HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

26 Haziran 2011 Pazar

YETMEZ AMA

Mustafa köse

21 Haziran 2011

Seçimler bitti. Ateşli ve küfürlü saçma gündem geride kaldı. Bu gün artık seçim sonuçları üzerinde duruyoruz. Parlamento aritmetiğini konuşuyoruz. Toplumsal mesajları doğru okumaya çalışıyoruz.

Birçok eksiğe rağmen seçimler yine de çok önemli. Partiler ve seçim yasalarındaki antidemokratik şartlar aslında bir talihsizliktir. Lakin seçimlerin olaysız bir şekilde bitmesi, seçimlere katılma oranının yüksek olması iyi olmuştur. Nitekim sivillerin etkin olacağı bir parlamenter ortama doğru ilerledik. Sivillerin etkin olacağı ülke yönetiminde söz ve karar sahibi olacakları demokrasi türü önemli olacaktır. Şimdilik önemli olan bunun böyle olmasıdır. Bu notaya gelmiş olmamızdır. Hiç şüphesiz bundan sonraki dönemi nasıl kullanacağımız önemli olacaktır. Sivillerin parlamentoda gösterecekleri dirayet ve doğru tavır demokratik kaderimizi belirleyecektir.

Basit gibi görünen bu ‘’demokrasi’’ denklemine nedense kolay gelinmedi. Kolay olmadığı gibi demokratikleşmemizin temel sorunu oldu. Bu günkü çatışma ve gerilimin odak noktası buradadır. Bir tarafta devlet ve atanmışlar (vesayetçiler) diğer tarafta siviller.Sivillerin etkin olacağı yeni bir demokrasi.

İttihat ve terakki hareketi askeri güce dayanarak imparatorluğu yönetmek istemişti. Son dönemde bunu başardı. İttihat ve terakki geleneğini devam ettiren Cumhuriyet kadroları aynı yolu seçtiler. Halka güvenmedi. Halkı cahil ve yönetilmesi gerektiğini düşündü. Modern bir toplum yaratacağım diye baskı ve korkutma yolunu seçti. Gelenek, görenek ve farklı inançları tehlike saydı. Yeri gelince de cahil diye gördüğü kesimleri kendi çıkarı için kullandı. Özellikle sosyalist ve Kürt mücadelesine karşı cahil dedikleri kesimlerin dinini ve ırkını öne çıkartıp amaçlarına alet ettiler. Bu kadar darbe başka nasıl olacak ve insan kanı başka nasıl akıtılacaktı. Vesayet kadrosu sivil ürünü her türlü değişime direndi. Zorunlu kalmayınca geri adım atmadı. Mecbur kalır esnemişlerse de yeni oyunlarla süreci tıkamışlardır. Eskiye dönüşü ve bazen daha kötüsünü ikame etmişlerdir.12 Eylül askeri darbesinin pisliklerini hala temizleyemediysek bunun sebepleri derinde aramalı.12 Eylülün Hesabını soramadık. Lakin kaçış yok. O da olacak.

Düne kadar bu böyleydi.Turgut Özal’la başlayan ve bugün devam eden sivillerin ülkeyi yönetme arzusu epey yol aldı. Vesayetçiler sivilleri geriletmek için her oyunu denediler. En fazla da sivillerin rengini, biçimlerini öne çıkartıp olayları abarttılar. Bölünme ve şeriat tehlikesini kullanarak demokrasinin önünü kesmek istediler. Ancak bu oyun tutmadı. Son seçim sivillerin daha da mesafe aldığını gösteriyor. Bundan sonra, seçilenler sorunları çözmek zorunda kalacak. Çağdaş demokrasi normuna yaklaşacağız.

Şimdi siviller daha da ileri gitmelidirler. Bekletilen sorunlara cesur adım atmalılar. Toplumun kanayan yaralarına parmak basmalıdırlar. Yeni ve çağdaş bir anayasa yaparak demokrasi alanını genişletmelidirler.

Her şeye rağmen bu yeni anayasa istenen ve arzulanan ölçüde olmayabilir. Zira vesayetçiler hala çok diri. Ancak bu anayasa mutlaka eski durumdan daha iyi olmak zorundadır. Bu yeni anayasa eskisinden ileride olmaz ise rejim kilitlenecek ve belki eski konumdan daha geriye gidilecektir. Ne var ki, ve ne iyi ki; yeterince karmaşık sorunlu bir iç potansiyelimiz var. Etnik ve dinsel reformlarımız ertelenemez hale gelmiştir. Ayrıca yeterince büyümüş Anadolu sermayemiz bulunuyor. Sanayimiz ekonomik krize tahammül edecek durumda değil. Bunun yanında bir birine bağımlı, küreselleşmiş dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada geriliğin yeri kalmadı.

Sonuç itibariyle yeni anayasamız basit ve kıssa denklem üzerinde olmalıdır. Bu denklem devleti saydam, demokrasiyi şeffaf ve toplumda barışı hedeflemelidir.

Atılacak adımlar şimdilik belki yetmez olacak ama. Mutlu ve güzel bir geleceğe evet demek için önemli olacaktır.

SURİYE DENKLEMİ VE YENİ CAMP DAVİD

Hasip Yiğitoğlu
25 Haziran 2011

Siyasi aktörler seçim meydanlarındaki gerginliklerini inadına devam ettiriyorlar.Toplumu kendi kavga alanlarına çekmek için,ne lazımsa sorumsuzca yapıyorlar.Diyalog kapılarını açmamak için azami gayret gösteriyorlar.Halbuki,tarihsel olarak halkın diyalog talepleri ilk kez bu kadar birbirine yaklaşmıştır.On binlerce gencini kaybetmesine rağmen bu halk diyalog çizgisine çok yaklaşmıştır. Siyasi aktörler,diyalog aktörleri olacaklarına,toplumu ayrıştırmanın zehirli akıllarını empoze etmekten hiçbir imtinada bulunmak gibi dertleri olmadığı görünüyor.Toplum hayatımızı cehenneme çevirecek yolları insan bedenleriyle döşemek istiyorlar.

Bu zihin nasıl bir şey.Ülkeyi deliler koğuşuna dönüştürmek üzereler.Hayattan anlayacakları hiçbir şey yok mu ! Yoksa akıl reflekslerini mi kaybetmişler! bunlar.

Acaba,basiretsizlikten mi,kasıttan mı! Yoksa bir komplo teorisinin yeni halkalarımı bu hal.

Ben,açıkçası basiretsizlikten kaynaklı olduğuna inanmıyorum.Hepsinin gözleri fırıl,fırıl.Meydanlarda ucube hayallerini,allayıp pullayıp saatlerce anlatıyorlar.Şov üstüne şov yapıyorlar.Beyin refleksleri adeta fırtına gibi,her telden esiyor.Malzeme bunlarda bol.Halkın gerçek sorunları haricinde tabii. Her tarafımızı ateş çemberi sarmalamasına rağmen siyasi aktörlerin bu hallerini anlamak kolay olmasa gerek.Siyaset mekanizmasının hantallaştırılmak istenmesinin hedefinde nelerin olduğunu iyi tespit etmeliyiz.Ciddi bir bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söylemek kehanet değildir !

Bölgemiz boşuna kaynatılmamaktadır.Arap özgürlük baharının seher yeli duygusallığı tsunami ye dönüştürülmek istendiği apaçık ortaya çıkmıştır.Bu duruma rağmen siyasi istikrarsızlık aklı neye,kimlere hizmet edebilir

Bu kaosu arzu edenler kim ,yada kimler !

Artık her şey ifşa olmuştur.Son günlerde İsrail”in ve Türkiye”nin birbirlerine karşı,birden bire kanaat kayması,kullandıkları ortak argümanlar önemli ip uçları vermektedir.

Arap baharı özgürlük esintisinin İsrail için tsunami olacağı bilindiği içindir ki,Ortadoğu halklarının bu ortak algısının dağıtılması zaman kaybedilmeden başka yerlere çekilmesi gerekmektedir.Başka parametreler,paradokslar üretilmektedir.

Bildiğimiz gibi İsrail stratejik müttefikimiz dir.Soğuk savaş yılları boyunca istihbarat birimlerimiz birbirlerine nerdeyse etle tırnak kadar yakın olmuşlardır.Yine malumunuz ortak istihbarat kurguları geçmişte çok tartışılmış ve sonuçları çok eleştirilmiştir.Özellikle 12 Eylül faşist darbe öncesi süreçte yaratılan kaos ve anarşi ortamı konusunda İsrail istihbarat örgütü MOSSAD ın çok tartışıldığı unutulmamalıdır.

Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi ,Mısır”da Hüsnü Mübarek yönetiminin düşmesiyle birlikte İsrail”in güvenlik şemsiyesi olan CAMP DAVİD anlaşmasının fiili olarak ortadan kalkması en dikkat çekici durumdur.İsrail artık yalnızlaşmış,kolu kanadı kırılmıştır.Mısıra rağmen,Lübnan savaşında önemli hüsran yaşamış İsrail”in azı dişleri dökülme sürecine girmişti zaten.

Şimdi bu durum İsrail halkı tarafından çok iyi biliniyor ki,İsrail”de ciddi toplumsal tepkiler yaşanmakta,savaş karşıtı gösterilerin boyutu her gün daha çok yükselmektedir.

Bu manada bölgede,barış ve özgürlük talepleri iklimi sürecinin gelişmesi emperyal güçlerin savaş oligarşisini endişeye düşürmektedir..Zira barış olursa hem silah alımları düşecek,hem de halklar arası düşmanlıkların bitmesi sonucu insansanlık gelişecektir.Demokrasi,hukuk ve insan hakları algısı kurumsallaşacaktır.

Bölgemiz üzerinde dolaşan kara bulut denkleminin ana teması tam bu noktadadır.

Bu anlamda Emperyal güçlerin savaş oligarşisi saldırı ve işgal politikalarına yenilerini eklemek istemektedir.

Olaylara,yaşananlara,söylemlere ve tehditlere göz attığımızda nesnel durumun bu merkez olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz.Başka alanlara,başka duygulara çekilmeye çalışılması boşuna değildir.

Kullanılan argümanlardan anlaşıldığı gibi,bölgenin duyarlılığı olan inanç değerleri üzerinde politik kurgulanma tesadüf olamaz.Yani,bölge halklarının ortak parametresi İsrail”in acımasız politikalarının bertaraf edilmesi yerine,inanç çelişkileri ikame edilmek istenmesi esas hedef olarak karşımıza çıkmaktadır.

Suriye”de yaşananlar bu sürecin nasıl geliştiğinin açıkça bir göstergesi değil midir !

HASAN BALCI'NIN ERKAN SORUSU (231.DOSYA)

(231.DOSYA)

HASAN BALCI'NIN ERKAN SORUSU

Mehmet Yavuz

Nebil'i onuruna kavuşturma gibi asil çabamızın bizler açısında sonucu; maruz kaldığımız bir ton çamurdan sonra şimdi de açılan bir DAVA oldu.
Ne diyeyim; sağlık olsun...

Hatırlarsınız; bu dava öncesi 15 kişi göz altına alınmıştık. Hem de oldukça abartılı baskınlarla...

Bu olayda bizi en çok şaşırtan husus; Hasan Balcı'nın da göz altında olmasıydı.
Antakya Adliyesi'nde savcılık sorgusu için bekletildiğimiz son gün, kendisiyle kısa bir konuşmamız olmuştu.

Gözlüklerinin ardında irileşen meraklı gözleriyle bana bakıp;
'' Neden ERKAN burada yok ? '' diye sormuştu..

Ben de cevaben;

'' Bunu bana değil, polislere sor '' demiştim.

İşin doğrusu; bir kişiyi eylemleriyle birlikte anmak baskın ve gözaltıların ve hatta terör davasının sebebi olabiliyorsa; bu konuda kimse Erkan'ın eline su dökemezdi..
Bu yazının amacı dana altında buzağı aramak değil, yaşanmış bir anekdotu aktarmaktır.

22 Haziran 2011 Çarşamba

YSK HANGİ DEVLETİN KURUMU,YOKSA MERİH TEN Mİ !

Hasip Yiğitoğlu22 Haziran 2011

Bir önceki yazımda,huzur ve barışı tesis etmenin sıkıntılarından bahsetmiştim.Bazı kesimlerin boş durmayacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yok ta demiştim.

Aradan üç gün geçmedi,YSK BDP bağımsız millet velili seçimini kazanmış Hatip Dicle ile ilgili kararını değiştirerek,milletvekilliğini düşürdü.Değiştirildi diyorum,madem Hatip Dicle milletvekili özelliklerine haiz değil,neden seçime aday olması uygun görülmüştür.Sanki,önceden kurgulanmışçasına.Hele hele ülkemiz hassiyeti ortaydayken bu kararlar neyin nesi olabilir.

Bu durum karşısında insan ister istemiz komplo teorisi endişelerine kapılmaz mı !

Öğle bir hale getirildik ki,normal aile hayatlarımıza bile komplo teorileri denklemleri girmeye başladı.Telefon dinlemeleri, gizli kameralar,dedektiflik hayatımızı şaibe ve şüphelerle sarmalamaktadır.Herkes herkesten sakınıyor artık.

Sosyal ve toplumsal hayatın en temel unsurlarının içleri boşaltılarak,ayrıştırıcı ne varsa,bulup buluşturarak zihin sepetlerimize dolduruluyor.IRK,DİN,MEZHEP gibi argümanlar siyaset mekanizmasının yerini doldurmuştur.

Talan sisteminin sebep olduğu hiçbir ekonomik,sosyal,kültürel sorun tartışılamayacak hale getirilmiştir.Aş,iş,özgürlük gibi temel sosyal ve toplumsal argümanlar zihinlerden boşaltılmaktadır. Ucube projelerin tanıtımı için medyalara harcananları,maddi olarak bir düşünün.Harcanan bu paralarla işsizlik sonucu açlıkla kıvranan insanlarımızın bir kısmına iş sağlayabilecek üretim alanları yaratmak mümkün değil midir !

Peki,çok mu zor fabrika kurmak,toprak rehabilitasyonları uygulamak,üretimi arttırmak,yeni istihdam alanları açmak,verimliliği artırmak.Maalesef,ülkemiz açısından her konuda olduğu gibi zordur.Zira Ülkemiz,Emperyal kuşatma altındadır.Ancak müsaade edildiği ,uygun görüldüğü kadar politikalar yapabilir ülkemizde.

Kader mi bu !

Elbette değil,ama bu anlayışa karşı duran politikaların gelişememesi için,yukarıda belirttiğim gibi siyaset mekanizmaları çalıştırılmamıştır.Hem de en zorba yöntemlerle,bedel ödetilerek,katledilerek,işkenceler edilerek,yasaklanarak politikalar uygulanmıştır.

Adeta ,kader gibi bir şey olmuştur bu güne kadar.

Başa dönecek olursam,tamtamların sesi gelmeye başladı yine.Huzur ve barışın tesisi için bunca verilmiş çabalar,bedeller boşa çıkartılmaya çalışılmaktadır.Savaş nemacıları ayrıştırıcı denklemlerinin yenisini uygulamaya koyma gayretleri içindedirler.Bu süreçten bir kez anlaşılıyor ki,ciddi bir çözümsüzlük koalisyonu ile karşı karşıyayız.Parlamento da gurubu bulunan partilerin hiç birinden ses seda yok.Hepsi avuç ovuşturuyor.Siyaset mekanizmasının yeri Parlemento,adeta CİA”nin savaş denklemi üreten masası görüntüsü vermektedir.
Gözlerimizin içine bakarak provakatif uygulamalar yapılmaktadır.Madem bu insanlardan milletvekili olunamıyorsa,neden mazbata verilmektedir.Bu kadar paradoks içeren bir hukuk sistemi olabilir mi ! Sivil otorite,yani hükümet bu süreçleri önceden tespit edemez miydi ! Trajikomik bir durum,şimdi hükümet üyesi bir Bakan diyor ki,Hatip Dicle”nin milletvekilliğinin düşürülmesi hükümetlerin işi değil,TSK nın işidir.Allah aşkınıza YSK,Ay da,Merih te ki bir ülkenin kurumumu.Yoksa Türkiye”nin mi ! Nerdeyse on yıldır devleti yöneten bir hükümetin bu durumla karşılaşacağını bilmemesi ne kadar inandırıcı olur !

Bu durumu kabullenmek,hangi vicdanlara sığar.Geleceğimiz umutsuzluklarla beslenmek istenmektedir.Temsil edilmek üzere Hatip Dicle”ye verilen oyların,temsili ne olacak şimdi.Adalet nasıl sağlanabilir !

Adalet duygusunu hissetmeyen toplumların,adalet reflekslerinin ucunun nereye yöneleceklerini tahmin etmek bu kadar zor mu !

Halbuki,bu nedenlerle ders alınabilecek sosyal ve toplumsal olarak dünyada yaşanmışlıklar o kadar çok ki.Hatta yakın coğrafyamızda en sıcakları yaşanmaktadır.

Baylar başlarınızı kumdan çıkararak Ortadoğu”da yaşananlara bir bakın.

ESAD'IN "KATILIMCI DEMOKRASİ" ÖNERMELERİ ve ÖNYARĞILARIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ


Ahmat Daskapan
22 Hazıran 2011

Sayın Işın Eliçin,

Hayretle bu akşamki TRT Türkteki proğramınız izledim. Özellikle Suriyeyle ilgili ve Esadın en son yaptığı konuşmayla ilgili izahınız gerçeklerle hiç uyuşmayan nitelikteydi. Esadın yukarda modernleştirme olacaksa biz yaparız şeklinde yaklaşım sergilediğini ifade ettiniz. Bu yaklaşımınızdan anlaşılıyorki, siz Beşarın konuşmasını dinlememişsiniz. Yani kasıtlı olarak seyirciği yalnış bilgilendirdiğinizi kesinlikle düşünmek istemiyorum. Ben Esadın konusşamsını harfi harfine dinledim. Ve Esad özellikle katılımcı demokrasiye uygun reform önerileri getirdi ve net bir dille kendisinin neyin ve nasıl değişeceğini belirlemek istemediğini ifade etti. Ulusal diyaloğ komitelerin bütün halk kesimlerinin katılımıyla oluştrulmasını ve bu yolla halkın taleplerinin ve çözüm yollarının belirlenmesi gerektiğini vurguladı. Bu diyaloğ sonucunda gerektiği her konudu devletin öncelşklerini halkın öncelşklerine göre uyarlamak istediğini ve değiştirmek istrediğini ifade etti. Konuşmasını yaptıktan sonra yazdığım kısa bir yorumu aşağıda size gönderiuorum.

"Esad, Katılımcı demokrasi öneriyor

Bessar Esad yaptığı 45 dakikalık konuşamda ulusal diyaloğ çağrısında bulundu ve katılımcı demokrasiye uygun önerilerde bulundu. Bu bağlamda yerel seçimler, halkın bütün kesimlerinin katılımının olacağı diyalog komitelerin oluşması, reformların içeriğinin nasıl olması gerektiğini halk tarafından netleştirilmesi ve belirlenmesi, halkın önerileri doğrultusunda refomlar yapılacağı, devletin önceliklerini halkın önceliklerine göre uyarlayacağını, devlet kurumlarının daha modern çalışan kurmlar haline gelmesi, ülke içindeki yolsuzlukların, iyi hizmet vermeyen kurumların, ve halkın memnun olmadığı ve şikayet ettiği bütün konular üzerine ciddiyetle gidilmesi v.b. şeklindeki önerilerle halkın isteklerine cevap vermek istediğini net bir şekilde ifade etmiştir Esad. Esad herkesi kucaklamayı hedefliyen son derece düzeyli bir konuşma yaptı. Muhalifleri imha etmek yerine, ulusal diyaloğa katmayı hedefliyen bir yaklaşım sergiledi. Ama neyin nasıl yapılacağın ben belirlemek istemiyorum, bunu ulusal diyaloğ kapsamında halk yapacaktır dedi. Düşünsel olarak demokratikleşmeye ve modernleşmeye dönük dönüşümlerin gerçekleimesini istediğini açık bir dille ifade etti.

Şimdi ne yapmalı?

Duygusallığı bir kenara bırakıp bu ulusal diyaloğa cevap vermek lazım. Suriyede neylerin nasıl değişmesi gerektiğini ulusal diyaloğ kapsamında belirleyerek reformları sağlamak lazım. İntikam hırsıyla hareket etmek yerine, bütün tarafların birbiriyle diyaloğ yolunu araması lazım. Muhaliflerle diyaloğ yollarını zorlamalı ve onların bu ulusal diyaloğa katılımını sağlamak lazım.

Savaş dilini bir kenara bırakmak lazım, katiller, zalimler, caniler, vatan hainleri ve benzeri yakıştırmaları muhaliflere yapmadan muhaliflerinde bu emperyal komplonun kurbanı olduklarını görerek olumlu diyaloğ yolunu aramak lazım. Ancak bu arada Esadında ifade ettiği gib, Süriyedeki devlet kurmlarının sorunlu işleyişinden kaynaklanan haklı memnuniyetsizlikleri kabul etmek lazım. Muhaliflerinde aslında bu ulusal diyaloğ yolunu zorlaması gerekir. Esadın bu diyaloğ yaklaşımı çok samimi gibi geldi bana. Kendi bölgemizde, Antakyada bu diyaloğu Türkiyeye gelen sığınmacılarla başlatmak gerktiğine inanıyorum."

Bağımsız ve özgür gazetecilik ahlakıyla ve de her tarafın düşüncelerini eşit düzeyde haberinize işleme ilkesine bağlı kalarak habercilik ve proğram yapacağınıza inanıyorum. Bu bağlamda özellikle bu konuda çelişkileri kızıştıracak yaklaşımlardan uzak durmak gerektiğini düşünüyorum ve sizin bu konuya ilişkin yaklaşımınızın bundan sonraki proğramlarda daha dengeli olacağını ümit ediyorum. Muhaliflerin izledikleri yöntemlerle ilgili daha eleştirel ve doğruları yansıtacak yaklaşımlar sergilemek isteyeceğinizi ümit ediyorum.

Proğramlarınızda başarılar.

Saygılarımla

Ahmet Daşkapan

21 Haziran 2011 Salı

ADANA ETKİNLİKLERİ (CEPHE HAREKETLERİ)

CEPHE HAREKETİ


ADANA BÖLGESİ SEÇİM ÇALIŞMALARINDAN BİR KESİT


Anadolu Halkları Kültür ve Dayanıyşma Derneği


Ahmet Pekyen

20 Haziran 2011


1.

12 Haziran 2011 seçimlerinde, CEPHE HAREKETİ olarak alınan karar doğrultusunda Adana bölgesinde etkin çalışmalara yöneldik. Emek, özgürlük ve demokrasi blogu bağımsız adaylarından Murat Bozlak'a desteğimizi il ve ilçelerde etkin olarak sürdürdük.

İlk toplantı sayın Murat Bozlak'ında katılımıyla kendi evimde gerçekleşti. Mahale sakinleriye sohbet eden bağımsız aday önelmi mesajlar ve konuyşmalar verdi.

2.

Anadolu halkları kültür ve dayanışma derneği kadınlar kolu komisyonu tarafından, Yüreğir ilçesi Anadolmu mahallesinde bulunan BDP ilçe binası önünde Muhteşem bir toplantı yapıldı. Derneğimiz önderliğinde bu katkıyı verdiğimiz destek kararı gereği yerine başarıyla getirmiş olduk (tarih 09.06 2011, saat: 12:00 Yer Yüreğir ilçesi İmsmailiye köyü, Derneğimiz önemli bir kadrosu olan Kebapçı Yücel'in önemli katkılarını burada ayrıca anmam gerek olmuştur)

Meydanda konuşan Murat Bozlak burada da önemli mesajlar verdi. Bu köyde Arap halkının önemli desteğini alan BDP'ye ilk kaz ve bu önemli oranda oy çıkmıştır. Yüreğir ilçesi BDP başkanı Hasan başkanla omuz omuza yaptığımız çalışmaların gösterdiği başarı, CEPHE HAREKETİ olarak halkların kardeşliği ve zaferi için önemli bir katkı olarak değerlyendirildi.

Dünden bu güne devrimci mücadelenin en ön saflarında devrimci güçlerin omuz omluza olması için müdele eden çabalarımız, bu seçimlerdede eksiksiz yerine getirildi.

Anadolu halkları kültür ve dayanıyşma derneği adına

Ahmet Pekyen

20 Haziran 2011

SURİYE HALKI DOSTA DÜŞMANA SON CEVABINI VERDİ...

SURİYE HALKI
TÜM KENTLERİN MEYDANLARINI
15 MİLYON İNSANLA DOLDURARAK
AMERİKAY’A-İSRAİL’E
ARAP GERCİLİĞİNE VE ERDOĞAN’A
SON CEVABINI VERDİ


Tarih bu gün: 21 Haziran 2011
Yer: Suriye’nin tüm illeri

Artık sesinizi kesin. Komplonuz yenilgiye uğramıştır. Biz Suriye halkı 23 milyon ülkemize müdahale eden yeryüzünün tüm şer kuvvetlerine meydan okuyoruz. Halkımızı aldatamayacaksınız, kirli ve karanlık emellerinizi ikame edemeyeceksiniz. Kan üzerinden yürüttüğüz ikiyüzlü siyasetiniz, Suriye halkı tarafından başınıza çalınmıştır. Uşaklarınızın eli kanlı katliamları bizi yıldıramayacaktır. Tersine liderimiz Beşşar Esad etrafında direnen yönetimimizle bölge halkları adına topraklarımızı ve servetlerimizi talan etmek isteyenlere geçit vermeyeceğiz. Ülkemizi kana boyayan, casus ve uşaklarınız vatanlarına ihanet etmiş düşkünlerdir, onlar size daha çok yakışır. Cürüm şebekelerini siz ürettiniz siz tükettiniz. Posası da size kalsın; “insan hakları”, “göçmenlere yardım” adı altında tepe tepe kulanın, show yapın, medyanızı malzeme üzerine malzemeyi yalanla, kurguyla abartmayla, bıktırıcı tekrarlarla, dini alet ederek, mezhep çatışmalarını körükleyerek, etnik farklılıklar üzerinde tepinerek yapabileceğiniz her şeyi yapın, arkanızda hiçbir şeyi bırakmayan. Ne yaparsanız yapın artık halkın meydanlara koyduğu gücün karşısında birer cüce haline gelmiş haldesiniz. İflas ettiniz, karanlık amaçlarınızın bataklığında ebede kadar yaşamaya mahkumsunuz. Halkımızın komplolarınıza karşı cevabı budur.

Suriye halkı dostluk ve komşuluk gereği barış içinde bir arada yaşama ilkesine bağlı olmaya devam edecektir. Dostluğu arkadan hançerleme gibi bir geleneği yoktur, Bu yöntemleri kullananları da unutmayacaktır. Bölgemizde tüm halkların kardeşçe yaşamı için dış güçlerin dayatmalarına ve bölgenin kukla yönetimlerinin işbirliği girişimlerine karşı, direnme çizgisinde ısrarlı olacaktır. İktidarlar gelip geçidir halkların kardeşliği ise kalıcıdır bu ilkeye bağlı kalınacaktır.

19 Haziran 2011 Pazar

CANGİZ ÇANDAR’IN BİTMEYEN YALAN KURGULARI

Mihrac Ural18 Haziran 2011

Cengiz Çandar. 18 Haziran 2011 tarihli radikalde yer alan “Suriye ve Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorunu” başlıklı makalesi için söylenecek ilk şey, okuru aptal yerine koyan bu kadar da yalan olamaz. Doğru tek bir satırı olmayan, ispatı, kanıtı mümkün olmayan abartma ve kurgunun böylesine pervasızca yapılması, okurla alay etmekten başka bir anlamı olamaz.

Okurdan özür dileyerek, bölgeyi uzmanı diye sunulan bu yazarın, gerçek anlamda bölge cahili olduğunu belirteceğim. Bunu anlamak için yazısında tek bir belge, tek bir kanıt sunmadan yazmakta olduğuna işaret edeceğim. Yalandan kimse ölmemiş diyerek yaptığı iddialar, okurun her iddiayı araştırma durumunda olmayacağı üzerine kurgulanmış söylemleri, bölgemiz üzerinde oynanan oyunların hangi kapsamda olduğuna da bir işaret sayılmalıdır diyeceğim.

Çandar, söz konusu makalesinde, kaba yalanların başında, Suriye yönetiminin “Silahsız, sivil bir halka karşı amansız askeri operasyonların gerçekleştiği” (Agm) iddiasıdır. Böylesi bir iddianın doğrulanmadan önce yönetim yanlısı sivil ve güvenlik görevlisi 800 kişinin nasıl şehit olduğunun açıklaması yapılmalıdır. Bunu açıklamanın mümkünü yoktur. Çünkü eli kanlı şebekelerin, ne bir siyasal hak ve talep ne de halkla ilgili olmayan kaygıları, Cuma gününe ve Cuma namazına sığınmış sinsilikleriyle silahlı eylemler yapmaktadırlar. Tek hedefleri katletmek olan, güvenlik kuvvetleri ve siviller üzerine çapraz ateş açarak provokasyon yapan bu şebekeler, kan üzerinden, gelen her ölünün ardından yürüyen çevreleri daha da kanlı eylemlere sürmek için kışkırtan bir taktik izlemektedirler. Ölümlerin nedeni de artışı da bundandır. Bu da açıkça Cengiz Çandarın okurlarına izah edemeyeceği bir durumdur.

Bu katliamı yapanların önemli bir kısmı ele geçmiş ve açıkça itiraflarda bulunmuşlardır. Öyle ki parayı, silahı, her türden lojistik desteği Türkiye’den alarak bu cinayetleri işlediklerini dile getirmiştir. Depo depo silahlar yakalanmış, yapılan askeri eylem hazırlıkları ortaya çıkmıştır. Bu eylemler arasında ülke ekonomisini çökertmek, turizm mevsimini katletmek, petrol boru hatlarının ve depolarını uçurmak, kamu mülklerini kundaklamak gibi bir dizi hedef açığa çıkmıştır. Banyas’ta yakalanan yabancı generaller, eylemleri yöneten Türklerin oluşu artık sağır sultanın bildiği duyduğu verilerdir.

Cengiz Çandar, “amansız silahlı operasyonlar”ı yapan şebekeleri aklayıp, topu karşı tarafa atarak okuruna yalan söylemektedir.

Çandar, yalan kurguları için, uzun zamandır kin ve nefretle saldırdığı Suriye Alevileri üzerine yönelmiştir. Suriye yönetimini “azınlık Alevi egemenliği” olarak yansıtmaya çalışmaktadır. Bu iddiası da o kadar kaba bir yalan ki, Laik Suriye’de Aleviler ne hükümette, ne ordu da ne de devletle ilgili herhangi bir kurumda yaklaşık %15-17 olan nüfusa oranlarının hakkını almamıştır.

Bilmeyenler de öğrensin, mutlaka bir mezhepsel köken aranacaksa, Suriye yönetimi laik Sünni orta tabakanın halkçı yönetimidir demek en gerçekçi tespit olacaktır. Kamdı ki, laik Suriye’de hiçbir şey mezhepsel temellere ya da kaynaklara dayanmaz. Bu yönetimin temel gücü de buradan geliyor. Buna Beşşar Esbad’ın yönetime geldiği 2000 yılından sonra yapılan liberal açılımların da etkisiyle, nefret ve intikam çevreleri, hiçbir yönetimle uyumlu olmamayı inanç ilkesi edinmiş ilkel gericiler hariç toplumun alt ve üst kesimleri arasında önemli bir konsesüs oluşarak yönetim etkince destek almıştır. Dış politikada sürdürülen tutarlı anti-emperyalist, anti- siyonist çizgi bunda önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bunun da ötesinde, Gazze savaşında (2008-2009) en inatçı düşman olan eli kanlı Müslüman Kardeşler Hareketi bile yönetime destek verdiğini açıklamıştır (Suriye yönetimi, eli kanlı bu şebekenin “destek” açıklamasını elinin tersiyle itmiştir).

Bu temel destek gücüne, Hıristiyanlar, ezici çoğunluğuyla Kürtler, Dürzüler de destek vermektedir. Alevilerin konumu ise, demokratik, komünist örgütlerde yer alan Arif Dalila, Fatih Camus gibi önemli sayıda barış ve diyalogdan yana muhalife aydınları olmasına karşın yönetimin yanında saf tutmuştur.

Aleviler, inanç özgürlüğü açısından Suriye’nin inanç haritasında yer alanlara göre hakları olmayan tek mezheptir. Alevilik inancıyla ilgili resmi hiçbir belirti bile yoktur. Oysa aynı Aleviler, Lübnan’da, Suriye komşusu ve etkisi altında olan bir ülkede, Yüksek Alevi Meclisi gibi hakları ve parlamentoda hisseleri Anayasal olarak belirlenmiştir (Taif Anlaşması 1989). Buna rağmen Aleviler, Suriye’de laik yönetime tüm güçleriyle destek vermektedir; nüfus oranına göre İsrail’e karşı mücadelede en çok şehit veren topluluk Alevilerdir. Aleviler laikliğin olduğu yerde kendilerini özgür hissediyor, inancının merkezinde ne iktidar ne de devlet algısı olmaması nedeniyle insanca onurluca yaşayacakları güvenli bir ortamı yeterli görüyorlar. Devlet görevlerinde nüfuslarına oranlarına hiçte uygun olmayan paylarına bir itirazları da olmamaktadır. Bu konumlanış, bir cürüm gibi Alevilere yönelik haksız eleştirileri beslediği ise bilinen bir gerçektir.

Cengiz Çandar, okura Suriye’nin bir “azınlık Alevi yönetimi” altında olduğu yalanını tekrarla söylemesi olaylara bilinçaltındaki inanç kirliliğiyle ilgilidir. Yazarlık ahlakıyla çelişkili olan bu çizgi, yoğun yalanlarla bataklık haline gelmektedir. Çandarın yazıları da böylesi bir batıklıktır.

Çandar’ı belirgin biçimde sıkıntıya sokan, Türkiye ve Suriye Alevileri olduğunu bu konulara ilişkin yazdığı her yazıdan çıkarmak zor değil. Suriye’de Alevilerin oranının verirken “%7” oranını tercih etmesi de bunun ifadesidir. Nereden almış bu rakamı belli değil. Amaç küçük düşürmek, önemsiz göstermek olanca insan böylesine düşkün hallere gelir dayanır. 23 milyonluk Suriye’nin % 7’si 1 Milyon 610 bin kişi yapar. Bu sayı bırakın Lazkiye gibi büyük bir şehri, Tartus kentindeki Alevi sayısının bile altındadır. Aleviler, tarafsız kaynaklarca, %15-17 civarında olduğu tespit edilmektedir. Bu oran Lazkiye, Tartus Humus gibi şehirlerde, az miktarda Halep daha çok miktarda ise Şam’da yerleşik bir nüfustur; yaklaşık 3 milyon 500 ile 4 milyon civarındadır. Cengiz Çandar, bu basit gerçeği de saptırmak istemesi kin ve nefret algısının yazılarında tecellisinden ibarettir.

Farklılıklarıyla, Suriye’nin mozaiği olan topluluklar, Suriye Toplumunun %85’ni aşan bir kitle olarak, ortak vatan çatısı altında sıkı bir birlik içinde iç ve dış güçlere karşı durmaktadır. Suriye halkı, direnişçi yönetimine bağlı olduğunu, her defasında milyonlarca insanın meydanlara destek amacıyla inmesinde göstermektedir. Ancak okurunu aldatan Cengiz Çandar bunu görmek yerine, her ülkede olması gereken kadar olan Suriye muhalefetinin, Amerika, İsrail, Arap gericiliği ve Erdoğan tarafından silahlandırılarak kışkırtıldığını gizlemeye çalışıyor.

Cengiz Çandar Suriyeli Alevilere çamur atmak, onları suçlu göstermek için, bu topluluğun “büyük Alevi projesi” gibi planları olduğunu ima eden cümleler kurarak okurunun kafasını bulandırabileceğini sanıyor.

İddiayla söylüyorum, Suriye Alevileri hiçbir zaman, Alevilik inancı üzerine kurulu bir siyasi proje içinde olmadılar. On yıllara dayanan ilişkilerimden edindiğim sonuç budur. Onlar hep ortak vatan algısında oldular, inançlarıyla ilgili ne bir hak ne bir kurumlaşma talepleri bile olmadı. Arap Aleviliği inancında Sünnilikte olduğu gibi bir fıkıh algısı olmadığı, inançları toplumsal erdem ve yaşamla ilgili felsefi bir duruş olduğu için de özgün bir siyasi iktidar hevesleri hiç olmadı. İslam’ın bu mezhebinde, insan merkezli algı, onları siyasetten uzak kılmıştır. Belki de Alevilerin en büyük handikabı budur. Bunu cahil ve bir o kadar aptal olan Cengiz Çandar bilmez, biliyorsa bile okurunu aldatmak için dile getirmez.

Suriye Alevilerinin, bırakın Türkiye Alevileriyle, Hatay Alevileriyle bile siyasal bir proje etrafında hiç bir bağları olmadı; bu da önemli bir eksiklik olsa gerek. Cengiz Çandar bilmeden yazıyor, amaç kin olunca sonuç böyle oluyor.

Erdoğan ve eli kanlı şebekelerin, farklı mekan, zaman ve farklı kişilerce, aynı yarde ve aynı zamanda ve tek kişi tarafından tanıklığı yapılmış gibi anlatımlarla aktardıkları “Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırıları” yalanını, okurına servis etmektedir. Bu nakarat, karanlık senaryoların vurucu cümlesi olarak, şifre gibi tekrarla verilmektedir.

Öncelikle bilinmesi gereken, Suriye’nin Mahir Esad komutanlığındaki 4. Fırkası, Şam’daki konumundan tek bir askerini yerinden kıpırdatmadığı gibi, hiçbir olaya, hiçbir soruna da karışmadı. Bu fırkanın görevi ve konumlanışı itibariyle bu olaylarla uzak yakın ilgili olmadığı bilinmektedir. Araştırmalarım, dostlarımdan aldığım bilgiler, bunun aksini kanıtlayacak tek bir belirtiye, tek bir olaya, tek bir kanıta yer vermiyor. Bunun aksini gösteren hiçbir veri de yoktur. Deraa’dan Cisir el Şuğura kadar, yani biri en güneyde diğeri en kuzeyde ve aralarında yaklaşık olarak 650 km olan bu iki yerleşim birimine aynı anda Mahir Esad komutasının, Suriye’nin diğer tüm ordu etkinliklerini aşarak yetiştiği yetişmesi için Süpermen olması gereklidir.

Mahir Esad kurgusunu üretenler, ne yaptığını biliyor. Bir simge seçmek, okları ona yöneltmek, bıktırıcı tarzda bunu tekrar ederek, iç dokuyu birbirine karşı getirmektir. Beşşar Esad’ı gerçek hiçbir nedeni olmamasına karşın Mahir Esad’ı harcamaya zorlamaktır. Ancak bu iddia sahiplerinin sıkıntısı da az değildir; bunca video çekimi yapmalarına rağmen neden Mahir Esad’ın komutanı olduğu 4. fırkaya ait bir silah, bir tank, bir araç, bir komutan ismi, bir çavuş adı dahi verememektedirler. Veremezler, yeryüzünde olmayanı verene henüz rastlanmadı. Cengiz Çandar işte böylesi yalanların tezgahtarıdır.

Mahir Esad’la ilgili diğer bir mizansen ise; “Mahir Esad’ın ordusu bizi uçak, helikopter ve tanklarla vurdu yakıp yıktı” diyorlar özellikle Türkiye’ye kaçan eli kanlı şebekelerin tıpkıbasım iddiaları öyle. Bir Allahın kulu çıkıp da “Mahir Esad kuvvetlerine ait silahlarla öldürdüğü ya da yaraladığını gösterecek bir tek adli tıp raporu yok mudur” demez mi? Demez, çünkü bu akıl Cengiz Çandar aklı gibi yalan üzerine, abartı üzerine kurludur. Suriye’nin hiçbir yerinde uçuk, helikopter ya da tank topu ile tek bir atış yapılmamıştır. Zaten bu terör şebekelerinin gücü böylesi bir şeyi gerektirmiyor. Onlar sadece “Yaratıcı Anarşi” için, kaos için ülkenin güneyinden kuzeyine, küçük öbekler halinde silah kullanıyorlar. Bu davranış tam da dış güçlerin planlaması olarak sahnelenmektedir. Amaç, sonuçta “sivilleri korumak için” askeri müdahaledir. Cengiz Çandar bu kirli oyunun bir parçası olarak yalan söylemektedir.

Çandar, bunlarla yetinmiyor, bir de kanlı mezhep çatışmasını körükleyen, kıymeti kendinden menkul senaryolar da üretiyor. Şunları diyor

Harita üzerinde bir çizgi çektiğiniz vakit, Türkiye’nin Hatay sınırından Kuzey Lübnan’a doğru inen hattın denize kadar kalan bölgesi, dağlık ve Cebel Nusayriyye ya da Cebel Aleviyye diye anılan, rejimin kitle tabanını oluşturan Alevi-Nusayri azınlığın yoğun olarak yaşadığı alan.

Ülkenin temel ticari aksını ifade eden Halep-Şam karayolu, bu hatta paralel ve üzerinde Maaret Numan’dan sonra, Hama ve Homs’tan geçerek başkente ulaşıyor.

Bu hattın tüm batısı, Akdeniz’e kadar olan alanın, her iki sınır boyunun (Türkiye-Hatay ve Lübnan) Sünni nüfustan arındırılması, Halep, Hama ve Hums gibi önemli ve büyük Sünni merkezlerin arasındaki bağlantının kesilmesi gibi bir ‘stratejik hesap’ dikkati çekiyor, Suriye ordusunun Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırılarında.

Bu uygulama, kimi gözlemcilerde, rejimin Suriye’nin dağılması ihtimaline karşı ‘Alevi-Nusayri heartland’ını sağlama alma ve Alevi-Nusayri azınlığı için hayati olan bölgede ‘Sünni nüfus temizliği’ yapıldığı algılamasına yol açıyor
.” (Agm)

Bu iddianın kaba bir yalan olduğunu anlamak için gerçekten haritaya bakmak yeterlidir, diyeceğim. Helep-Şam otoyolu kuzeyden güneye düz bir çizgi olarak iner. Bu yolun batısı ve doğusu tümüyle Sünni yerleşim alanıdır. Alevi yerleşimi yoktur. Bu hattın batısından sonra, yani Alevi dağları diye isimlendirilen tepelerle birlikte Alevi yerleşimi başlar, Akdenize kadar devam eder. Halep-Şam otoyolunun doğusu ve batısı yoğun bir Sünni nüfus bölgesi olarak da tarihin hiçbir döneminde mezhep çatışmasına sahne olmamıştır. Olmayan taraflar arasında nasıl bir çatışma olabilir ki; Cengiz Çandar’ın hayal dünyası bunu arzulamış olması gerçek olması için yeterli değildir. Dolaysıyla bu alanda kim kimi nasıl tasfiye etme düşüncesine kapılabilir ki? Tasfiyeler iki mezhebin ortak yaşam alanlarında akli olarak mümkündür. Ama buda hiçbir zaman olmamıştır.

İki mezhebin karışık yaşadığı, alanlarda 1400 yıldır bir arada, iç içe yaşayan Alevilerle Sünniler arasında ne geçmişte ne de bu gün tek bir çatışma, tek bir toplu eylem, tek bir toplu çekişme yaşanmamıştır. Tarih boyunca olanlar, dıştan gelen gasp ve talan amaçlı Yavuz Sultan Selim’in 1516’da ki Mercidabık savaşıyla başlayan toplu Alevi katliamıdır. Bu katliam yerli Sünni halkında tepkisini çekmiştir. Zira sonuçta kendi toprakları da gasp ve talan edilmiştir. Dış güçlerin kuklası Müslüman Kardeşler şebekesinin 1980’li yıllarda yaptığı kanlı eylemler bile Sünnilerle Alevileri kitlesel olarak karşı karşıya getirememiştir. Lazkiye bölgesini etraflıca bilen biri olarak, her kesimle yoğun dostluk ilişkisi kurmuş olarak bu duygunun zerresi bile mevcut olmadığını söylemem gerek. Öyle ki ülkemizde siyasi nedenlerle daha da boyutlanan Alevi-Sünni çatışmalarına ait potansiyel psikolojik bir veri bile yoktur diyeceğim.

Çandar bu iddiasında da yalan söylüyor, iç dünyasındaki şeytanın mezhep kışkırtıcısı sözlerine kulak veriyor ve okuru aldatmak için yazıyor. Alevilerin ne ayrı bir yaşam çabası ne de başkasının topraklarında ve haklarında gözü yoktur. Böyle bir eğilimi kışkırtacak inanç zemininde ilkesel bir verisi yoktur. Bu tehlike inancının temelinde, İslam devleti ve İslam şeriatı algısı olanlarda aranabilir, Alevilikte değil; Alevilerin böylesi bir eğilimi olsaydı, en güçlü döneminde, Hafız Esad’ın söylediği her sözün kanun olduğu dönemde bunu yaparlardı.

Alevileri yayılmacı diye göstermek, tasfiyelerle toprak gaspçısı diye lanse etmeye çalışmak insaf ve vicdanı bitmiş ahlaksızların işidir. Çandar böyle biridir. Bunu anlamak için, olayların boyutlandığı kentlerin coğrafi konumuna bakmak yeterlidir.

Suriye olaylarındaki çatışmaların coğrafi olarak dağılımı Çandarın, iddia ettiği gibi değildir. Deraa kenti, ülkenin en güney ucundadır ne içinde ne çevresinde hiçbir Alevi yerleşimi birimi yoktur. Ebu Kemal kenti, Suriye’nin en doğusundadır ve Alevi yerleşimi hiç yoktur. Dolaysıyla, hangi Alevi tasfiye palanından söz edilebilir. Böylesi bir iddia yazılırken, okurun harita bilgisizliğine güvenmek bu çağda artık geçerli bir demagoji değildir. Bu söylemler, ölüm çatışmasını körükleyen cehennem zebanilerinin ağzıdır. Bu ölüm denklemleri Lübnanlı Saad El Hariri yürütmektedir. Cengiz Çandar da haririnin Türkiye’deki medya yatırımlarının danışmanı olduğu bilinmektedir. Tencere ve kapağı olayı.

Cengiz Çandar, Alevileri hedef göstermek için şaşkınca yaptığı tespitlerin bir yalan olduğunu çatışmalı tem illerin, sınır illeri olduğu gerçeğini atlamasından da anlamak zor değildir. Bu önemli ortak böleni atlayarak, Aleviler alan temizliği yapıyorlar gibi insafsız bir iddia ortaya atması, Suriye olaylarını bütünüyle izah edebilecek olan komşu ülke rolleri ve müdahalelerini gözden saklama ihtiyacındır.

Silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı kentleri tek tek ele alalım. Derra kenti Ürdün ve İsrail sınırında, Humus Lübnan, Cisr el Şuğur, Maaratül Numan Türkiye, Ebu kemal ili ise Irak sınırıdır. Dış güçler için en elverişli kışkırtmalar da buradan olmaktadır. “Sivillerin göçü” hikayesinin Türkiye sınırında tezgahlanması da; olay göç olayı değil, bölgemiz üzerine, komşumuz Suriye’ye olduğu kadar ülkemiz üzerine kurgulanan karanlık senaryoların bir perdesidir. Suriye olaylarında uluslar arası siyasi ekonomik jeostratejik çıkar ve dengeler rol oynamaktadır. Bu oyunlar içinde en çok acı çeken, katledilen, yakılıp yıkılan da Alevilerdir.

Aynı Cengiz Çandar, farkıl bir kurgu için farklı bir alevi tezine yönelir. Alevileri önemsiz bir azınlık olarak göstermek bunlar arasındadır; “Sınırın Türkiye tarafında, Hatay ilimizde ise 300-400 bin olarak tahmin edilen Alevi-Nusayri vatandaşlarımız yaşıyor”. Bu ifadelerin Hatay’daki Aleviler üzerinde (Suriye’ye bağlı olmaları anlamında) kuşku yaratma mesajını şimdilik önemsemeden geçiyorum.

Sonra, mezhepsel ayrımlar üzerine yapılan ısrarın tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bölgemizde ve ülkemizde temelde mezhepsel bir sorun değil mezhepleri de ilgilendiren siyasal bir sorun vardır. İnançlar arası adaletsizlikten kaynaklanan, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sorun vardır. Mezheplerin özerklikleri ya da siyasi iktidar sorunları değil.

Diğer taraftan, ülkemizde Alevilik bir bütündür. Demokratik hak ve talepleri de bütünsel bir program konusudur.

Arap etnik kökenli Aleviler, Hatay, Mersin ve Adana’da yaklaşık 3 milyon nüfusuyla Türkiye’nin ikinci en büyük etnik topluluğu olduğun hatırlatacağım. Arap Alevilerini “Nusayri” tanımlaması altında bölüp, büyük Alevi ailesinden farklılaştırma çabası çirkin bir söylemdir. İnanç, etnik yapı, dil gibi sorunlar üzerinde oynayıp, hak sahiplerinin güçsüzleştirilmesine çabalamaktır. Cengiz Çandar bu kavramları bilinçli olarak kullanıp servis etmektedir.

Toros dağlarının güney şeridinde yaşayan Arap Alevileri, Ülke genelinde 15 milyonu aşan nüfusuyla büyük alevi ailesinin bir parçasıdır. Sorunları ve talepleri aynıdır. Bu inanç topluluğun demokratik hakları, yüz yılların mücadele birikimleriyle kendini ifade etmektedir. Bu gün de ülkemizin en büyük laik topluluğu olarak, demokratik anayasanın önemle ele alma yükümlüğü altında olduğu bir topluluktur.

Ancak Alevilerin mücadelesini ve haklarını güvenlik önlemleri kapsamında ele almak, önceki anayasaların hatasını tekrar etmek anlamına gelir. Aleviler böylesi dayatmalara karşı artık sesiz kalmayacak kadar örgütlü ve bilinçlidir. Buna rağmen, Aleviler bölge gelişmelerini yakında takip eden bir güç olarak, bölge halklarının savaşlara sürülmesine, kirli komplolarla komşularımıza dayatılan baskılara karşı da sesiz kalmayacaktır.

Cengiz Çandar, her cümlesinde yalan söylemekte, bilgiye dayanmadan yazmakta olmakla kalmıyor Komşularımıza karşı uzun zamandır duyduğu kin ve intikam duygularıyla bir paramiliter olarak yazıyor.

Aleviler bu cahilin yaptıklarını bir kenara not ettikleri bilinmelidir. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta ölüm senaryolarını ikame eden derin güçler, bu planlarını hasta adamları iyileştikçe bölge çapında bir alevi tasfiyesi olarak tezgahlama çabasındadırlar. Bunun için Çandar gibi insanlık dışı cahillerin kışkırtmasıyla Erdoğan’a, kah Nasır rolü kah Sünni liderliği elbisesi biçmektedirler. Gerçek ise çok farklıdır. Mısır’ın Ezher’inin olduğu yerde, Mekke ve Medine Suudi Vahhabilerin elinde olduğu bir bölgede Sünni liderliği üzerinde ahkam kesmek için ya aptal olmak ya da cahil olmak gereklidir. Bölgenin devrimci, direnişçi Sünniliğinin liderliği ise halı hazırda Suriye, Lübnan ve Filistin direnme güçlerinin elindedir. Erdoğan’ın bu kulvarda yeri yoktur o, İsrail ve Amerika’nın, NATO’nun, Büyük Ortadoğu Projesinin (BDP) çıkarları kulvarındadır.

Cengiz Çandar, hep yanlış ata oynadı ve kaybetti. O bölgede dış güçlerin müdahalesi üzerine oluşturulan karanlık senaryoların sözcüsü oldu. Kin kustu, intikam için yazdı. Okurunu aldattı. Bölge konusundaki cehaletini tantanalı sözlerle örtemeye çalıştı.

Cengiz Çandar, bilmeden yazdı, bilmeden konuştu; altı da üstü de budur.

Son olarak, Çandar ülkemizin demokratik anayasa yazımıyla ilgili ortaya koyduğu ve olaya sadece güvenlik açısından bakan yaklaşımı da bir teorik algı eksikliğine işarettir. O, önerilerini, Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorununu bu toplumsal güçlerin hakları açısından değil de “patlamalarını önlemek için” acilen ele alınmalıdır yönünde bir yaklaşım içindedir. Bu yaklaşım bilindiği gibi yüz yıldır ülkemizin sancısı olan güvenlik yaklaşımının kendisidir. Var olan toplumsal gerçekler ve onların haklarını anayasal yasal kurum ve kuruluşlarla güvenceye alma kaygısında dağilidir; padişah ulfesi verme, sadaka sunma algısıyla tepkileri önleme çabasındadır.

Cengiz Çandar bu akılla anayasa oluşturmanın ittihatçı çizgisini sürdürmektedir. O her ne kadar liberallik, adı altında bunu dile getiriyor olsa da algı kökler. Eski-Osmanlıcılığın, kendini Yeni-Osmanlıcılıkta ifade etmesidir.

17 Haziran 2011 Cuma

AYRIŞTIRMACILIRIN OYUNU EL ELE VEREREK BOZABİLİRİZ


Hasip Yiğitoğlu

15 Haziran 2011

Türkiye”de huzur ve barışı tesis etmenin sıkıntılı halinin devamı için,bazı kesimlerin inatları eskisi gibi sürüyor.Bu kesimler,ne mahallenim kasabı,ne marangozu,ne manavı,nede bakkalıdır.Olsa olsa bunlar,haksız nemalanan devlet sistemi içinde her tarafı sarmalamış özel,tüzel şahsiyetli,kibirli,etkili, yetkili,askeri,sivil ve siyasilerdir.Sayısal olarak toplumun yalnızca küçük bir bölümünü oluşturan bu kesimlerin devleti koruma ve kollama gibi,kendilerine biçtikleri vazife,sıkıntıların esas sebebidir.

Her şeye rağmen, bu kesimler ne yaparsa yapsınlar Türkiye”nin eskisi gibi olmayacağı artık kesinlik kazanmıştır.Geleceği anlamakla ilgili yetersiz olan bu kesimlerin toplumu bir takım maceralara sürükleyebileceklerini tahmin etmek hiçte zor değildir.Ancak,ne yaparlarsa yapsınlar barış süreci toplumsal bir talebe dönüşmüştür.

Bu kesimlere denilecek tek şey,bu halkın yakasından düşünüz.

Balyozdu,Ergenekon”du gibi kurgulardan artık kimse medet beklemesin.Onlarca yıldır toplumun değer yargılarını,beklentilerini kendi haksız nemalarının devamı için her yola başvurunlara inanılmamalıdır.Onların nemaları evlatlarımızdan daha değerli olmaz.

Bizleri ayrıştırma gayretinde olanlara asla prim verilmemelidir.Etnik ve inanç kimlik üzerinden politikaların tehlikelerine karşı uyanık olmalıyız.Son seçimin en etkili parametresi olan bu politika haksız sonuçlara neden olmadımı ! Hatta bu anlayış,siyasiler tarafından ötekileştirici hakaretlere kadar vardırılmıştır.Türkiye”nin bir çok kentinde el altından ve yasadışı bir şekilde dağıtılan Alevilerle ilgili bildiriler dikkate alınacak olursa,bu durum daha iyi anlaşılacaktır.

Yaşadığımız kentte, Hatay”da bu ayrışma blok halinde sandığa yansımıştır.Hem Aleviler,hem Sunniler,nerdeyse yüzde doksan civarında bir oranda iki partiye bölünerek oy tercihlerinde bulunmalarını neye yorumlayabiliriz.

Aleviler CHP, Sünniler AKP de kümeleşerek seçim sonuçlarını etkilemişlerdir..Siyaset aklından uzak olan bu gerçeğin saklanmaması,tartışılması ve sorgulanması gerekmiyor mu !

Türkiye”nin siyaseti,siyaset biliminden oldukça uzak duruyor.Siyaset mekanizması,maalesef bilimsel olmaktan çok,popülist söylemler temelinde,sorunları sıvayıcı,erteleyici referanslar temelinde yapılmaktadır.Ekonomik,sosyal,kültürel,toplumsal gibi temel barametreler unutturulmaktadır.

Nüfusun en az yarası kadar olan ve aldığı ücretten her fırsatta memnun olmadıklarını beyan eden asgari ücretli,emekli,ziraatla uğraşan vatandaşlarımızın seçim sonuçlarını nasıl etkiledikleri ortadadır.Çıkan seçim sonuçlarından anlaşılacağı gibi,AKP nin kullandığı ekonomik,sosyal,toplumsal argumanlardan çok,din endeksli argümanları sonuçlara damgasını vurmuştur..Birde,LGS sınavlarında yaşananları hesaba katarsak durum daha iyi anlaşılacaktır. Türkiye”nin mozaiğini dikkate almayan bu anlayışların içte ve dışta ülkemizi son derece sıkıntılara sokacağını anlamak için müneccim olmaya gerek var mı acaba !

Bu kısa seçim yorumundan sonra geleceğimizle ilgili beklentilere dönecek olursam,seçim sürecinde bütün bu olup bitenleri bir tarafa bırakılarak,Demokratikleşme ve barış yönünde atılacak her adım,kimden gelirse gelsin,ciddiye alınmalı ve desteklenmelidir diyebilmeliyiz.Hiç bir ayrıştırıcı söyleme,ne dün söylenene,nede yeni söyleneceklere değer vermemeliyiz.

Bir kez daha belirteyim ki, Sistem nemacılarının çıkarları çocuklarımızın yaşamlarından daha değerli olmamalıdır.Bu fırsatı vermemeliğiz.Türkiye halkının kapısında bekleyen Demokratik yeni sistemin önündeki engelleri mutlaka kaldırmalıyız.

Ayrıştırmacılara,barış içinde el ele vererek gereken dersi vermeliyiz.

hasipyigitogluö@hotmail.com

15 Haziran 2011 Çarşamba

SURİYE”DEN GÖÇ EDENLERE BASIN YASAĞIMI VAR

Hasip Yiğitoğlu
15 Haziran 2011

Bu günlerde Hatay ,ulusal ve Uluslar arası ajansların,insan hakları savunucusu kuruluşların adeta istilasına uğradı.Heyetler halinde gelmişler önemli bir kısmı.Bu ziyaretlerinin nedeni,malumunuz gibi Suriye”den göçlerle ilgilidir.Ne var ki,görüşme fırsatı bulduğum birkaç kuruluşun ortak kanısı bilgi kirliliğidir.Hepsinin ortak kanaati,göç eden Suriye”li vatandaşlarla neden görüştürülmek istenmemesidir.Şu zamana kadar,bildiğim kadarıyla görüşme izni almış herhangi bir kuruluş,yada basın mensubu olmamıştır.

Açıkçası,bu durum kafa karıştırıcı olmakla birlikte,bir takım şüpheleri de artırmaktadır.Gizlenmek istenen ne olabilir gibi bir soru akla takılıyor ister istemez.

Göç edenlerin sayısı bile gizlenmiştir.Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek”in,dün açıklamalarına kadar kaç kadın,kaç çocuk,kaç erkeğin göç ettiği bilinmemekteydi.

Bakanın açıklamalarından anladığımız kadarıyla göç eden erkeklerin oranı,kadın ve çocuk oranına göre ancak YÜZDE 10 lar civarındadır.Bu durum bir çok soru işaretlerine neden olmaktadır.Dikkat çekici bir durum değil midir !

Göç edenlerin kaçta kaçı yaralı,hangi silahlarla yaralandığı gibi sorular konusunda hiçbir bilgi verilmemektedir.Yetkililer yalnızca her türlü ilgiyi gösterdiklerini söylemekle yetinmektedirler.

Bazı haber ajanslarından anladığımız kadarıyla da,erkeklerin kadın ve çocuklarını bırakarak geriye dönüş yaptıklarıdır.Bu durum endişeleri daha da arttırmaktadır.

Bölgemiz tıkanmak istenmektedir.Eğer bir tıkanma meydana gelirse,herkes iyi bilmelidir ki,bu sorunu ancak savaş çözebilir.Bu savaş denetlenemeyecek kadar acılı sonuçlara neden olacaktır.

Suriye,Türkiye coğrafyası,etnik,inanç yönden iç içe girmiştir.Her iki ülkenin kültürel,sosyal etnik,inanç anlamda insan mozaiği hemen hemen aynıdır.

Bildiğimiz gibi,İkinci dünya savaşı sonrasında emperyalistler tarafından,800 km lik sınırın kalemle çizilmiş olması aileleri birbirinden ayırmıştır.Sınır şehirlerinde yaşayan halkların her iki ülkede akrabalık bağları vardır.

Bu reel durum,her iki ülkeye bazı sorumluluklar yüklemiştir.Hatta daha fazlası, her iki ülkenin birbirlerine güvenerek,sırtlarını vermeleri gerekmektedir.
Şimdi,aynı emperyal güçler bölgemizi yeniden dizayn etmeğe çalışmaktadırlar.Büyük Ortadoğu projesi adı altında,sözüm ona özgürlük vaadiyle ülkelerin haritaları değiştirilmek istenmektedir.Irak”ın işgali,Haririnin öldürülmesi,İsrail”in Lübnan”ı işgal girişimleri 2006 Lübnan savaşı,Gazze savaşı,onlarca ufak tefek çatışmalar.

Bölgede tek,tek ülkelerin kendi sorunlarını aşacak dinamiklerinin gelişmesine fırsat verilmemiştir.İsrail tehdidiyle nefes almaları bile önlenmiştir.
Halkların kendi kendisiyle yüzleşerek sorunlarını çözecek refleksleri kazanmalarına engel olacak iç ve dış çatışmalar hep kurgulanmıştır.Bu bağlamda onlarca yıl süren savaşlara neden olunmadı mı !.Irak”ta olduğu gibi acımasız kitle katliamlarına neden olmuştur.Irak”ta Bir milyondan fazla insan katledilmiş,bir milyondan fazla babasız kalan çocuk,bir milyondan fazla dul kalmış kadın var.Bir milyon dan fazla Amerikalı işgalcilerin tecavüzüne uğrayarak hamile kalmış kadınlar var şuan Irak”ta..Bu veriler uluslar arası insan hakları kuruluşlarının sitelerinde açıkça yayınlanmaktadır.

Kapı komşumuz Suriye”de yaşananlara,birazda bu yönde bakmak gerekmez mi !
İç çatışmaları körükleyerek,kaos yaratılarak etnik ve inanç çatışmalarına neden olacağı belli iken,yapılması gereken ateşin üzerine benzinle gitmek olmamalıdır.Böylesi bir savaşın denetlenebilirliği olamaz.Düşmanlıklara neden olacak her davranıştan sakınılmalıdır.

Suriye”de yaşananlar,Tunus”ta,Mısır”da gelişen özgürlük hareketlerinin bölgeyi sarmalamasının önünün kesilmesi yönünde bir denklem olarak karşımıza çıkartıldığını söylemek yanlış olur mu acaba !

Bu görüşlerimden Suriye”nin sorunlu bir ülke olmadığını söylediğim anlaşılmamalıdır.Suriye bir Ortadoğu ülkesidir ve her Ortadoğu ülkesi gibi,Demokratik ,sosyal ve ekonomik sorunları vardır.Türkiye”de ne kadar Kürt sorunu varsa,Suriye”de o kadar Kürt sorunu vardır.Ülkemizde ne kadar Alevi sorunu varsa,o kadar Sunni sorunu vardır.Kendi ülkemizde,nasıl kanın durdurulması için gayret gösteriyorsak,komşumuz ve orada yaşayan akrabalarımız açısından kanın durdurulması için gayretlerimiz olmalıdır.

Bu kan bir an önce durdurulmalıdır.Geç kalınmamalıdır.Aksi halde ABD ve İsrail”i kapımızda bulabiliriz.Sonrası hiçte yabancı olmadığımız felaketleri yaşayabiliriz.

Ülkemizin alması gereken tutum bu gerçeklerin yaşanmaması için olmalıdır.Ne var ki,bilgi kirliliğinin dezenformasyonu halka travma yaşatmaktadır şuan.

Yaşadığımız bölgenin hassas olmasına dikkat ederek her provokasyondan sakınmalıdır.Hatay”ın denge hassasiyeti dikkate alınarak yetkililerin sağlıklı enformasyon yapmaları gerekmektedir.

Ve en önemlisi,Türkiye”yi arka bahçe olduğu izlenimi bir an önce bertaraf edilmelidir.Aksi halde,halklar arasında ciddi düşmanlıkların oluşacağını bilelim.
Gelin hep beraber,Alevi,Sunni,Hıristiyan,Türk,Arap,Kürt biz Hatay halkı savaş istemediğimizi herkese ilan edelim.

Biz Suriye halkıyla saygı temelinde iyi komşuluk ilişkileri ve barış içinde yaşamak istiyoruz diyelim.

Demokratik kamuoyu oluşturmak için herkese görev düşmektedir.

hasipyigitoglu@hotmail.com

"VATAN HAİNLERİ"

Mikdat Abuzer
15 Mayıs 2011

Halkımız, Suriye sığınmacılarına “VATAN HAİNLERİ” adını taktı. Bu tanımlama, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için maşa olan, Amerika-İsrail ve Arap gericiliğinin maşası olara, Erdoğan’ın eş başkanlığında desteklenen, ülkesinde insanlık dışı kanlı katliamlar yaparak, mezhep ayrımcılığı üzerinden ölüm saçan, kimliklere bakarak yerleşim yerine göre ayrım yapıp adam öldüren, kadınları gasp edip parçalayarak nehirlere atan şebekelere verilen isimdir. “VATAN HAİNLERİ” adı, olguları gerçek anlamıyla tanımlıyor.

Bu şebekenin kendi ülkesine karşı yaptığı ihanet, dış güçlerin karanlık odalarında belirlenen tek tip söylem olarak medyaya sunulmaktadır; kurgu, uydurma, abartma montaj hikayeler üretilerek, “ne kadar çok yalan söylenirse o kadar kafalar bulanır” taktiği yapmaktadır. Her bir yalanı ortaya sermek için harcanacak emekler, hiçbir zaman yalan üretimine yetişilemeyeceği hesabıyla hareket edilmektedir. Tümü birbirine benzeyen tekrarlar olayları mantığın en basit verileriyle ele alınca yalanın çehresini açığa çıkarmak güç değildir. Irak işgaline yönelen 2003 savaşı arifesini hatırlayın; aynı büyük yalanların bin katını düşünün varacağınız sonuç Suriye’yi tanımlayacaktır. Suriye’ye karşı bu vatan hainlerinin işlediği cürümün ahlaksızlığıyla ülkemize sığınmaları, kendi vatanına yararı olmayanın ülkemize felaketten başka bir şey getirmeyeceğini hatırlatmak hepimizin görevidir.

Bu durum öylesini komik haller oluşturmaktadır ki, yalanı anlamak için ayrıca bir tanık bulmaya gerek kalmıyor; Suriye ordusu henüz onlarca km uzaktayken, “sınır boyundaki tarlaları ordu yakıyor” söylemleri kurgulamak, Ordu henüz Cisir Şuğur’a girmeden, yakıp yıktığını, tanklarla bombaladığını iddia etmek, elleriyle katlettikleri 120 güvenlik görevlisini uzun uzun, ballandıra ballandıra ve övünerek, zafer kazanmış edalarıyla anlatan aynı insanlar, basın karşısında aldıkları talimat gereği, “ordudaki bölünme nedeniyle, yine ordunun katlettiği insanlar” diye sunmaları, toplu mezarları itirafçılar gösterip olayı tüm yönleriyle anlatmasına karşın bunu 10 gündür ortalıkta olmayan devletin sırtına yıkmak gibi dehşet verici yalan söylemleri bunu anlatmaya yeterlidir. Bu çevrelerde yalan, takkiyecilik “Allah yolunda kafiri aldatmak” adına yapılır. Bunun için de ayeti kerime bile getirilir, “Va mekaru va amkar ullah va Allahu hayrul makirin” (Ve hile yaptılar ve Allah hile yaptı ve Allah en hayırlı hilecidir”. Bu ayeti lafzıyla ele alıp şer için kullanalar, ülkemizde olduğu gibi Suriye’de de aynı familyanın insanlarıdır. İşte bu VATAN HAİNLERİ, köylü kurnazlıklarıyla, deve kuşu misali, kendi ülkelerine ihaneti organize etmeye çalışmaktadırlar. Erdoğan yönetimi ise bunların destekçisi olarak, vekaleti kimden alınmış belli olmayan bir davranışla, ülkemizi bu ele kanıl şebekelere bir misafirhane olarak sunmaktadır.

Bunun bilincinde olan halkımız, “VATAN HAİNİ” sıfatı bu şebekelere layık görmüştür. Bu adı bunlar için her yerde kullanmalıyız. Bu hainlerin duygu sömürüsü yapmalarına müsaade etmemeliyiz. Yüzlerine tükürmeliyiz.

Bilinmesi gereken diğer önemli noktalar ise şudur;

Bunlar "VATAN HAİNİ"dir. Basit bir sayısal ölçüyle bunu size anlatarak, medyanın yalanlarını ortaya çıkarmak zor değil. Ülkemize sığının göçmenlerin 10 000 kişi bulduğunu var sayalım. Yapılan açıklamalarda 1800 erkek gerisi çocuk ve kadın. İşte size eli kanlı eylemlere karışanların sayısı tas tamam budur. Bunu bire bir gözlemlerimle ifade ediyorum. Sayı budur. Cisir el Şuğur ve çevresini yakıp yıkan, kadınlara tecavüz ederek satırlarla doğrayıp Asi Nehrine atan, Alevi diye katlettikleri insanları kepçelerle Asi’ye döken, toplu mezarlara gömen, bir ilçede olası mümkün olan tüm resmi ve kamu yönetim dairelerini ve kurumlarını, ülke servetlerini ve özel mülkleri yakıp yıkan bunlardır. Bu sayı olayların ilk anından itibaren belirlenmiştir. Ne bir siyasi program ne de bir siyasal hareket olarak değil barışçıl muhalefeti bile işkencelerle kendi aralarından tasfiye eden bu güruh, hanice sinsice ve korkakça yaptıkları yıkımın ardından Türkiye’ye kaçtılar. Çünkü ne dayanacakları bir halk kitleleri vardı ne de Suriye’nin halk desteğiyle dik duran direniş çizgisini sarsabilecek durumdaydılar. Yakıp yıktılar ve onları yönlendiren Türkiye derin devletine sığındılar. Erdoğan yönetiminin şemsiyesi altına girdiler; ele geçen silahlar, SİM kartları, itirafçıların dile getirdikleri tek gerçek Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) Eş Başkanı Erdoğan’ın Ülkemizi ve halklarını tarihi büyük kin ve sorumluluk altına soktuğunu göstermektedir.

Erdoğan yönetim, ikiyüzlü politikasıyla Suriye’deki tüm olaylarda parmağı olduğu açığa çıkmıştır. Dini kanlı eylemlerine alet edenler bunlardır. Bu kanlı eylemlere karışmayanlar, olaylardan yaşadığı korkuyla, kin ve intikam şebekelerinin yarattığı dehşetle, çevre köylere sığınanlar, ordunun hakim olduğu her alana, şu an akın akın evlerine dönmektedirler. Dönmeyen, Erdoğan’ın işbirlikçileri Amerikanın-İsrail’in ve Arap gericiliğinin paralarıyla beslenen ve onların emirleriyle vatanlarına ihanet edenlerdir. Bu aynı zamanda bir oyundur. Suriye’yi içteki hainlerle yıkamayacağını anlayanlar, Suriye’nin geniş dost çevresi olan bölge devrimci hareketlerinin aktif savunusuyla yüz yüze kalınca, malum “sivilleri koruma” oyununa başladılar. Bu oyuna dayanarak Suriye’ye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden yaptırım tezgahlamaya başladılar. Ülkemizi yeni bir askeri macera için hazırlayan Erdoğan, bölgemizin kanlı süreçlerini açmak için hesapsızca ve pervasızca ateşe benzin dökmeye başlamıştır. Komşuluğa, dostluğa kardeşliğe ihanetin böylesi ne iğrenç türü tarihte çok azdır. Bu tarz ilişki, Osmanlıcılığın dağılma sürecini hatırlatan şaşkınlıktır. Güçlü olduğu sanısının gerçek dışı yönelimleridir ve sonuç her hatanın sahibeni sert bir şamar olarak dönemsidir.

Her kes yaptığının kefaretini ödeyecektir. Yarın Türkiye yeni bir Sevr’le karşı karşıya gelince bu satırların yazarı bu yazıyı, bu gün akılsızlık eden militarist milliyetçilere bir kez daha hatırlatacaktır. Erdoğan’ın HAİNLERE desteği ülkemiz halkından gerekli yanıtı almakta geç kalmayacaktır. Evi camdan olan kimseyi taşlamasın…

"VATAN HANİLERİ"


Mikdat Abuzer

15 Mayıs 2011

Halkımız, Suriye sığınmacılarına “VATAN HAİNLERİ” adını taktı. Bu tanımlama, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için maşa olan, Amerika-İsrail ve Arap gericiliğinin maşası olara, Erdoğan’ın eş başkanlığında desteklenen, ülkesinde insanlık dışı kanlı katliamlar yaparak, mezhep ayrımcılığı üzerinden ölüm saçan, kimliklere bakarak yerleşim yerine göre ayrım yapıp adam öldüren, kadınları gasp edip parçalayarak nehirlere atan şebekelere verilen isimdir. “VATAN HAİNLERİ” adı, olguları gerçek anlamıyla tanımlıyor.

Bu şebekenin kendi ülkesine karşı yaptığı ihanet, dış güçlerin karanlık odalarında belirlenen tek tip söylem olarak medyaya sunulmaktadır; kurgu, uydurma, abartma montaj hikayeler üretilerek, “ne kadar çok yalan söylenirse o kadar kafalar bulanır” taktiği yapmaktadır. Her bir yalanı ortaya sermek için harcanacak emekler, hiçbir zaman yalan üretimine yetişilemeyeceği hesabıyla hareket edilmektedir. Tümü birbirine benzeyen tekrarlar olayları mantığın en basit verileriyle ele alınca yalanın çehresini açığa çıkarmak güç değildir. Irak işgaline yönelen 2003 savaşı arifesini hatırlayın; aynı büyük yalanların bin katını düşünün varacağınız sonuç Suriye’yi tanımlayacaktır. Suriye’ye karşı bu vatan hainlerinin işlediği cürümün ahlaksızlığıyla ülkemize sığınmaları, kendi vatanına yararı olmayanın ülkemize felaketten başka bir şey getirmeyeceğini hatırlatmak hepimizin görevidir.

Bu durum öylesini komik haller oluşturmaktadır ki, yalanı anlamak için ayrıca bir tanık bulmaya gerek kalmıyor; Suriye ordusu henüz onlarca km uzaktayken, “sınır boyundaki tarlaları ordu yakıyor” söylemleri kurgulamak, Ordu henüz Cisir Şuğur’a girmeden, yakıp yıktığını, tanklarla bombaladığını iddia etmek, elleriyle katlettikleri 120 güvenlik görevlisini uzun uzun, ballandıra ballandıra ve övünerek, zafer kazanmış edalarıyla anlatan aynı insanlar, basın karşısında aldıkları talimat gereği, “ordudaki bölünme nedeniyle, yine ordunun katlettiği insanlar” diye sunmaları, toplu mezarları itirafçılar gösterip olayı tüm yönleriyle anlatmasına karşın bunu 10 gündür ortalıkta olmayan devletin sırtına yıkmak gibi dehşet verici yalan söylemleri bunu anlatmaya yeterlidir. Bu çevrelerde yalan, takkiyecilik “Allah yolunda kafiri aldatmak” adına yapılır. Bunun için de ayeti kerime bile getirilir, “Va mekaru va amkar ullah va Allahu hayrul makirin” (Ve hile yaptılar ve Allah hile yaptı ve Allah en hayırlı hilecidir”. Bu ayeti lafzıyla ele alıp şer için kullanalar, ülkemizde olduğu gibi Suriye’de de aynı familyanın insanlarıdır. İşte bu VATAN HAİNLERİ, köylü kurnazlıklarıyla, deve kuşu misali, kendi ülkelerine ihaneti organize etmeye çalışmaktadırlar. Erdoğan yönetimi ise bunların destekçisi olarak, vekaleti kimden alınmış belli olmayan bir davranışla, ülkemizi bu ele kanıl şebekelere bir misafirhane olarak sunmaktadır.

Bunun bilincinde olan halkımız, “VATAN HAİNİ” sıfatı bu şebekelere layık görmüştür. Bu adı bunlar için her yerde kullanmalıyız. Bu hainlerin duygu sömürüsü yapmalarına müsaade etmemeliyiz. Yüzlerine tükürmeliyiz.

Bilinmesi gereken diğer önemli noktalar ise şudur;

Bunlar "VATAN HAİNİ"dir. Basit bir sayısal ölçüyle bunu size anlatarak, medyanın yalanlarını ortaya çıkarmak zor değil. Ülkemize sığının göçmenlerin 10 000 kişi bulduğunu var sayalım. Yapılan açıklamalarda 1800 erkek gerisi çocuk ve kadın. İşte size eli kanlı eylemlere karışanların sayısı tas tamam budur. Bunu bire bir gözlemlerimle ifade ediyorum. Sayı budur. Cisir el Şuğur ve çevresini yakıp yıkan, kadınlara tecavüz ederek satırlarla doğrayıp Asi Nehrine atan, Alevi diye katlettikleri insanları kepçelerle Asi’ye döken, toplu mezarlara gömen, bir ilçede olası mümkün olan tüm resmi ve kamu yönetim dairelerini ve kurumlarını, ülke servetlerini ve özel mülkleri yakıp yıkan bunlardır. Bu sayı olayların ilk anından itibaren belirlenmiştir. Ne bir siyasi program ne de bir siyasal hareket olarak değil barışçıl muhalefeti bile işkencelerle kendi aralarından tasfiye eden bu güruh, hanice sinsice ve korkakça yaptıkları yıkımın ardından Türkiye’ye kaçtılar. Çünkü ne dayanacakları bir halk kitleleri vardı ne de Suriye’nin halk desteğiyle dik duran direniş çizgisini sarsabilecek durumdaydılar. Yakıp yıktılar ve onları yönlendiren Türkiye derin devletine sığındılar. Erdoğan yönetiminin şemsiyesi altına girdiler; ele geçen silahlar, SİM kartları, itirafçıların dile getirdikleri tek gerçek Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) Eş Başkanı Erdoğan’ın Ülkemizi ve halklarını tarihi büyük kin ve sorumluluk altına soktuğunu göstermektedir.

Erdoğan yönetim, ikiyüzlü politikasıyla Suriye’deki tüm olaylarda parmağı olduğu açığa çıkmıştır. Dini kanlı eylemlerine alet edenler bunlardır. Bu kanlı eylemlere karışmayanlar, olaylardan yaşadığı korkuyla, kin ve intikam şebekelerinin yarattığı dehşetle, çevre köylere sığınanlar, ordunun hakim olduğu her alana, şu an akın akın evlerine dönmektedirler. Dönmeyen, Erdoğan’ın işbirlikçileri Amerikanın-İsrail’in ve Arap gericiliğinin paralarıyla beslenen ve onların emirleriyle vatanlarına ihanet edenlerdir. Bu aynı zamanda bir oyundur. Suriye’yi içteki hainlerle yıkamayacağını anlayanlar, Suriye’nin geniş dost çevresi olan bölge devrimci hareketlerinin aktif savunusuyla yüz yüze kalınca, malum “sivilleri koruma” oyununa başladılar. Bu oyuna dayanarak Suriye’ye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden yaptırım tezgahlamaya başladılar. Ülkemizi yeni bir askeri macera için hazırlayan Erdoğan, bölgemizin kanlı süreçlerini açmak için hesapsızca ve pervasızca ateşe benzin dökmeye başlamıştır. Komşuluğa, dostluğa kardeşliğe ihanetin böylesi ne iğrenç türü tarihte çok azdır. Bu tarz ilişki, Osmanlıcılığın dağılma sürecini hatırlatan şaşkınlıktır. Güçlü olduğu sanısının gerçek dışı yönelimleridir ve sonuç her hatanın sahibeni sert bir şamar olarak dönemsidir.

Her kes yaptığının kefaretini ödeyecektir. Yarın Türkiye yeni bir Sevr’le karşı karşıya gelince bu satırların yazarı bu yazıyı, bu gün akılsızlık eden militarist milliyetçilere bir kez daha hatırlatacaktır. Erdoğan’ın HAİNLERE desteği ülkemiz halkından gerekli yanıtı almakta geç kalmayacaktır. Evi camdan olan kimseyi taşlamasın…

13 Haziran 2011 Pazartesi

“TÜRK REALİTESİ” Mİ?

SİBEL ÖZBUDUN

“Öfkelenin…
Kabul Etmeyin…
Harekete Geçin...”[1]

“Kürtlerin tarihsel zaferi”… Merkezi Brüksel’de bulunan ‘Infoturk’ haber ajansı, BDP’nin başı çektiği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adaylarının büyük bölümünün parlamentoya girmesini bu başlık altında duyuruyordu kamuoyuna. Kürt coğrafyasının aynı duyguyu paylaştığı biliniyor.

Temelden yoksun bir saptama değil bu. Gerçekten de onlarca yıllık, kimi açık ve vahşi, kimi örtülü ve sinsi baskılar Kürtlere iyi öğretmen olmuş besbelli. Blok, ama esas olarak da BDP adayları ve seçmenleri kılı kırk yarar bir ince hesaplamaya tabi tuttu. Bütün bağlantı ve olasılıkları göz önünde bulundurarak... Hangi mahalleden, hangi mezradan ne kadar oy geleceği milim milim saptanıp, bir bölümü okur-yazar olmayan, bazıları hiç Türkçe bilmeyen seçmenlere teker teker nasıl oy verileceği anlatıldı.

Ve başta DTP olmak üzere Blok bileşenlerinin canını dişine takmış, özverili çalışmaları. YSK kararı üzerine sokaklara dökülen, miting meydanlarını dolduran, konu komşu dolaşıp oy isteyen Kürt kadınları, gençleri… Mersin’e, eski yoldaşlarının kampanyasına desteğe koşan saçları ak Dev-Gençliler, nükleer karşıtları, okulu kırıp bildiri dağıtan, afişleme yapan liseliler, üniversite hocaları… hepsinin, hepsinin payı büyük.

Onlar sayesindedir ki Blok hedeflediği milletvekillerinin neredeyse tümünün -tek oyu dahi heba etmeden- parlamentoya girmesini sağlamış durumda. Üstelik bizim gibi altmışına merdiven dayamışların yüreğini titreten bir artıyla: Ertuğrul Kürkçü ile birlikte onları, ilk sevdalarımızı da -Deniz Gezmiş’i, Ömer Ayna’yı, Hüseyin Cevahir’i, Yusuf Arslan’ı, Mahir Çayan’ı, İbrahim Kaypakkaya’yı… da meclise taşımış olduk: bir zamanlar sıralarında idamlarının onaylandığı, “vatan haini” ilan edildikleri meclise… Çok uzun zamandır açık kalmış, bir türlü kabuk tutmayan bir yara bu kez çiçek açtı…

Bu, madalyonun bir yüzü… İnkâr edilmez, azımsanmaz, dudak bükülmez…
Ama bir başka yüzü daha var 2011 seçiminin.

Suyun Batı yakasında her iki seçmenden biri AKP’ye oy verdi… Kimse AKP’nin milletvekili sayısının azaldığı, yeni Anayasa önerisini referanduma götürecek sayıyı bile tutturamadığı vb. olgularla teselli bulmaya kalkışmasın. O, işin reelpolitikayla ilgili faslı. Olayın “toplumsal” ve sokakta tezahür eden/edecek gerçekliği, 2009 yerel seçimlerinde oyları yüzde 38.8’e dek gerileyen AKP’nin çok değil iki yıl sonra yaklaşık yüzde 50’ye sıçraması.

Unutulacak kadar mazi değil: 2009 yerel seçimleri, AKP’nin “Kürt açılımı”na start verdiği günlerde gerçekleşmişti. Ve “açılım”ın gölgesi dahi, partiyi ciddi bir oy kaybına uğratmaya yetti: yüzde 46.5’den yüzde 38.8’e…

2009’dan 2011’e iktidar partisi yüzde 10’u aşkın bir oy sıçraması yaptıracak “muhteşem” bir iktisadî ya da siyasal başarıya imza atmadı, bilebildiğim kadarıyla: İşsizliği sıfırlamadı; ihracat patlaması yapmadı; ne bileyim ülkenin AB’ye girmesini sağlamadı; “Van minut” dışında kaydadeğer bir uluslar arası başarısı da yok… Hatta, aklımda yanlış kalmadıysa iki yıl içinde milli takım dünya şampiyonu filan da olmadı... Veya üniversite sınavları kaldırılıp bütün lise mezunlarına (haydi anadilde olmasından vaz geçtim) parasız, nitelikli bir yükseköğrenimin önü de açılmış değil…

Şu hâlde ne oldu? Yanılmıyorsam şu: AKP bu seçim kampanyasını tüm emek hareketine, sol muhalefete, ama özellikle de Kürt hareketine karşı fevkalade agresif bir söylem üzerine oturttu. Hedef belli ki MHP tabanının aşındırılması ve temellük edilmesiydi; bu öyle gözüküyor ki büyük ölçüde başarılı da oldu. “Ankara’da polis tankerine tırmanan kız mıdır kadın mıdır” dan, “Hopa’ya eşkıyalar inmiş”e, “Kürt sorunu bitmiştir, artık sadece Kürt yurttaşların sorunları vardır” dan “Kürtlerin dini Zerdüştlüktür diyor. Kim diyor İmralı diyor ve onun izinde olanlar. Şimdi Cuma namazını kılıyorlar. Cuma’ya gitmiyorlar, devletin imamı arkasında durmuyorlar. Bir yerde durup kadın erkek karışık namaza duruyorlar”a; “Hakkâri’de terör örgütü zorla kepenk kapattırıyor”dan “Biz olsaydık Öcalan’ı asardık”a… Başbakan esip savurdukça, demek ki oylarını da tırmandırdı…

AKP bilindiği üzere gözükara liberalizminden haz eden Marmara sermayesi, onda “ılımlı İslâm”ıyla bölge ülkelerine nüfuzu kolaylaştıracak bir müttefik gören ABD, sermaye hareketleri önündeki kısıtlamaları kaldırma yolundaki cüretini sezinleyen çokuluslu şirketler, onu askerî vesayet rejimini dönüştürmenin bir aracı olarak değerlendiren liberal solcular, Kürt sorununa yeni bir yaklaşım getireceği umudundaki Kürtler gibi, kendi (muhafazakâr) tabanı dışında geniş bir koalisyonun desteğiyle geldi iktidara.

Şimdi öyle gözüküyor ki, bu desteğe gereksinimi kalmadığını düşünüyor. Örneğin “anti-vesayetçi” liberalleri, çoktan silkeleyip attı bile.

(Ecevit’in “sırtımızdaki keneler” anekdotunu hatırlayanınız var mı?) Buna karşılık “muhafazakâr” tabanına “milliyetçilik” vasfını da ekleyerek bu ülke nüfusunun yarısını kapsama alanına dâhil etti. Diyarbakır’dan, Hakkâri’den, Şırnak’tan, Hopa’dan vazgeçerek Yozgat’ı, Çankırı’yı, Bursa’yı, Osmaniye’yi, Trabzon’u, Erzurum’u vb. vb. kazandı. Şimdilik “mütevazılık” örtüsüyle perdelenmeye çalışan muazzam bir özgüven… Kendisine oy vermeyenlerin hayat tarzını, “laik devlet” güvencesinden çıkartıp, el çabukluğuyla “onuru, namusu, şerefi”ne havale edişte sırıtmıyor mu sizce de?

2011 seçimlerinin ortaya çıkardığı tablonun sorunu parlamento aritmetiğinden çok, AKP’de ifadesini bulan milliyetçi-muhafazakârlığı konsolide etmiş olmasında. Bu konsolidasyon, korkarım ki Kürt “zaferi”ni Kürt coğrafyasında tecrit ederken, suyun Batı yakasındaki devrimcilerin, sosyalistlerin, emek muhalefetinin soluduğu havayı zehirleyen bir reaksiyon biçiminde tezahür edecek. Tümüyle iktidar partisinin kontrolü altındaki polis ve yargı gücüne böylesi bir sokak hegemonyası eklendiğinde, manzara hepten iç karartıcı bir hâl alıyor.

Bugüne dek “Kürt realitesi”nden söz edegeldik. Öyle gözüküyor ki bundan sonra bir “Türk realitesi” üzerine kafa yormamız gerekecek…

13 Haziran 2011 23:37:05, İstanbul.

N O T L A R
[1] Stéphane Hessel, Öfkelenin, Çev: İsmail Yerguz, Cumhuriyet Kitapları, 2011.

HELA TAŞI (230. DOSYA )

Mehmet Yavuz
10 Haziran 2011

O kadar yazıldı, söylendi. Engin Erkineri’i tanıdığımızı sanıyorduk..
Lakin bilmediğimiz başka maharetleri de varmış..

Heykel yeteneği olduğunu da yeni öğreniyoruz.

Neymiş efendim; bir heykel yapıp Antakya’ya dikecekmiş de gelen geçentükürecekmiş…
Niye yalan söyleyeyim; bu düşüncesi bana da ilham oldu…

Biraz kafayı yorunca da buldum…

Yöntemi sadece çirkeflik olan Engin’den çok güzel hela taşı olur mesela…

Koyarsın hayrına en işlek helasına memleketin; gelen sıçar, giden sıçar…

SEÇİM SONUCU GERGİN DENGELERE DOĞRU

Mihrac Ural
13 Haziran 2011

Kimse kaygılanmasın bu sonuç gericiliğin zaferi değildir. Oylarını arttırmasına rağmen milletvekili sayısında önemli bir düşüş yaşayan AKP, seçimlerden beklediği sonucu alamadı. Bu bir düş kırıklığıdır. Parlamenter sistemi Başkanlık sistemine dönüştürerek sivil bir diktatörlük kurma hayalleri içinde olan Erdoğan’a halkoylarıyla geçit vermedi. Bu gerçeğe, diğer bölgelerde olduğu kadar özellikle Kürdistan’da seçim barajı nedeniyle oyların heder olması eklenmeli.

Seçimler iktidar pervasızlığına dur dedi. Halk sandıklardan, takiyeciliğe, karanlık amaçlar arkasında daha ileri gidilmesine set çekti. Ülkemiz ve ülkemizin çevrili olduğu tüm bölgelerde ciddi sorunlar yaratan ilişkileriyle, yeni Osmanlıcılığın 21. Yüzyılda ilkel milliyetçi çıkar yönelimleriyle her türden komşuluk, dostluk ve kardeşlik ortamını sarsan Erdoğan yönetimi, bu seçimlerde beklediği siyasi sonucu elde edememiştir. Gergin bir dengede, parlamentoda tek başına anayasayı değiştirebilecek bir sonuç alamadan çıktığı seçimleri zafer olarak gösterme çabası sadece kendini ve seçmenini aldatmaktan ibarettir. Erdoğan’ın bunun ötesi bir yükselişi yoktur, olmayacak da. Artık durduğu yerden gerisin geriye bir düşüş yaşayacaktır. Bunu siyasetin her adımında göreceğiz. Bu noktada özgürlük ve demokrasi taleplerimizde, demokratik anayasa ikame etme çabalarımızın kararlı direnişi, ülkemizin geleceği için güvenilebilecek tek araç olacaktır.

Doğada evrim ve farklılaşma bir mutasyon olayıdır sonuçta. Bu olmadan ne türlerin gelişim ve farklılaşması mümkün ne de tarihin ilerlemesi. Toplum yasaları, düşün yasaları da aynıyla bu tarzda işler. Pelteleşmiş akılların evrimi için bir mutasyon gerekli, bir kırılma olmalı. Bunu istesek de öznel yaptırımlarla, sihirli değnek dokunuşlarıyla ikame edemeyiz; bu bir nesnel süreç birikimi ve evrimidir. Ülkemiz bu seçimlerde siyasal bir tıkanma içinde olduğunu yansıttı. Ancak daha önemlisi tıkanıklığın kırılması için de yol haritası vermiş oldu. Bunun ayrımında olanların yapacağı şey böylesi bir kırılma kesitinde her ihtimale hazır olmaktır. Bu hazırlık aynı zamanda fiili bir süreçtir. Direnme bunun ilk basamağıdır; bin milin ilk adımıdır.

Umutsuzluğa yer olmamalı, gericiliğin devleti ele geçirme etkinliğiyle, seçim sonuçlarını tarihe tecavüz için kullanması, sürmekte olan kaosun derinleşmesinden başka bir sonuç getirmeyecektir. Başka türlüsü de olamaz. Seçimlerde oy sayısının göreli artışı zafer değildir; bu nedenle, “balkon konuşması” uzadıkça uzadı. Bu konuşmada seçim meydanlardaki sallama vaatleri tekrarla dile getirme çabası, seçimden çıkan sonucun beklenmedik bir gerileme olduğu gerçeğine karşı bir refleks olarak gündeme geldi. Bu davranış beklenen zaferin elde edilmemesinden kaynaklanan kaygıdır.

Sonuçların en doğru mesajı, toplumda artan özgürlük ve demokrasi talebinin seçimlere katılım ve milletvekili sayısında artışla kendini ifade etmiştir. Milletvekili sayısını arttıranların özgürlük ve demokrasi güçleri olduğu, muhalefet güçleri olduğu net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Ortak ülkemizin en belirgin siyasal duruşu budur. Bu hak ve talepler uğruna direnmemizin gerçekçi bir kitle tabanına sahip olduğunu yansıtması açısından da önem taşımaktadır.

Bu yükselişi anlamlı kılan, İktidarın “demokratik açılım” aldatmacasıyla süre giden inkarcılığı, düşünceye karşı yasakçılığı, baskı ve zulmün her türüne yönelerek, üstelik askeri araçları ucu açık bir kirli savaşla sürdürmekten çekinmeden dayatılmasıdır. Bu akıl zoru iktidar, her şeyde hüküm süren hesapsız, orantısız güç kullanımıyla, hakkı olmayan yaptırımları ikame edebileceği sanısıdır. Bu yanılgılar, toplumu bölen, iç çatışmaya sürükleyen nedenlerin başında yer alır.

İktidar iç politikada olduğu kadar dış politikada da aynı akılla hüküm sürmeyi denemektedir. Bu toplumsal kimyaları bozma girişimidir. Cumhuriyetin en insani yönelimlerinden biri olan “yurtta sulh cihanda sulh” duruşunu ayaklar altına alıştır.

Cumhuriyetin kuruluş planı, Osmanlının talan ve gasplarla şekillenmiş yaşam süreci arkasında Atatürk’ün dediği gibi “toplumu serserice peşine takan” hengamesinden çıkıştır. Çağdaş uygarlık temelinde iç ve dış ilişkileri düzenlemektir. Ancak ülkemizde bu çağdaş yeniden kuruluş planına karşı, kesilmeden süren bir kin ve intikam siyaseti dayatılmaktadır; dış güçler tarafından da aralıksız olarak desteklenip körüklenen bu siyaset, her tarihi kesitte gericiliğin şemsiyesi altına sığınmıştır. Erdoğan geride kalan iki dönemi ve seçimlerin ardından başlayan 3. İktidar döneminin ana teması budur.

Bu sürecin, görsel bir şölene dönüşen aldatıcı “çılgın projeleri” esasında Cumhuriyeti hiçbir zaman terk etmemiş Osmanlıcılıktır. Bunun siyasal tanımlaması ise kimliksizliktir kaostur, kayıptır hüzünlü sondur; Hitlerin Ari ırkı projesinin bir başka boyutta tekrarıdır. Sonu felakettir ve bu felaket sadece sorumlu olan iktidarları değil, bu topraklarda yaşayan tüm halkları haksızca sorumluluk altında tutar. Kefaret ödetir.

Bir toplumun ortaklaşa yarattığı tüm değerlere karşı, karanlık her köşeden ve arkadan vurulan hançerleri tanımlayan bu tür iktidarların “Stratejik Derinlik” heyulası, “komşularla sıfır sorun” aldatmacaları nesli tükenmiş, kof ve bir o kadar boş İttihatçı milliyetçiliğin militarist sergüzeştliğidir. Buhara da rüyasına kapıldıkları an, birlikte gömüldükleri “turan” ülküsünü, Yeni-Osmanlıcılık adı altında, akim kalmış bir seçim zaferiyle Balkanların, Kafkasların, Ortadoğu ve kuzey Afrika’nın da zaferi olarak lanse etmeleri, bu topraklarda yaşayanların başına örülmekte olan felaketin adıdır.

İç politikada; Kürt ulusunun 19 halk ayaklanmasıyla dile getirdiği haykırışın kanlı bir tarzda, toplu katliamlarla bastırılması. Uluslar arası anlaşmalara aykırı olarak Antakya-İskenderun ve havalisinin ilhakı. Varlık vergisi dayatmaları, 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla azınlık tasfiyeleri. Üç askeri darbeyle demokratik güçlerin gelişme dinamiklerini körelten girişimleri ve 26 yıldır devam eden Kürt ulusal özgürlük mücadelesine dayatılan 17.000 faili meçhul, 60.000’ni aşkın ölü ve 100.000’i aşkın yaralı, milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden göçe zorlama ve akıl almaz baskılarla, Diyarbakır zindanında işlenen insanlık suçları. Amerika ve İsrail’e dayanan desteklerle teknik, lojistik, istihbarat ve pilotsuz uçak dış ilişki alımlarını kendi vatandaşını katletmek için daha da ötesi sınır ötesi operasyonlarla kovuşturmak için yapılan girişimlerle belirlenen kanlı süreçlerin sahibi bu tür iktidarlardır.

İç politikanın kaçınılmaz yansıyışı olan dış politikada ise; ikiyüzlülük üzerine, aldatma, arkadan hançerleme, Osmanlının gasp ve talan siyasetini 21. Yüzyıla ayarlamış icraatlarıyla, gelecek kuşakların sırtına, altından kalkılmaz kefaretler yığılmaktadır.

Libya’da çirkince ortaya çıkan durum budur. Bahreyn’de de aynıyla tekrar eden ve sonunda tarihin en büyük sanal savaşıyla başlatılan, kurguların bininin bir para olduğu, uydurma, abartma ve akıl zoru yalanlar. Karanlık merkezlerden organize edilerek çağdaş iletişim araçlarının pervasız kullanımıyla, toplumun beynini yıkarcasına yapılan tekrarlarla servis edilen Suriye’ye yönelik yıkıcı faaliyetler. Bu süreçte Erdoğan iktidarı, bir taraf olarak yerini belirlemiştir; Suriye’yi kardeş kavgasına, Libya’daki gibi kanlı bir sürece sürmek isteyen bu çabalar, Erdoğan’ın kendi diliyle açıkladığı lojistik desteğin her türünü, basına sızdığı kadarıyla da maddi ve silah desteğinin her türü yapılmaktadır. Eli kanlı şebekelerin yaralısı Türkiye’de tedavi edilmekte, eksikleri giderilip yeniden Suriye’ye kanlı savaşlar için gönderilmektedir. Komşu ülke Suriye üzerine tezgahlanan bu kirli komploda ülkemizi ve halklarımızı töhmet altına sokan bu iktidarların artan iflası, gerginlik ve saldırganlıklarının da önemli nedenidir. Bütün bunların, Erdoğan’ın da sık sık tekrar ettiği gibi, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Eş Başkanı olmasıyla yakından ilgili olduğu artık çok açıktır.

Bütün bunlar, Erdoğan’ın desteklediği eli kanlı Müslüman Kardeşler şebekesinin, gerici silahlı ayaklanmalarıyla hazırlığını yaptığı kabul edilebilir bir bölge savaşının ilk adımlarıdır. Bu yayılmacı bir siyasettir. Bu siyaseti sadece kan besler, ihanetin her türü, ahlaksızlık deryası besler. Uluslararası ilişkilerde çıkarların temel rol oynaması asla insanlık değerleri üzerinde böylesine kanlı oyunlar oynama anlamına gelmez. Bu eğilimler, er ya da geç sahiplerini vurur.
Ancak tarih süreci içinde bu politikaların kefaretini daha çok halklar çeker. Kirli savaşın ülke içinde sürmesini kışkırtanların, bölgesel savaşlarla diğer halkları ölüm denklemlerine sürmeleri, kin ve nefret aşılama çabaları, Erdoğan’ın 3. Dönem iktidarının alamet-i farikası olma tehlikesi tüm korkunçluğuyla seçim sonuçları arasında yer alan bir belirti olarak karşımızdadır.

Her şeye rağmen, seçim sonuçlarının açtığı önemli yeni alanlar da bulunmaktadır. Bu alan, uygarlık güçlerinin, güç uygarlıklarıyla son düellosuna sahne olacak gibidir. Bu sahne, tarihin ve kaderin bir cilvesi olarak, kadim Roma kenti Antakya’yı seçmesi tesadüf değildir. Ünlü Romalı gladyatör Ben Hür’ün, zulme meydan okuyan o at yarışlarının, toprağı toza dönüştüren at nallarının vurduğu yer, binlerce yıl sonra aynı yerde zulme karşı bir başkaldırı sahnesi olarak, Harbiye’nin kayıp ARENA’sında vuku bulacağını söylemek abartılı değildir. CIA’nın bu alanda komşumuz Suriye’ye karşı, belki şu an değil yıllar sonra da olsa fiili boyut alacak eylemin hazırlıklarına sahne olduğu, artık sağır sultan tarafından bilinmektedir. Bu veriler ülkemizin hangi maceralara sürüklendiğine önemli birer işarettir.
Buna hazır olalım, bu saflaşmada tereddüte kapılıp risk almaktan kaçınmayalım. Bu çağrı, karnı doymuş aptallarla, açların özgürlüğü arasında bir tercih değildir. Özgürlük ve demokrasiye doyum çağrısıdır. Erdoğan’ın, sahip olmadığı için veremeyeceği şey de budur.

Bölgemizde temposunu artıran kabul edilebilir bir savaşa sürüklendiğimiz şu kesitte, ülkemizde 3. Bir dönem baskı rejiminin iktidarda rahat oturabileceğini düşünenlerin yanıldığını söyleyeceğim. İktidarın yerinde sayan seçim zaferi, gelip dayandığı tıkanma noktasıdır.

Bu tıkanmayı çözecek gelişmeler, depolanmış büyük enerjilerin açığa çıkışını gündeme getirecek, fay hatları böyle kırılacaktır.

TEK OY BİLE BOŞA GİTMEMELİ

Mihrac Ural
12 Haziran 2011

Bu gün seçim sandıklarına akıyoruz. Bu gün geleceğimizi ve gelecek kuşaklarımızın kaderini belirlemek için oyumuzu kullanıyoruz.

Bir yandan sivil diktatörlük sevdalıları, cumhuriyetin her türden olumlu değerlerini ayaklara altına alıp, ülkemizi çağ dışına itmek isteyenler, diğer yandan özgürlüklerin, demokrasinin halkın çağdaş değerlerini savunanlar yer alıyor.
Bu kader seçimlerinde, tek oyun bile anlamlı olduğunu unutma.

Tek bir oyu bile boşa harcamamak için, sandıklara yönelelim, gerici güçlerin yeni bir iktidar sürecine, çözümsüzlük inadıyla “Yaratıcı Anarşi”nin ikamesine, komşularımıza karşı sürdürülen ikiyüzlü politikaların kan üzerinde oynayan yönelimlerine ve buradan ülkemizi kanlı bir iç savaşa götürmek isteyen güçlerin egemenliğine geçit vermeyelim.

Oyumuz, emek, özgürlük ve demokrasi güçlerinin bağımsız adaylarına akmalıdır.
Doğru tercih budur. Haklı ve halkın çıkarlarını temsil eden tercih budur.

BU HAFTAKİ MİSAFİRLERİM (4 HAZİRAN 2011)

Mihrac Ural
12 Haziran 2011


Bu hafta ki misafirlerim 33 yıl sonra yolu öğrenip, ziyaretimi bir görev sayan her sözü derin anlamlar bütünü olan bilge yoldaşım Stalin ve iki yoldaş daha. Biri TÖB-DER mücadelesinin Acilcisi bir hoca diğeri ise, Müntecep Kesici’nin (Şeyh) de teyzesi oğlu O.K yoldaş.

Tesadüf evimde bir araya geldiler. Her üçünün de geliş amacı aynı, sevgi ve bağlılık, bilgi paylaşımı ve siyasal tutum için yol haritası. 33 yıldır buluşamadığım TÖB-DER’in ünlü mücadele öğretmeni hoca (adını veremeyeceğim için özür dilerim, öyle anlaştık). Benim kişiliğimi oluşturan 4 öğe var der “ 1. Acilcilik, 2. Kürt oluşum, 3. Devrimciliğim, 4. Layık olanlara bağlılığım ve sevgim”. Her kişi kendini nasıl tanımlıyorsa öyle germek gerek. Ne bir fazla ne bir eksik; insanı tarif ederken, kendini tanımlamaktan daha doğru bir tanım bulmak mümkün değildir. Hoca, kendine biçtiği misyonun gerçek temsilcisi olduğunu da bilmeyen yok gibidir.

Diğer yoldaşımız, sadece beni görmek, kucaklamak için geldi. O da Müntecep Kesici’nin (Şeyh) teyzesi oğlu O.K; Şeyh’in tüm akrabalarından selam getirmiş, ortamın normalleşmesini bekledikleri, özlemle ziyarete gelecekleri mesajını iletti; Müntecep’in kız kardeşinin kocası, yani eniştesi, geçenlerde yanımdaydı; Murat yoldaşımız uzun yıllar abisiyle birlikte mücadelenin en ön saflarında yer alan bir yoldaş.

O.K yoldaş, yaptığımız sohbetin mesajlarını bu birkaç gün içinde döndüğünde kaleme alıp sizlerle paylaşacağım; O.K’ya görev verdim, görevini yerine getirip yanıma gelecek. Bunu uzun uzun anlatacağım, şarlatanlara yeni şamarlar vuracağım …

33 yıl geçmemiş gibi, dün birlikteymiş gibi sevgi seli ve coşkusu içinde sarıldığım bu yoldaşlar, insanlık adına örnek alınacak o kadar çok birikimli insanlar ki, her birimiz kendi açısından “bunca yılı neden heder ettik, bundan böyle daha sık bir arada olacak daha çok paylaşım dünü bu güne taşıyacağız” sözü verdik.

Stalin yoldaşın bitip tükenmez felsefi yoğunluklarından dile gelen olayları yorumlayışı, anlattığı yeni hatıralar ve bunlarla dile getirdiği mesajlar bölgemiz ve ülkemizdeki gelişmelerin de doğru yorumlanması açısından büyük önem taşıyordu.
Stalin; “bölgemiz ağır bir baskı altındadır, artan baskılarla var olan dengeler bozulmak istenmektedir. Yükselen Arap devriminin önünü karşı-devrimle kesmek için, uzun zamandır hazırlıklarını yaptıkları ve Ülkemizi de içine katmak istedikleri planlar uygulamaya geçmiştir. Suriye’nin hedef seçilmesi Arap direnme çizgisinin yok edilmesine yöneliktir. Tunus ve Mısır devrimlerinin ülke olarak tek başına on yıllardır direnen Suriye’yle birleşmesini önü kesilmek için başlatılan bu hamle, ülkenin gerçekçi sorunların maske edinerek büyük bir komplonun zor yoluyla ikamesi dayatılmıştır. Ülkemiz buna sürüklemek için çabalamaktadırlar ve Erdoğan yönetimi ikiyüzlü politikasıyla bunun bir parçasıdır. Emperyalizm bölgemizi hiçbir zaman rahat bırakmadı bundan sonra da bırakmayacaktır. Ülkemizin solu gelişmelerden habersiz ya da ilgisiz konumdadır. Kimi şarlatanlar ise Suriye’yi diktatörlükle suçlamakta. Bu abes tanımlamalara, bir görgü tanığı olarak insaf ve vicdandan yoksun, uluslar arası medyanın abartı ve yalan kurgularına adlınmış yaklaşımlar demekle yetineceğim. Komşu bir ülkeye yapılacak en büyük haksızlık da bu türden yaklaşımlardır. Emperyalist-gerici medyaya aldananların ülkemizdeki sorunlarda halkı temsil etmekten uzak olmalarının da nedeni budur. Suriye direnen bir ülke olarak, eksikliklerine rağmen halkçı bir yönetimle yönetilmektedir. Bunu bilmek, anti emperyalist tutumlarına destek olmak ve kurgulanan komploları boşa çıkarmak ülkemiz devrimci hareketinin yükümlülükleri arasındadır.”

İşte Stalin yoldaş budur. Bunu eklenecek bir sözüm yok. O, kesilmeden gelip gitmeye başladığına göre, bizlerin de bu bilge yoldaştan okurlara aktaracak çok şeyimiz olacak demektir.

Öğretmen yoldaşa gelince. Onu anlatmak ayrı bir alan ister. Başında saç kalmamış, o kara çuval bıyıklar da aklaşmış. Ama ne fiziki olarak ne de aktivitesinden zerre kadar bir şey kaybetmemiş.

Sıkıca sarıldık birbirimize, özlemle, dakikalarca öyle kaldık. Film şeridi gibi geçti yıllar gözümün önünden. Bu ne onurlu bağlılık, bu ne sevgi, bu ne dik duruş, dosta düşmana verilen dev bir mesajdı bu buluşma. İnanılmaz bir enstantane. Hocanın, Levent, Şerif ve Stalin yoldaşla da ayrı ayrı hatıraları var. Nereden başlayım.

Önce hakkında aldığım bilgileri sıraladım. Akıl almaz süreçler, İran’a kaçış ve devrimci mücadelede kararlı yükseliş. 12 Eylül karanlık döneminde devrimci görevlerin bir acilci ruhuyla ve sorumluluğuyla, Kürt olmanın özgürlük arzusuyla, insanlığa her yerde yardımcı olma bilinciyle kendini ifade eden çabalarla iç içe olmuş. Her kesitte insan sevgisi bir yol haritası olmuş. Kahramanlıklar göstermiş ödüller almış, çoluk çocuğa karışmış ama ülkesi her şeyin üstende kalmış. Halkına hizmet etmek için bir Acilci kadronun onurlu duruşuna bağlı kalarak dönmüş. Bir yandan hayat mücadelesi, diğer yandan siyasal algıların yükümlülükleri.
Zor koşullara rağmen taviz vermeden bu güne gelmiş.

Yaşadığı her kesiti ayrıntılarıyla anlattı, saçları aka, ak ise siyaha çevirecek anılar. “Bir acilci olarak, bu bilinçle zorlukları aştım ve yanına geldim” diye bağladı sözünü. Bir nefes aldı, yemek masasına geçtik, sabahtan beri yemek yememiş, ama onun derdi yemek değil, sevgi seliyle yoğrulmuş duygularıydı. Öncelikle, onları dile getirmeyi tercih etti.

Hoca, “ Son görüşmemizi hatırlıyor musun?” diye sordu. “evet, Konya cezaevi” dedim. “ tamam, işte o an, benim için sonsuz enerji anıydı. Onunla bu güne geldim” dedi. “Yapma hoca beni mahcup ediyorsun” demeye kalmadı ki, araya girdi ve şunları dile getirdi “ Antakya’dan hazırlığımı yapıp yanına geliyordum. Hanım nereye gidiyorsun dedi? ‘Kabe’me gidiyorum’ diye cevap verdim. Anlamadı, şakamı yapıyorsun ne Kabe’si, hani dinle aran iyi değildi? Diye sorunca, ‘Ben hocamın yanına benim siyasal Kabe’m Mihrac Ural’ın yanına gidiyorum’ dedim. O zaman durdu ve güle güle git selam ilet dedi"

Bu duyguları kimse abartılı görmesin, Örgütümüzün güney bölgesinin birbirine bağlılığı tastamam budur: dün ne ise bu gün de her birimiz yaşı yarım asrı geçmiş olmasına rağmen, aynı heyecanla konuşmamızın, aynı bağlılıkla, aynı kararlılıkla birbirimizi bulmamızın da nedeni budur.

Bu bir duygudur, nesnel zeminleri olan. Bunu yaşamak için bu ortamı solumak gerek. İşte bu gerçeğin farkında olan hoca, beni bir kenara çekerek “MİT ajanı İbrahim yalçın ve İtirafçı Engin Erkiner’e cevap verme onlar kim sen kimsin. Bu çirkef insanlar yazdıkları her kirlilikte bin kez boğulmaktadırlar dönüm muhatap alma, seni bu ülkede bilmeyen yoktur, duruşunu takdir etmeyen yoktur bu alt yaratıkların çırpınışına dönüp bakma” dedi.

Şimdi bu satırları yazarken aklıma geldi. Mehmet Yavuz, dün kısa bir yazı iletti. Konusu İtirafçı Engin Erkiner; ” Yöntemi sadece çirkeflik olan Engin’den çok güzel hela taşı olur mesela… Koyarsın hayrına en işlek helasına memleketin; gelen sıçar, giden sıçar…” diyordu. Onu hatırladım.

Sevgiyle dolu tüm insanların, eski ve yeni yoldaşların, Acilcilere bağlılıkları tükenmeyenlerin ortak kanısı aynı doğrultuda kesişiyor. Bunu gördüm. Bu çirkin insanların nasılda teşhir olduklarını, binlerce km yol aşarak sevgiyle yanıma gelen tüm yoldaşların ifadelerinde bu mesaj yer alıyor. Bu çirkinlere vereceğim en iyi cevap da budur.

İnsan olma evrimini tamamlamamış olanlara bundan daha iyi bir cevap olamaz.

Ayrıyık vakti gelip çattığında, yine sarıldık, yine koklaştık ve vedalaştık. Hoca, o an döndü ve “çok kilolu almışsın, dur seni gerdanından öpeyim de alameti farika olsun” dedi.

Evet bir kez daha, gölgeme tahammülü olmayanlara karşı taparcasına sevenleri olan şanslı biri olduğumu söyleyeceğim. Bölgenin en karmaşık kesitlerinde ziyaretime gelen yoldaşlarımın verdiği moral, mücadelemizdeki haklılığı, kararlılığı ve sorumluluklarımızı da ifade ediyor. Bunu sizlerle paylaşıyorum.

11 Haziran 2011 Cumartesi

BÖLGEDE SAVAŞ TAMTAMLARI

Mihrac Ural

10 Mayıs 2011

Bölgede tıkanma devam ederse bunu yalnızca savaş çözer.

Uzun yıllar bunun için çalışıldı. Irak işgali, Lübnan lideri Hariri’nin katli, İsrail’in Lübnan’a saldırısı (12 Temmuz 2006 savaşı), Gazze savaşı her savaş arasında geniş alanda yüzlerce irili ufaklı çatışma ve kaos ortamı bunun için kışkırtıldı. Kimse her şeyi komplo teorilerine oturttuğumu sanmasın. Komplocu akıl, kolaya kaçan akıldır. Komployu gerçekçi sorunlar besler. Bu sorunlar ya aşılır ya da çözümsüz kalınca bir biçimde komplo gelir süreci yönlendirir. Bölgemizde de olan budur. Zaten hiç bir sorunun çözümü için nefes bile aldırmadan ülkelerin ve halkların üzerine üzerine gidilerek başarıları önlenmektedir.

Emperyalistler, Siyonist İsrail ve Arap gericiliği, bölgemiz demokratik halk hareketlerinin, Tunus ve Mısır’da gösterdiği başarının yaygınlaşmasını önlemek için karşı devrimleri örgütlemeye başladılar. Direnme güçleri safında yer alan ülkeleri karıştırmaya ve gelişen gerçekçi demokratik hareketlerin karşısına gerici kitle hareketleri dikmeye yöneldiler. Aynı anda Tunus ve Mısır devrimlerinin girdiği ikinci aşamada çökmesi için Pandoranın kutusundan çıkan tüm olumsuzlukları körüklemeye yöneldiler. Bu gün, kabul edilebilir ölçekte bir bölge savaşını göze alamamaktadırlar.

Böylesi bir savaşı denetleyebileceklerinden kuşkulular. Bu yüzden daha çok kaos, daha çok iç vuruşma ve kardeş kavgası, daha çok bölgeler arası, inançlar arası, etnik topluluk arası kin ve düşmanlığı derinlemesine körüklemektedirler. Bu konuda Erdoğan iktidarına biçilen rol, ikiyüzlü politikada ifadesini bulan, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş başkanlığının, komşu ülkeleri arkadan hançerleyen abesle iştigalleridir; eli kanlı şebekelerin desteklenmesi ve lojistik ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.

Bu süreçte halkının ve komşuların çıkarlarını hesaba katmayanlar ağır bedeller ödemekle yüz yüze kalacaklardır.


***


İsrail, işgal altındaki topraklarına geri dönüş hakkını kullanmak isteyen Filistinli ve Suriyeli gençleri gerçek kurşunlarla karşıladı. Sonuç, 23 şehit, 350 yaralı. 5 Haziranda başlayan, dikenli tellerle örülü sınırda devam eden, ertesi günü tarlalarda sınır telleri altında geçiren Filistinli ve Suriyeli gençler, topraklarına (Filistin ve Golan tepelerine) dönme kararlılıklarını ölüm pahasına gösterdiler. Haberlere yansıyan yeni bilgi, dikenli teller altında, gençlerin açlık grevine yaparak insanlığa mesaj ilettikleri belirtildi.

Bölgede savaş tamtamları başlığıyla, bu güncel olayın bağı nedir diye bir soru akla gelebilir. Hemen belirteyim, bölgenin temel sorunu Filistin sorunudur. Bu sorunun da temeli, mülteciler sorunudur; tüm sorunlar çözülse de çözümsüz kalacak sorunu budur. Bu sorun nedeniyle Batılıların bölge politikasında iki devlet önermesi (Filistin ve İsrail devleti) bir süredir, etnik temele dayalı devlet söylemi olarak gündeme gelmektedir. İsrail’in artık, etnik, inanç ve kültür çoğulculuğundan oluşan yapısıyla bir devlet olmayacağı, sadece Yahudilere ait bir devlet olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Özellikle Amerika dış politikasında ısrarla tekrar edilen söylem “Yahudi İsrail devleti” olarak belirmektedir. Hitlerin Nazi politikasıyla Almanya’da gerçekleştirmeye kalktığı ve bu nedenle Yahudi katliamlarına yöneldiği yöntemlerin İsrail Siyonist devleti tarafından Araplara karşı bir terör olarak ikame edilmesinin nedeni de budur. Bu da bölgenin tıkanışıdır. Güçler dengesinin yeniden düzenlenişinin ya da düzenlenişi için gerekli açılımların önünde duran en büyük engel budur. Burada biriken barikatların, arkadan gelen sellerin yoğunlaştırdığı enerjiyle büyük bir patlamaya giderek açılacağını tespit ediyorum. Bu da bölgemizde yükselen savaş tamtamlarına önemli bir işarettir.

Filistinli göçmenler sorununu, tüm sorunların merkezine koymak, diğer sorunları ihmal etmek anlamına gelmiyor. Bölgenin direnme güçlerinin, Batılı emperyalist çevrelerde tehlikelerin en büyüğü olarak görülmesi de bu kapsamda saymak yanlış değildir. Bu çerçevede Filistin, Irak, Lübnan, Kürt özgürlük hareketi ve Suriye’nin ortaya koyduğu direnme güçlerine destek, Batılı güçlerin dayatmalarına karşı duruşunu da önemli bir unsur olarak belirlemek gerek. Buna İran’ın oluşturduğu güç ve bölgedeki etkilerinin Amerikan, İsrail ve Arap gericiliğinin çıkarlarını tehdit etmesi, halkların diktatörlüklere karşı yükselen direnişine moral oluşturmasını da ekleyebiliriz. Bu kimi güçler tarafından İran’ın “yayılmacı amaçları”, “Şii atom bombası tehlikesi” adı altında mezhep farklılıkları üzerinde oynayarak gösterilmek istense de gerçeğin bununla ilgisi yoktur. Gerçek, bölge halklarının ülkelerindeki egemen diktatörlüklere direnme yönünde verdiği destek ve İsrail’e karşı ortaya konan kararlı tutumdur.

Bunlara eklenecek bir dizi unsuru kısaca şöyle sıralayabiliriz. Suriye’de belirlen eli kanlı Müslüman Kardeşler şebekesinin dış destekle ülkede yaratmak istediği kaosun sonuçlanmamış olması ki, bu sorunun alacağı yön bölgedeki her şeyi etkileyeceği söylenebilir. Savaşın kıvılcımının da buradan çıkacağını görmek zor değildir. Buna, Lübnan’da çözülemeyen Hükümet sorununun yarattığı enerji birikimleri ve Taif anlaşmasının (22 Ekim 1989) Lübnan mozaiğini güç dengesine göre oluşan taleplerini artık tatmin edemez hale gelişi ve değişim istemlerini de eklemek gerek. Bu değişim yine merkezde duran Filistin sorunu ve İsrail’le tamamlanmamış hesaplaşmanın noktalanmasıyla ilgili birikimleri içermektedir.

Ayrıca, Mısır devriminin ikinci aşamasında açılacak Pandora Kutusunun çözüm bekleyen sorunları ve bu çözümün kaçınılmaz sonu İsrail’e karşı alınacak tutumun belirlenmesi. Ürdün’de gergin çatışmalara yol açan siyasal yeniden düzenleniş ve eski yapının Arap İsrail mücadelesinde onur kırıcı bir teslimiyeti temsil edişi. İran’da gelişen muhalefetin, demokratik haklı talepler içermesine rağmen, bölge halkları için oluşturduğu düşünülen riskli yol haritası ya da rota değişikliği ihtimali (bu belirleme, İsrail’le ve Batılı emperyalist ülkelerle kurulacak ilişkinin nitelik değişimine uğrama ihtimali nedeniyle, bölge direnme güçlerince pek destek görmemesini içermektedir). Irak’ta hükümetsizliğin, ABD’nin ikame ettiği vahşetin devam edip etmemesi üzerine süren gerginliklerin, üç parçaya bölünmüş ülkede gelir kaynaklarının adaletsiz dağılımına karşı ifade edilen sert kaynamaların, günü birlik onlarca kişinin katledildiği bombalı tuzaklarla devam eden gergin dengelerin artık aynı tarzda devamının mümkün olmayacağı gerçeği. Tüm bunlar savaş tamtamlarının daha sert çalmasına bir katkı olarak süreçteki yerini almaktadır. Körfezin çadır devletleri diye tanımlanabilecek sıska varlıkların, petrol dolar gücüyle, bölge siyasetinde boylarını çok aşan etkinliklerinin yarattığı akıl almaz gerilimleri de katmak gerek. Özellikle medya ve ilişkilerin bu servetlerle aldığı yönelim, bölge ülkelerine, halkların iradesine rağmen yapılan müdahaleler, Araplara göre ortak ulusal servet olan petrol gelirlerinin anlamsız projelere harcanması (oturacak yerlisi olmayan dünyanın en yüksek binası, üzerinden kimsenin geçmeyeceği dünyanın en uzun köprüsü, seyircisi olmayan dünyanın en büyük spor kompleksleri, turisti olmayan dünyanın en büyük akvaryumu…) adalet ve ulusal eşitlik açısından ciddi gerilimlerin nedenidir. Bu da savaşın yakıtları arasında yer alıyor. Bu halkaların sonuncusu ise, seçim sonrası Türkiye’dir. Seçim öncesinden on yılların birikimi üzerinde çözüm istekleri ezilen, darbelerle ülkenin kimyasını bozan girişimlerle ertelenmesi, değişim adı altında alınan halk desteğinin sonuçta kaba bir yalanla sorunların inkarı ve demagojik yön değişiminin yarattığı katlanılması mümkün olmayan süreçler olarak bölgenin savaş arifesine yakıt taşımaktadır.

Bu nesnel zemin, bölgemizde ikame edilmek istenen projeler için bir veridir. Bin millik karanlık bir çağın başlaması için yeterli bir ilk adımdır. Bölgenin yeniden dizayn edilmesini tanımlayan Büyük Ortadoğu Projesi de tas tamam bunu ifade etmektedir. Bu nedenle bölgemizde kışkırtılan kanlı iç savaş süreçlerinin alışıla gelmiş bir iç sorun olarak görülmesi çok sığ bir bakıştır. Her ülkenin kendi özgülü ve nesnel verileri içinde anlamlı olan gelişmelerini değerlendirirken tümünün bir sürecin parçaları olduğu da unutulmamalıdır.

9 ay önce yazdığım (7 Ekim 2010) “ORTADOĞU GEBE” başlıklı makalemde, bölgemizdeki gelişmeler belirmemişti. Tırmanış 2010 Aralık ayı itibariyle belirmeye başladı. Lübnan’da işbirlikçi Hariri hükümetinin düşüşü ilk işaret olmuştu. Tunus ve Mısır devrimiyle gelişmeler derinleşmiş, Yemen halk hareketinin yükselişi ise Batılı emperyalist güçleri ve Arap gericiliğini öylesine tedirgin etmişti ki, her ne pahasına olursa olsun bu sürece müdahaleyi gündeme getirdi.

Yemenin yarattığı tedirginlik üzerine çok şey ifade etmeye çalıştım. Bunların en önemlisi, Yemen’in çöküşü Arapların tarihini değiştirecek Körfezin kokuşmuş kukla yönetimlerini yerle bir edecek sonuçlar yaratır belirlemesidir. Ayrıca, Ali Abdullah Salih’in Yemeni, Suudi Arabistan’la tüm sorunlarını çözmüş bir ülke konumundaydı ve Erdoğan’dan da öğrendiğimiz kadarıyla, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üç Eş başkanlarından ikisi Erdoğan’la, Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih’tir. Bu nedenle milyonlarca Yemen’linin sokaklarda olmasına, ölü sayısının tavan yapmasına rağmen Ali Abdullah Salih, ne Birleşmiş Miletlerin ne de Amerikanın ve Batılı güçlerin ciddi bir tepkisini görmemektedir. Buna karşı Suriye üzerine yürütülen akıl almaz yalan, uydurma, kurgu senaryolarla ve BM’de ardı arkası kesilmeden gelen karar ve baskılarla yapılanları karşılaştırmak çok şey ele veren bir tablodur.

Amerika bölgede erken bir vuruşla, Arap halkının demokratik gelişiminin önünü kesmek ve bir karşı-devrime doğru çekmek istiyor. Suriye’de olanlar bunun ifadesidir. Ancak bölge gelişmelerinin bu ısrarla bölgeyi her yönüyle yeniden dizayn edecek bir savaş doğru tırmanışı denetlenmez bir hal almasından çekinilmektedir. Ucu açık bir savaş yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri açısından olduğu kadar, Amerikanın dünya çapında büyük erozyona uğrayan dış siyasetinin yeni iflaslarla kalması kaçınılmaz olabilir. Afganistan ve Irak’ta kara savaşına da giren Amerikan birliklerinin kayıpları kırmızı çizgileri çok aşmıştır, son olarak Libya’da uzun erimli bir savaşın yeniden kara harekatı gerektirmesi büyük kaygılara yol açmaktadır. Bu süreçler, Obama siyasetinin çöküşe doğru hızla yuvarlanarak kamuoyu kaybedeceğine de önemli birer işarettir.

Kıssadan hisseye gelince

Ülkemiz seçim arifesine girdi. Demokrasiden nasibini almamış, demokratik tüm talepleri ertelemelerin dayanılmaz ağırlığı altında ezilmiş, bir ülkenin halkı olarak öncelikle seçimlerde tek bir oyu boşuna harcamamalıyız. Tercihimiz açık. Emek Özgürlük ve demokrasi blogu bağımsız adaylarına destek vereceğiz. İktidarın sürdürdüğü iç ve dış politikadaki ikircimliliğin açtığı ağır yaraları da aşacak, halkımızın tarihsel düşmanlıklar üstlenmesini sona erdirecek aktif, sivil itaatsizliği, direnmeyi öne alan bir perspektifle mücadele hazırlığına başlamamız gerekmektedir.

Kıssadan hisse seçim sonrası ya gerçek bir demokratik anayasa yada direnmenin her alanda yükseltilmesi için hazırlık olarak belirmektedir. Bölgemizin içine girdiği süreçte ülkemizin etkilenmemesi mümkün değildir. Daha öte ülkemizde gündeme gelecek etkiler her alandan çok daha etkin olacağı açıktır. Bu gelişmeler tek kelimeyle haritaları değiştirecek gelişmelerdir. Bu yanıyla sorumluluk her zamandan çok daha büyüktür.