek olmaya çağırıyoruz.
Bizler, barışın sesini daha gür haykırabilmek için 3 Haziran 2012 Pazar
Adil Gun

ü, Uğur Mumcu (İstasyon Önü) Alanında Gerçekleştirilecek Mitinge HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ OLARAK kitlesel katılacağız.
Barış için, kardeşlik için, evlatlarımızın öldürülmemesi için, savaşa dur demek için demokratik bir anayasa için tüm halkımızı mitinge katılmaya davet ediyoruz.
Halkların Demokratik Kongresi 3 Haziran 2012 Pazar günü, Saat: 15.00’de İnönü Parkında toplanarak buradan HDK bileşenleri pankart ve flamalarla miting alanına yürüyüş yaparak gidecektir. Tüm dostlarımızı İnönü Parkında oluşturacağımız yürüyüş kortejine katılmaya davet ediyoruz.
Saygılarımızla. 29.05.2012ADANA HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ adına
Güven BOĞA

24 Mayıs 2012 Perşembe

KİMLİK ÖRGÜLERİMİZİN TEMELTAŞLARI

Mihrac Ural - 23 Mayıs 2012 / Çarşamba


1960'lı yıllar, Seyidine Mikdat makamı önünde (Harbiye). Babamın kucağında, Şahsi kimliğimi, inanç kimliğim kadar belirleyen türbenin civarındayım.


Bu kutsal mekanlar bizi dünden bu güne taşıdı. Maddeci de olsanız katı bir inanç tutkunu da olsanız, isteseniz de istemeseniz de kimliğinizin örgüleri binlerce yılın derinliğinden çıkıp gelmiş haliyle bu ve benzeri kutsalların eseri olarak şekillenmektedir. Orijinalitenizi şekillendiren ve sizleri ölene kadar takip eden veriler burada harmanlanmaktadır; insan, doğa ve yaşama dair sentez ve soyutlamalarımızın çerçevelerinden biri ve en önemlisi bu alanların atmosferi ve mesajlarıdır. Kimse metafizikten söz ettiğimi sanmasın; böyle sananların handikabı bu inancın öğretisinin cahili olmalarıdır. Evrimci tezleriyle yeryüzündeki tüm inanç sistemlerinden farklı olan bu inancın insan ve doğa merkezli tezleri, pozitif bilimlerle ilgisi seyidina Hasibi’nin (kas) tüm yazımlarında ortak veciz olan “akıl süzgecinden geçmeyen şer-i olamaz” mealindeki soyutlaması çok şeyi anlatır. Kant bunu ancak 800 yıl sonra aydınlanma çağının şiarı olan “aklınızı cesaretle kulanın” biçiminde söyleyebildi...


Bu yaklaşım, fizik evrenini fizik yasalarıyla kavramamıza kapı aralar. Aklı esas almamızı sağlar. Tekrarla yeniden yeryüzü yaşamına arınarak gelecek ruhların reenkarnasyonu da bu dönencenin bir evrim birikimi etrafında ilerlediğini anlatır. Bu çok açık bir maddi gerçektir ve yasaları da diyalektiktir. Bütün bunları kavramak için inancın derinliklerinde kısa turlar atmak yeterlidir. Kadınlarımızın ve erkek bu düzlemde bir ve eşit olmasının nedeni de budur; bu ise akılla ilgili bir duruşun ifadesidir.


Bu ise, gerçek yaşamın “Mana”sını, iç dokusunu, biçimini, Hicab’ını, zahirini ve onun Bab’ını yolunu öğrenmek demektir. Bu öğretilerin her uygarlıktaki simgeleri ve bunun nurani laihalarının tek tek işlevlerini ortaya koyduğumuzda tarihi açıklayan bir teze ulaşırız. Yerel olan, bize ve bizim gerçekliğimize bire bir uyan bu tez, kendi topraklarımızdan evrensele olan yolculuğumuzun da temel dinamiğidir..


Biz işte tam da bu verilerin şekillendirdiğini tüm insanlık ailesinin bir toplumsal varlığıyız.


Fotoğrafta babamın kucağında, türbelerimizin atmosferini, insan ilişkileri ve bunların içsel mesajlarını teneffüs ediyorum. Kim bilir bu kaçıncı türbe, makam, mezar, ziyaret tavafımdır, Bunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, kütüphaneler devirdim okuya okuya, hiç bir teori, hiç bir ideoloji ve hiç bir tez yaşamı bu inanç sisteminin anlattığı kadar tutarlı anlatmadığıdır. İflasların iflaslara eklendiği teoriler ve ideolojilere karşı, hiçbir şey olmamış gibi tarihsel yürüyüşünü sürdüren kendi yerelimizin gerçekliğinden daha fazla uzak olmamız abestir.


"Hidayete ermek mi?"…Hiç alakası yok. Ben büyüdüğüm çevrenin bir parçasıyım ve hidayetimin kökleri evrimin kadim tarihleriyle ilgilidir; ben sadece okuduklarımın değil, 0-3 yaş süresince algılarımın şekillenişine katkı yapan çevremin, okumaya ayırdığım zamandan binlerce kat daha uzun zaman alan yaşam alanımın bir senteziyim. Coğrafyamın, bölgemin, farklı etnik ve inanç kökenli insanların ortak paydasında aldıklarım beni şekillendirmiştir. Kökleri toprağımda olan ve bana ait olan beni anlayın ve beni dile getiren verilerin yoğurduğu bir varoluştur benimki. Taşıma suyla değirmen döndürme hikayesinin hezimeti değil, marjinalliği hiç değil… İnsanlığın ortak evrensel değerleri bu yereli ifade ettiği kadardır. Yok öyle soyut “evrensel değerler” her çağın ve her coğrafyanın ve her yerelin kendini tanımladığı bir evrensel değer manzumesi vardır; emperyalist talancılar, bütün bunları tek düze ederek yapmaya çalıştığı ise aldatmacadır, insanı esir almaktır ve talanla sömürü üzerine kurulu sistemin devamını sağlama amacına hizmettir. Buna kapılan kimi solcuların “evrensel ilkeler” söylemi emperyalist anaforun içinde boğulmaktan başka bir anlama sahip değildir; Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya bakmak ve Suriye’de gelişen olayların iç yüzünü bilmek bunu anlamak için yeterlidir.


Kimse metafizikten söz ettiğim yanılgısına kapılmasın, çok açık ve net diyalektikten söz ediyorum, fizik dünyası ve kurallarından söz ediyorum.Bilinci belirleyen sosyal varlıklardan ve bunların benim coğrafyamdaki insan algısını nasıl şekillendirdiğinden söz ediyorum. Bunun maddi bir gerçek olduğundan, maddeyi tanımlarken en uç tabirle “duyum yaratan her şey maddedir” (Lenin) tespitinin, düşüncenin de maddi etkisi ve yarattığı maddi sonuçlardan söz ediyorum. Bu bütünlüğün everensel bir kapsayıcılık içinde var olduğundan söz ediyorum.


Bunu özgürce bir kez daha seslendirirken kutsallarımın mutlak katkısını dile getiriyorum. Bunun da orijinalitemizi tanımlamaktan ve tanımaktan çok uzak teori ve ideolojilerin tutsağından sıyrılışımızla ilgili bir durum olduğuna işaret ediyorum. Bu bizi özgün ve özgür kılandır. Bu güne kadar her ne kulvarda olursak olalım, dik duruşumuzun, direngenliğimiz ve kararlılığımızın kökleri burada yatıyor diyorum.


Bu nedenle, okurlarımı bizden olana ve bizim kimliğimizi şekillendiren kutsallara ve öğretilere sıkıca sarılmaya, tanımaya, akılla çözüp, manayı kavramaya davet ediyorum...


______________________________________________________


FARKLI GRUPLARDA YAPILAN ÖNEMLİ TARTIŞMA VE YORUMLAR


Deniz Meric Diyalektik materya,, metafizik kavraminin tam karşıt gorusu oldugundan, bilimsel bir dünya görüşünü dile getirir. bu nedenle sevgili mihrac hocamizin yukarida belirttigi gibi..''.Bilinci belirleyen sosyal varlıklardan ve bunların benim coğr...afyamdaki insan algısını nasıl şekillendirdiğinden söz ediyorum..''.. '' duyum yaratan hersey maddedir.'' tezini dogrulamistir.. sevgili mihrac hocam,ders niteligindeki makaleleriniz ve kendinize ozgu yorumlarinz yolumuzu aydinlatmaya devam edecektir.sizleri en icten kardeslik duygularimla selamliyorum, yureginize saglik hocam...


______________________________________


Şekip Mansuroğlu hayır,,,,'' duyum yaratan hersey maddedir''.mantığı kismi alanda kendini yitiriyor......ölen bir realiteye ben medet ummam....Bilgi bir algıdır...yani maddede değilken bile vardı...ruh, bir maddedir,,işte bu sav yerinde olacaktır..... Fakat... bizim bildiğimiz hareket ve güç yasalarına tabi sıradan bir madde olmayıp özel bir maddedir. Bu özel madde kendisi hareket etmese de bedenin eylemlerini belirleme ve kontrol etme gücüne sahiptir. Beden potansiyel olarak aktif, gerçekteyse hareketsizdir. Ancak ruhun yönetimiyle hareket eder ve eylemler gerçekleşir. Beden, ruh olmaksızın hiç bir şey ifade etmeyen yoğunlaşmış büyük bir enerji kütlesidir. Böylece ruhun var olduğunu kabul ediyor ve kendisi hareket etmediği halde tüm canlıların hareket etmesinin bir nedeni olduğunu savunuyor olmalıyız... Kütlesi olan şeyler dışındaki, şeylerin de ruhun gerçek olacağına inanıyor olabilirim.......ÖZEL MADDE RUHTUR..vucut değildir.......madde olan........

______________________________________


Mihrac Ural


Lenin'in “Marksizm ve Ampriyokirtisizm” adlı kitabında bu tanımı yapar ki, tanım materyalist felsefe açısından maddeye ilişkin varılan son tanım olarak bilinir. Zaten tanımın kendisi de neredeyse maddeyle duyumu birleştirecek kadar bir sınır çizgisine gelmiştir. Lenin "Duyum yaratan her şey maddedir" demekle sanırım ölüler için değil canlılarla ilgili bir tanım yapılmıştır; zira felsefenin amacı da insandır ... Buradan itibaren değerli Şekip Mansuroğlu kardeşim güzel bir özetleme yapmış oldunuz, "Bilgi bir algıdır... yani maddede değilken bile vardır... ruh, bir maddedir.." zaten onlarca makalemde de dile getirmeye çalıştığım şey, algının, bilginin düşünce ürünü olan her şeyin meddi gerçek yaratma özelliğidir. Herhangi bir inancın ya da düşüncenin yapılaştırdığı, maddi gerçeğe dönüştürdüğü her şey /(ibadet yeri, ritüelleri, araçları, vakitleri yaptırımları yasaları (şer-3i), tatil günleri (Cuma ya da Cumartesi ya da Pazar)/ yeniden dönüşüm yoluyla bilinç oluşturuyor ve bir sosyal-maddi varlık olarak oluşturduğu etkilerle de yeni maddi sonuçlar üretiyor.


Bu bütünlüğü üç kuşaktır ihmal eden ve orijinalitesinden kopan sol, kullanım tarihi bitmiş, doğduğu coğrafyada hiç bir zaman etkin olmamış ve hep marjinal kalmış teorileri taşıma suyla değirmen çevirir gibi ülkemize taşıyıp orijinalimizin üzerini örtmüştür. Bununla da kendini bitirmiş hiçbir varlık olamamıştır. Nispi anlamda kitleselleşebilenler ise bu yanlış konumdan nispi anlamda uzaklaşabilenler olmuştur. Dünyanın hiçbir ülkesinde sol ülkemizdeki kadar kısır değildir, bir tek bağımsız milletvekili bile çıkaramaması bunu anlatmaya yeterlidir; Kürt hareketinin bu algılardan kopup kendi orijinalitesine sarılmasının güçlü sonuçları ise ortadadır


Sol bugün de “Yeni-Sol”, “Alternatif-Sol”, “Anarşizm” vb gibi kendi coğrafyasında hiçbir yer edinememiş düşün akımlarını bir kez daha ülkemize taşıyarak tarjedileri, komediye çevirmeye çalışmak ise artık zamanı geçmiş bir çabadır. Bu da felsefenin algı oluşturma, algının meddi etkiler yaratma denkleminde solun ne kadar tıkalı olduğunu göstermeye yeterlidir.


Bu nedenle sık sık bu görüşlerimi aktarmaya, bilincimizi belirleyen sosyal varlıkların, maddi gerçeklerin kendi yerelimize ait veriler olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Evrensele giderken bu basamaklar üzerinde yükselebileceğimizi ve halkımızla bu yolla bütünleşme şansını yakalayabileceğimizi anlatmaya çalışıyorum…


Diğer taraftan ruh konusunda bence temkinli kavramlar kullanmak gerek derim. Bunun için ben daha çok enerji kavramını tercih ediyorum. Enerji ise tartışmasız özgün bir maddedir ama maddedir. Işık hızına ulaşan bir maddenin daha fazla kuvvet almasıyla, hızının artmamasına karşın kütlesinin artması bile bunu yeterince açıklar. Enerji, atom ve atom altı parçacıkların, molekül ve gözle görülen madde gibi biçimleri sükun hallerine rağmen, inanılmaz bir enerji taşıyor olmaları ve bu enerjinin bir biçimde kendini ifade edebilmesi bunu ifade eder. Ben buna “ruh” demek yerine hep enerji demeyi tercih ettim. Enerjinin evrensel bütünlüğü ise bu gün bir tez haline gelmemiş olmasına rağmen, “İp Teorisi”yle uç verdiği bir birleşik kurama doğru gidildiği açıktır. Evrensel kuvvetlerin tek bir kuvvetin dalları olarak birleşmesi ise bir kez daha düşünce ile maddenin önceliksiz bir bütün olduğuna önemli bir bilimsel işaret olacaktır. Bu noktada enerji özel madde demenin de gereği kalmayacaktır o, vücut kadar maddi bir gerçektir ve karşılıklı etkileşim içinde insana dair yaşamsal her verinin içindedir.


Bu nedenle de kendi yerelimizin algılarını maddi bir gerçek olarak cevaplamamız gereklidir diyorum. Orijinaliteye dönüş, gerçeğe dönüştür, gerçek devrimci duruşa uzanıştır özgür olmak özgür davranmak ve kendi gerçekliğini dönüştürmektir diyorum…


Teşekkür ederim.
 

17 Mayıs 2012 Perşembe

İBRAHİM KAYPAKKAYA SENİ ANMAK DİRENMEKTİR...





Mihrac Ural - 18 Mayıs 2012 – Cuma. Yıl dönümü anısı üzerine..

İşkencelerde ölene kadar direnen, SER VERİP SIR VERMEYEN bu kahramının anısı önünde iclal ve ikbarla eğilirim... Bu kahramanın örnek duşunu işkencelerde biz de takip ettik, ser verdik sır vermedik...  Bu günün anısını, örgütünü, yoldaşlarını, militan ve sempatizanları "kronolojik olarak" polise satmış tüm itirafçıların suratına  şamar olarak indiriyorum.  Örgütünü para karşılığı MİT'e satınlara ise bekleyin diyorum...

Bir kez daha bin kez daha anacağız. Bu en yerel, bu en everensel direnme kahramanımızı. Türkiye devrimci hareketinin tüm renklerini temsil edecek bir değer varsa o da direnmesiyle, mücadelede özveriyi tanımlayan, egemen güçlere, zorbalara, işkencecilere karşı son sözümüzü tanımlayan İbrahim Kaypakkaya’dır.

Bu kahramanı anarken duygulanmamak, gerilmemek mümkün değildir. Bu duygu yükü, doğrularımız arkasında kararlı duruşumuzun da ifadesidir. Bizi böylesine kararlı kılan etmenler öncüllerimizin ortaya koyduğu, direnme çizgisidir. Onların yol haritası, haklılığımızın olduğu kadar başarımızın da pusulasıdır. İbrahim Kaypakkaya bu pusulanın kuzey yıldızıdır. Bunu her yıl aynıyla dile getiriyorum.

“Bu satırların yazarı öncelikle, bu kahramanın anısı önünde saygıyla eğilir. Kendi adına ve onunla ortak doğruları kesişenler adına, İbrahim Kaypakkaya’nın direnişinde anlam bulan kararlılığın mirasını onurla taşıdığını ilan eder.

İbrahim Kaypakkaya hepimiz adına düşmana karşı yöneltilmiş son sözümüzdür. Bize miras kalan da bu duruşun taşıdığı anlam, direnmede ifadesini bulan içeriğidir.

Özgürlük ve demokrasi uğruna bu mirası yükseklerde tutma kararlılığıyla, ülkemizin başına bin yıldır musallat olan karanlık egemenliğe karşı mücadeleyi daha da bir kararlılıkla sürdüreceğimizi deklare ederiz.

İbrahim Kaypakkaya, bir dönemin özgürlük ve demokrasi savaşçılarının düşmana yönelmiş son sözüydü. Ser verip sır vermeyenler adına, hak ve adalet adına, hukuk adına, insan hakları, devrimci değerler ve bil cümle insan erdemleri adına dik duranların, teslim olmayanların, mücadelenin her cefasına karşı koyarak yola devam edenlerin adına, düşmana söylenmiş son sözdü.

Düşmanın kazanacağı tüm hamlelere karşın, son hamleyi, geri dönüşü olmaksızın kazanacakların tutumlarını simgeleyen kararlı direniş, İbrahim Kaypakkaya’nın direnişinde simgeleşmiştir.

Bu bir sorumlu davranışıdır. Bu bir bilinçli savaşımdır; hiç bir özveriden çekinmeyenlerin ve hiçbir şahsi sonuç beklemeyenlerin doğruları arkasında durmalarıdır. İbrahim Kaypakkaya budur.


O kahraman, hepimiz adına var oldu hepimiz adına şehit oldu.”


YORUM:

Bahittin Gülyuva'nın bu yazımı, Yorumnet'te paylaşmak için izin sitemesine karşılık verdiğim cevaptır;

Tüm yazılarım halkıma aittir (binlerce  makale, onlarca kitap ve borşür). Ve bundan sonra, şehit olana kadar yazacağım her şey halkıma aittir...Hiç bir yazım emeklerimin karşılığında maddi bir çıkar, övgü ya da benzeri bir şey istemiyorum...Beni yaratan bu toprakların ve bu toprağı vatan yapan halkımın emeklerinin karşılığı sadece yazılarım değil, canımda geda olsun... Şehit olduğumda, organlarım  ihtiyacı olan en fakir insanlara verilmesini vesiyet ediyorum. Üzerimde olan son terli esvabım yakılsın derim... Küllerin yarısı Akdenize dökülsün, Samadağ Seyidina el Hıdır sahillerine vursun, diğer yarısı Asi nehrine dökülsün ki, beni memleketime ulaştırsın ...Devrimci hareketin SON SÖZÜ olan direnme kahramanı İbrahim Kaypakkaya anısı, vesiyetimi bir kez daha okurlarımla paylaşmama vesile oldu. Selamlarımla...

ŞEHİT SABAHAT SABAR




Mihrac Ural - 18 Mayıs 2012 / Cuma


Halkımız, "Geçmişi olmayanın gelceği olamaz" der. Bu, geleceği ipotek altına almak değildir. Kimsenin yolunu kesmek anlamına da gelmez. Tersine, tarihi doğru izah eden bir atasözüdür... Zira, asalet de birikim de dünü bu güne doğru bağlamanın ürünüdür. Dünün birikimleri olmadan bu güne taşınmanın imkanı olamaz...Israrlı olmak, kararlıca yürümek, yılmamak, teslim olmamak  ise başarının ilk adımıdır. İnkarcılık, ötekileştiricilik zayıfların işidir; bu gün hangi düşünsel evrim alanlarında olunursa olunsun, dünü yaratanların katkısıyla buraya varılmıştır. Bunları asla unutmadan mücadeleye devam etmek gerek; bunun başında da şehitlerimiz gelir.
18 Mayıs devrimci mücadelede direnmenin doruk günüdür. Bu gün ülkemizde en büyük özverilerin, doğruları arkasında dik duranların, halkın haklı talepleri uğruna şehit olmakta tereddüt etmeyenlerin günüdür. Bu gün hepimiz adına haklı özgürlük ve demokrasi mücadelesini anlamlı hale getiren bir gündür.

Bu gün Sabahat Sabar yoldaşın da şehit olduğu bir gün. Ser verip sır vermeyen kadın yoldaşımızın direnmede doruklaştığı gündür.

Bu gün, İbrahim Kaypakkaya’nın da ölüm yıldönümüdür, ayrıca Haki Karer’in (17 Mayıs 1977) şehit ediliş yıldönümüdür. Diyarbakır zindanlarında işkencelere karşı direnerek, protestolarını kendilerini yakarak (18 Mayıs 1982) dile getiren dörtlerin Ferhat Kurtay, Eşref Anyak, Mahmut Zengin, Necmi Öner’in de şehit olduğu gündür
Mayıs ayı ortak ülkemizin direnme önderlerinin şehitler ayıdır. Mayıs, Denizlerden Sabahat yoldaşa kadar bu çizgi tüm onurlu insanların demokrasi ve özgürlük için özveri ayıdır.

Sabahat Sabar yoldaş tüm kadınlar adına devrimci mücadelenin diğer yarısını temsil etmektedir. Bir tarafta erkeklerin olduğu kadar kadınların da bu mücadeledeki öncü duruşlarını tanımlamaktadır. Bu duruş, ser verip sır vermemek kadar, mücadelenin zorluklarına karşı sessiz ve sitemsizce. Özverili bir fedakarlık olarak tecelli etmektedir. 2010 yılı anısında dile getirdiklerimizi, bir kez daha sizlerle paylaşıyorum.

“Sabahat Sabar yoldaş, 1958 Urfa doğumlu. Güney Bölgesi çalışmalarına kocasıyla birlikte katılmış militan bir yoldaştır. Bu militan yoldaşlara kurulan sinsi bir tuzakta, kocasına yönelen silahların ateşine hedef olmuştur. 18 gün Balcalı Hastanesinde yarılı olarak, acı içinde direnerek şehit olmuştur (18 Mayıs 1981). Polisin tüm çabasına, yapılan tahkikatlara karşı ser verip sır vermemiştir. Hiçbir yoldaşını ele vermediği gibi, adları belli katillerden hesap soracağı inancıyla, polise isim vermeyi reddetmiştir.
Örgütsel görevi başında vurulan şehit Sabahat Sabar yoldaş, Ölmeden önceki son sözleri. “Önemli olan kim olduğum değil, amacım ve kimler için ölüme gittiğimdir. Bunun için sevinçliyim de. Halklarımızın çıkarları benim davamdır. Zalimin zulmü divana kalsın. Divan da devrimci harekettir, yoldaşlarımdır.” (Aktaran, Kocası Ayhan Azgın, 19 Temmuz 2009 tarihli iletisi)

Poliste dik durma geleneği, tarihi direnmelerle yükselen bir örgütün geleneğidir. Bu örgütün sorumluluğunu işkencelerde ser verip sır vermeyerek yükseltenler şehitleriyle kadro ve militanlarıyla sürdürüyor. Şehitlerimizi ölümsüz yapan bu duruştur. Sabahat yoldaş THKP-C (Acilciler)örgütünün ser verip sır vermeyen şehit kadınıdır. Anısı mücadelemizde daimi bir ışık olarak yolumuzu aydınlatacaktır."

16 Mayıs 2012 Çarşamba

MESAJIM VAR...

Mihrac Ural – 16 Mayıs 2012 / Çarşamba. Sınır köyü Nasırıyya (Gavurgo)

MESAJIM VAR ARKADAŞLAR… MESAJIM…

ATEŞLER ARASINDAN BİR MESAJ
ÖLÜME SUSAMIŞ KATİL SÜRÜLERİNİN SINIR SIZINTILARINDAN, YAĞMUR GİBİ YAĞAN KURŞUNLAR ALTINDAN BİR MESAJ…
MESAJIM VAR MESAJIM… KURŞUN VIZILDAYIŞLARINDAN, KUTSALLARIMIZA SIĞINARAK DÖĞÜŞTÜĞÜMÜZ KOŞULLARDAN MESAJIM VAR…

Arkadaşlar, bölge çok gergin. Çatışmanın merkezinden iletiyorum, ortam çok gergin...

Eli kanlı şebekeler, yeni tür silahlarla akın akın Türkiye'den geliyorlar...Aklın hayalin almayacağı lokal çatışmalar oluyor.Daha büyük çatışmalara yöneliyor. Belleri kırılalı çok olmadı, intikam ve kinle saldırıyorlar… BM güçleri üzerine bile kurşun yağmuru yağıyor. Annan Planı iflas etsin diye eli kanlı şebekelere saldırın acımasızca saldırın, her taraf kan gölüne dönsün kim olursa olsun katledin yeter ki ortamın sıcaklığı artsın, yeter ki ölüm olsun, yeter ki gerginlik içinde olunduğu görülsün müdahale için neden oluşsun…

Kimseyi tedirgin etmek istemiyorum ama, Arap gericiliği mali bütçelerini sonuna kadar açtı. Erdoğan yönetimi, hezimetle sonuçlanana siyasetinin intikamını almak üzere her türden akılsızlığı pusula edindi. Ülke içinde tıkanan demokratik açılımları komşuya saldırıları kanlı girişimleri organize ederek siyasetin yönünü bükmeye çalıştı. Bunun sonucu sadece tarihi kinler ve ölüm ve bir kez daha ölüm….

Suriye, birinci aşamayı başarıyla tamamladı. Dünya şer güçlerini ülkenin her alanında ve her düzlemde yere serdi. Ancak sorun bitmedi.

Savaş, mağlupların yere serildiği noktadan yeniden tırmandırılmak isteniyor. Aldıkları ağır yenilgilerin ve hezimetin ikinci perdesinde, açık askeri saldırılar döneminin organize edilmeye başlandığı izleniyor. Birinci perdenin kapanışını kaleme aldığımda, ikinci perde için hazırlıkların sürdüğüne işaret ettim. İkinci perdenin belirtileri de ortaya çıkmaya başladı.

İlgili herkese çağrım var, tüm dikkatleri bu gelişmelere yöneltelim… II. Anavatanımız Suriye'ye nasıl destek oluruz diye projeler geliştirelim... Bu çabalarımızdan dolayı uzun zamandan beri bizleri "Suriye adamları, Suriye casusları " olarak mimleyenlere, bunu onurla bin kez daha yapacağımızı haykırmalıyız…Tüm bölge halklarının çıkarı için direnen Suriye'yi savunmanın bedeli olan bu karalamalar kaynağı malum bir kirli kampanyadır. Mağlupların doyumsuzluğunu dile getiren psikolojik bir çöküntünün dile gelmesinden ibarettir. Önemsenmeye bile değmez.

Suriye’yi halkımız için ülkemiz ve bölgemiz için sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz. MUKAVEME SURİYYİ bu amaçla kuruldu ve mücadelenin orta yerinde sorumluluklarını tüm bölge devrimcileri adına yükümlendi.

MUKAVEME SURİYYİ Türkiyeli ve Ortadoğulu devrimcilerin de katılımıyla oluşan bir direnme gücüdür, bu güce omuz vermenin tam zamanı da bu gündür. Suriye’yi korumayı, kendi ülkesini ve halkını korumakla eşdeğer görenler, dünyanın her yerinde bu gücün sözcüsü olmaya hazır olsunlar diyeceğim. Her alandaki etkinliklerin bu isim altında yapılmasına çalışarak mesajımızı merkezileştirmeye çalışalım....KÜLLUNA MUKAVEME (Hepimiz direnmeciyiz) KÜLLUNA MUKAVEME SURİYYİ (Hepimiz Suriye direnişindeyiz) sloganlarıyla yeri göğü inletelim...

Bu konuda gönüllüler kendini ortaya koymalı bağ kurmalı, çalışmalarını koordine etmelidir.

Artık savunma dönemi geride kaldı. Gün, ülkemizi, halkımızı, komşumuzu ve bölgemizi savınma, koruma günüdür...

Aynı halkı, tarihin kirli çıkar cilveleriyle iki ayrı devlet altında bölenlere karşı tek ses olarak çıkacağımızı gösterme zamanı geldi...

ZAYIF HALKA

 Mihrac Ural – 15 Mayıs 2012 / Salı. İdlip-Cisir el Şuğur. Sınır köyü Katrin.

Hava yine kurşun gibi ağır…Bağır bağır bağırıyorum…İkinci anavatanım Suriye’yi katletmek istiyor hainler, herkesi duyarlı olmaya çağırıyorum…

1 Mayıs’tan bu yana enerji kaynağım düşük yoğunlukta. Bu hafta Cisir el Şuğur bölgesinde çatışmaları orta yerinde sınır boylarında arkadaşlarımla birlikteyim. Daha önce yola çıkarken aldığı enerji artık o enerji değil. Kara bir sis perdesi, belli belirsiz ama sarsıcı etkisiyle bir kırılma içinde.  Güçlü bir zemin üzerinde yükselmeyen her tutku bir yerden sonra kırılabilir. Küçük bir taş parçası devrilmek için yeterli. Zemin güçlü ise Hz Alinin dediği gibi “beli kırmayan darbeler güçlendirir”. Algılarım, duyumsamalarım hissettiklerim böylesi bir sınav içinde olduğumuzu anlatıyor; bu kez Cisr el Şuğura aynı ışık saçan ben olarak gitmediğimi söylemekle yetineceğim. Bakalım…

Doğada her şey kendine ait bir denge ve paralellik içinde sürer. Bendeki haller bu bölgedeki hallerle de paralel…Birde kesif bir yağmur başladı, semadan… Artık her şey tam bir negatif uyumluluk içinde. Bu nedenle hayati riskler çok daha yoğun, sanki her an bir yerden bir kurşun yiyeceğim ve bunu engelleyecek takatim olmadığı sanısındayım; su testisi suyolunda kırılır…

Doğruları arkasında dik durmak sonu ne olursu olsun yürümek bir denge halidir; engelse göre tüm dengeler sunidir, mutlak olan harekettir. Hareket halindeki dengelerim adına yürüyorum…  Bakalım…

Mücadele sevgi ve tutku gibidir. Engelleri aşa aşa yürür, beslenir büyür, korunur önlem alır, benim hallerim de öyle, bunu başarıyoruz bunu yükseltiyoruz; bu kendi dengelerimiz için olduğu kadar  tarih ve halkımız karşısındaki sorumluluğumuzdur da… Bu sorumlulukla, her zaman olduğu gibi yolum bölge halkları ve ülkeleri için canlarını ölümüne sunan mücadele arkadaşlarımın yanına, çatışmaların merkezine, dağlara, vadilere,  nehirlere, tarlaları yöneldi. Yine sınır bölgesinin amansız alanlarına, Türkiye’yi tarihi bir vebal altına sokacak çocuk katılı Erdoğan iktidarının eli kanlı şebekeleri sızdırdığı sınır bölgelerine ulaştım. Bu satırları yazarken dünden çok daha enerji dolu olduğumu belirtmeliyim. Yazımı düzenlerken bu satırları yazmasam duygularımı sansürlemiş olurum. Halkım için mücadele tutkularımın rolü de budur…

Birinci perde kapandı demiştim. Suriye başardı ama her şey böylece bitmedi. Bu ülkenin tarih serüveni komplolarla mücadele tarihi gibidir. Direnmenin bedeli vardı, Suriye’ye bu bedeli ödüyor. Yeni süreçte sisli bir hava var, kurşun gibi ağır dediğim de bu. İkinci perdenin senaryosu çok belirgin değil. Bunun için cehennemi bir denklem olan “yaratıcı anarşi”yle, terörle, kıyım ve yıkımla sokakların sıcak tutulmaya.

Bölge bu kez farklı bir yöntemle kaynatılıyor. Bitip tükenmez bubi tuzakları, uzaktan kumandalı patlayıcılar, yağmur gibi her köşeden çıkıyor. Bunun için çok kişiye gerek de yok, terör dar kadro işidir zaten. Dev bir kentte, geniş ve kalabalık bir ülkede bile bu işleri yapmak için az sayıda insan yeter. Bir dev kenti üç kişi kitler elini ayağın dolaştırır. Eylemler tarihini iyi bilenler de bilir ki, hiç kimse önceden ihbar yoksa eylem anında yakalanmaz. Kaçar gider ve eylemin etkisi yanına kar kalır. Terör de budur.  Üç kişi bir ordunun yapamayacağını yapar… Hiçbir mevzide tutunamaz, kitlelere mesaj veremez, katle kazanmaza, ahlak vicdan tanımaz ama işi bu bütün bu insani değerleri yıkabileceğini göstererek korku salmaktır amaç. Dünya şer güçleri Suriye karşısında hezimete uğradıkça, sarıldığı tek yöntem bu oldu. 1980’li yılların aynı eli kanlı şebekesi olan Müslüman Kardeşler Örgütü, Saddam’ın şemsiyesi altında Suriye’yi kana bulayıp durdu; Bu günün Saddam’ı Amerikan,  Katar, Suudi kuklası Erdoğan’dır…

Erdoğan yönetimi akıl sınırlarını zorlayan bir düşmanlık, Suriye’deki ölüm makinelerini çalıştırmaya devam ediyor. Amerika’yı, İsrail ve Avrupa birliğini çok gerilerde bırakan, kraldan çok kralcılık yaparak, adı Katar ve Suudi’den de önce anılan Türkiye, Suriye’deki iç karışıklıkların baştan itibaren en önemli kışkırtıcı unsuru olduğu ortaya çıkmıştır; bu öylesi bir boyut aldı ki Türk bayrakları her protesto ve kanlı eylemde boy gösterir oldu (bayrağı kanlı kıyımlara alet edenler, onu koruyamazlar, zulüm görenler böylesi istilacı bayrakları haklı olarak ayaklar altında çiğner)  Türkiye kanlı elleriyle komşusu Suriye’ye hiçbir neden ve gerekçe olmadan saldırıp duruyor. Suriye ise,  tarihinin uygar kimliğiyle sakince., soğuk kanlıca, komşuluğun gelip geçici bir şey olmadığı gerçekliğiyle halkını severek ama yönetimine dersler vererek davranmaya devam ediyor; küçük dersler, kof böbürlenmelerle, kof tehditlerle kendini küçük düşürenlere, elinin tersiyle itip “yapamayacağın şeye kalkışma” diyerek ders veriyor.

Ama Türkiye halkının iradesine rağmen korkunç bir sürükleniş içinde tarihi düşmanlıklara gidiyor.  Bölgede ona biçilen askeri müdahale rolü, tarihe, coğrafyaya, dostluğa, kardeşliğe bir meydan okum olarak ikame ediliyor. Yakın günlerde Bağdat’ta patlayan bombalar kadar Şam’da yapılan intihar saldırıları ve insanlık dışı vahşetin Türkiye’nin parmak izlerini taşıyor. Erdoğan, komşularla sıfır sorunu bir kenara atalı çok oldu, şimdi “çocuk katili” apoletleriyle, bölgenin Saddam’ı rolünü oynuyor.

Şam’da yapılan ve 55 kişinin katledildiği 200 kişinin yaralandığı eylemleri üstlenen, “Cephit el Nasra li ehli el Şam” (Şam Halkına Destek Cephesi), EL KAİDE’nin Suriye koludur. Bundan bir yıl önce Humus kentinde kuruldu. Özellikle Irak’ta kanlı eylemlere imza atan insanlık dışı terör eylemleri sorumlularından oluşmuştur. Bu katil sürüsünün bir örgüt olarak şekillenmesinde Türkiye MİT’inin etkin rol aldığı belirtilmektedir. Bu tür paramiliter kukla örgütlerin tek işi, komplo aracı olmalarıdır. Suriye başardıkça gerileyin dünya şer güçleri yeni komploları için sokakları sıcak tutmak üzere bu tür kukla örgütleri harekete geçirirler; ne askeri bir zafer, ne de sosyal bir etki peşinde değil; sadece sokakların sıcak tutulması için sağa sola rastgele bombalama eylemi yapmaktır. İnsan katli tek hedeftir, dehşet tek amaçtır.

Ak denizden Kafkaslara uzanan bu zengin bölgenin denetim altına alınması, çoğu insanın haritaya bakmadığı için dikkatini çekmeyen bu hatta, insan potansiyeli, kültürel ve inançsal dokularının yapısı bu bölgeyi çok hassas bir bölge haline getiriyor. Okyanus sahillerinden Fas’la başlayıp gelen,  Cezayir’i sarsan, Libya’yı istila eden, Tunus’u ele geçiren, Mısır’ı tarihin diplerine çeken, Ürdün ve Türkiye’yle iktidarda olan,  tarihin en büyük gerici hamlesi bu ülkeleri ve devletleri ele geçirmişken laikliğiyle direnen bir tek Suriye kalmıştır. Okyanus sahillerinden Türkiye’ye uzanan bu gerici halka Suriye barikatıyla, direnişiyle yüz yüze kaldı. Teslim olmadı. Gerici halka burada açık verdi. Bunu kapatmak için çırpınmaktadırlar.  Bu halkayı bu noktada kapatabilirlerse,  Ak deniz onlar için bir göl olur; aydınların, eleştirmenlerin siyasilerin dikkatinden kaçan bu nokta  Asya’yı bir ucundan diğer ucuna kadar sarsacak sonuçlar yaratacağını ise söylemeye bile gerek yoktur.

Bu gerici halka kapanmayınca emperyalistler için korkunç kabuslar başlıyor. Çünkü Ak denizden, Kafkaslara uzanan bu alanın Lübnan, Suriye, Irak, Iran ön hattında çok yakın bir kültürel, tarihsel inançsal hatta mezhepsel nüfus yer almaktadır. Bu insanların ezici çoğunluğu Amerika ve İsrail’e karşı haklı ve köklü bir tepki duymaktadır.  Bu alanda 150 milyon insanın yaşıyor ve iki gereci öbeğin arasını kesiyor Yeni Osmanlı Türkiye ve Arap gericiliği. Bu noktadan baktığımızda neden Suriye sorusu daha açık değil mi?

Buradan anlaşılması gereken şey şudur, bölgede mezhep çatışmalarını ve bölge ucu açık genel bir savaşı körükleyenler yalnızca, emperyalist-siyonist ve Arapların tarihsiz ve kimliksiz kukla gerici yönetimleridir; “en ucuz ihraç malı askeri olan Türkiye” ise, bu sürecin üçüncü sınıf bir kuklası olarak yerini almaktadır.

Bu veriler, bir kez daha neden ısrarla Suriye dediğimizi anlatmaya yetmez mi. Suriye’yi savunduğumuz için bizleri “Suriye casusu” olmakla suçlayan ahlaksızların, kimlerin casusu olduğunu göstermeye yetmez mi? Bölge halklarını özgürlük ve demokrasiyi savunurken siyasette bu bedelleri ülkeler kadar insanların da ödemesi çok normaldir. Anormal olan, kendi halkına sırtını dönenlerin bu özverilere karşı gösterdiği Erdoğanlaşmış tavırdır, Amerikanlaşmış, İsraillileşmiş tavırdır. Bu bataklıkta solun kimi kesimlerinin yer alması ise  acı olandır.

Özverilere öz veri katarak yola devam edeceğiz. Bu bölge dış müdahalelere ve savaşa geçit vermeyecektir.